Değer nedir?
Değer ‘öz’ türkçe bir kelimedir. Değer kelimesinden “ğ” düşer ise “der” kalır. “O şöyle der” deniyorsa değer verdiği birinden alıntı yaptığını anlatmış olur. Veyahut “bu ne de’ğ’mek? Der ise ‘bu’nun anlam karşılığını öğrenmeye çalışıyordur. Bazende “O şöyle Değdi, dedi” yüklemi ile yine kıymet veriyordur. Kelime Türkçe ‘Tegir’den türer, tam olarak kıymet demektir. Teg, deg, denk, eşit olmak demektir. Diğer yandan değ ‘er’ eki aldığında eşitliğin üzerine çıkılmış olur. Daha da kıymetlenmiştir.
Eski bir hikaye vardır. Ve değeri çok güzel izah eder. Gelin o eski ve güzel hikayeyi hatırlayalım.
Hocanın biri, öğrencisine minikçe ama oldukça parlak bir taş verir.
-      Evlat bu taşı al, çarşıdaki bir kaç esnafa sor bakalım. Onlara “Kaç para eder bu?” de, bir kaç esnaf gezdikten sonra git birde kuyumcuya bunun fiyatını sor. Ama sakın satma! Satmadan yanıma gel ve tek tek ne dediklerini bana anlat.
Öğrencisi alır taşı bir koşu fırlar çarşıya, ilk girdiği dükkan bakkaldır. Selam verir ve;
-      Bu taşı kaça alırsın.
Diye sorar. Bakkal alır taşı eline bir sağına bakar, çevirir birde arkasına bakar.
-      Parlak güzel bir taş bu, 1 lira veririm sana, küçük çocuğum var ona veririm, oyuncak yapar.
Öğrenci hocasının uyarısı ile satmaz tabi, alır taşı başka bir dükkana, tuhafiye’ye girer. O da şöyle bir göz atar. “5 lira vereyim.”der. Genç tabi yine satmaz ve dolaşmaya devam eder. Yanında semerci vardır oraya girer. O da “Semere güzel süs olur bu, 10 lira vereyim” der. Genç yine satmaz. Ve son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu taşı görür görmez ayağa fırlar.
-      Amman efendim lütfen onu bana sat.
-      Satamam, satma vekaletim yok. Ama bunun değerini öğrenmek isterim.
-      Ne istiyorsan veririm.
-      Yani kaç para eder?
-      Ne olur bana sat güzel kardeşim, bunun için dükkanımı, evimi herşeyimi veririm.

-      Satmak için değil değerini öğrenmek için geldim. Bana emanet bu, maalesef satamam.
Diyerek oradan çıkar. Doğru hocasının yanına gider. Şaşkınlığı ile karışık tek tek yaşadıklarını anlatmaya başlar.  Öyle şeyler yaşamıştır ki şaşkınlığı üzerinden atamamaktadır. Bir liradan başlayan değer verme süreci, değeri biçilemeyen bir yere evrilmiştir. Hocası;
-      Bana bunu izah edebilir misin?
-      Kesinlikle izah edemem, kafam çok karıştı.
Bilge hocası kısa ve net olarak cevabı verir.
-      Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar. Ve o şey sadece onun değerini bilenin yanında kıymetlidir.
Demek ki neymiş, kıymet bilenimizi bulmamız gerekirmiş. Bu toprakları tanıyan, geçmişini, yaşanmışlıklarını bilen, Türk milletini iyi tanıyan, köklerini iyi bilen, Türk’ün onurlu tarihini, günümüzde talihe çevirebilecek hükmedeni bulmamız gerekirmiş. Bizleri tanıyan, bizden anlayan kuyumcumuzu bulmamız gerekirmiş. Aksi olduğu sürece ise; kaçınılmaz olarak diğer milletler karşısında değersizlik, eşitsizlik, denksizlik gelirmiş.
Sonra bir gün bir bakmışsın Türk’ün Lirası ABD doları karşısında 27 kat azalıvermiş. Yani bir ABD’li 27 Türk’e bedel olmuş. Yetmemiş bir Avrupa’lı 30 Türk’e bedel olmuş. Bir İngiliz ise 35 Türk’e bedel olmuş.
Çok açık ve alenen anlaşılıyor ki! Acilen Türk’ün değerini, tarihini bilen, Türk’e saygı duyan, Türk’ü tanıyan, onu çok iyi anlayan kuyumcumuzu bulmalıyız. Bir Türk’ü Dünyaya bedel yapmış Oğuz Kağan’ı, Alp Arslan’ı, Kürşad’ı, Atilla’yı, Kılıç Arslan’ı, Fatih’i, Kanuni’yi, Atatürk’ümüzü bulmalıyız. Cevherimizi, kendimizi, geçmişimizi, geleceğimizi bir bakkal çocuğunun eline oyuncak yapmamalıyız. Çünkü belli ki bakkalın çocuğu, semerci ya da tuhafiyeci öz değerimizi hiç anlamayacak. Ve 1 ABD’li vatandaş, adım adım 35, 40, 45, 50, 55 Türk’e bedel olmaya, değerimiz düşmeye devam edecek.
Biliyorum bu konuya daha öncede de’ğ-in’dim.
Sebebi elbette basit; Bu değinme değer verdiğimden, tekrar tekrar de’ğ-in’mek, hatırlatmak istediğimden...