yağmurlu bir gün gelmiştin bu kente
akşamdı/ yol üstünde buluşmuş, bir cafede oturmuştuk
kisa saçlarin vardi omuzlarina dağilan
gözlerinde tatli bir içtenlik
konuştukca açiliyor, kendimizi birbirimizde buluyorduk
mevsim kara kiş olsada
tutunca ellerinden kalbim kocaman ağustos
maskeli sevdalardan kaçarken buluşmuş,
yürek sesimizi birleştirmiş gibi mutluyduk
firtina uzaklara götürmüştü düşlerimi
dostluğun en saf, en doğal halini paylaşiyorduk
ve ellerin çok güzeldi
*
sen geldin, bahar geldi ansizin
dağlarin ardini aşip, gidilmemiş denizlere yelken açtim
yalniz değildim. sen vardin. uzak kentlere gidip geldim
duygularim çoştu. sevincimi uçurtmalara yükledim
sen geldin, bahar geldi ansizin..
*
‘yarin akşam yolcuyum’, diyorsun
‘gidiyorum’
uzun yollardan gelmiştin
geri dönmenin zamanidir, yolun uzun
olsun. git.
gitsen de bitmeyecek ya bu dostluk
gitsen de unutmayacaksin ya
göndermek istemezdim ya seni
ama gitmelisin. gitmen gerek
seni sevdim
gitmiş olsanda uzaklara
hep yüreğimdesin
*
adim adim yaklaşirken otobüs durağina
soğudu ellerim. üşüdüm. gölge olup seni takip etmek,
diz çöküp kalman için yalvarmak istedim
çünkü seni çok sevdim
ama yapamadim sevgilim. yapamadim
çünkü bu aşk dört mevsimlikti
ne gölge olmak
ne de diz çöküp yalvarmak değil
hissedebilmekti
söz vermekle aşk yaşanmiyordu
sanki birden yaşlandik ayrilirken
hasret büyüdü
kişin ortasinda, bahara
bahardan, sonbahara düştük
sen ellerini unuttun bende
bense yüreğimi sende
severken ayriliğa düşmekti bunun adi
hasret kalmak, özlemek, hayalini kurmakti
bu nasil hayatti
*
sen gittin, kirildi yüzümdeki sevinç
koyulaşti sessizlik ben karanlik oldum
yaşam telaşinda hizla kirlenirken dostluklar
hatirlanan bir şeyler vardi gözlerinde
akşam ağir çökmüştü ellerime
yillarin yükünü otobüs duraklarina yiğiyordum
akşamdi. bir bir aydinlanirken evlerin odalari
ben işiği yanmayan yollarda yürüyordum
uzun yollardan gelmiştin
uzun yolculuklara çikmanin zamaniydi belki de
mevsim kara kiş, günü birlik olsada ziyaretin
tutunca ellerinden kalbim kocaman ağustos şenliğinde
*
düşün ki, tekrar gelmişsin bu koca kente bir sabah
uyku tutmamiş gözlerim, seni beklemişim gece boyu
‘şehri gezelim’ diyorsun, ‘ne var ki evde, dört duvar arasi’
el ele tutuşup
şehrin dar sokaklarindan geçip, sahile inmişiz
bu şehirde kötü anilarini hatirlamiş gibiş
martilarin çiğliklarinda yalnizliğa düşüyor yüzün
yol üstlerinde akşamdan kalma tinerci çocuklar
gülüşün kirleniyor dudaklarinda. gözlerinde telaş büyüyor
küfürleri duyuyorsun açik pencerelerden
bardaği taşiran son damla oluyor ağlayan çocuk sesi
elini elimden çekiyorsun, dudaklarin buzlaşiyor
gözlerinde deniz küçülüyor, anlami yok gemilerin
kaptan boş yere bekliyor, bütün tayfalar firarda
‘yapma’ diyorum, ‘ne olur, yanindayim işte’
‘sevgin yeter bana. bu dostluk yeter'
boşlukta sallanan bir tebessümle zora ki gülümsüyorsun
yüreğinde yalniz olduğunu hissediyorum
hizla koşuyoruz arkamizda sanki tazi köpekleri
kapanmaya hazirlanan loş işikli cafe siğinma yerimiz oluyor
anlamini bilmesekte kendimizden geçiyoruz yabanci şarkilarda
gün doğuyor.herkes evine giderken biz hala sokaktayiz
kendi kendimizi kandiyoruz, sevgi bahane
‘sorun değil, boş ver’, diyorsun, ‘unut gitsin’
en azindan eğlenir gibi yaptik, ağlamamak için
gece kötü bitiyor. biz kendimize ağliyoruz.
kaybolmuş çocuklar kirgin ellerimiz
anliyorsun sen de
ne kadar kalabalik olsakta
yalniziz biz
bu koca kentte insanlar yalniz
sen de yalnizsin biraz
ben de yalniz