Merhaba Emre, son günlerde Kuma dizisindeki Karan karakteriyle adını sıkça duyar olduk. Diziyle birlikte büyük bir hayran kitlesi edindin. Daha önce de kamera önü tecrübelerin vardı. Peki, Karan’la yollarınız nasıl kesişti?
Bu yoğun ve tarif edilmesi zor mesajlar beni gerçekten çok mutlu ediyor. Karan Çelikhan karakteriyle yollarımızın kesişmesi neredeyse bir tesadüftü diyebilirim. Birbirimizi olması gereken anda bulduk. Dizideki erkek başrol için uzun süredir bir isim arandığını sonradan öğrendim. Aynı dönemde başka bir projeye imza atmış ve farklı bir karaktere hazırlık yapıyordum. Ancak yapımcımız küçük bir kaza geçirince proje iptal edildi. Ertesi gün menajerim Öznür Kula beni arayıp, Kuma dizisindeki Karan Çelikhan rolü için yapımcıyla yeniden görüşebileceğimizi söyledi. Karan için audition çekerken onu bir yerlerden tanıdığımı hissettim, çünkü o zaten içimdeydi. Bugün geriye dönüp baktığımda, “şer” diye adlandırdığımız bazı olayların kaderimizin yönünü değiştirdiğini görüyorum. Benim için Karan, hem kaza hem kaderin bir birleşimi oldu.
Dizi şu an Türkiye’de yalnızca dijital platformlarda yayınlanıyor. Buna rağmen izlenme sayısı milyonları aştı. İleride herhangi bir televizyon kanalında yayınlanması söz konusu mu?
Şu anda sadece YouTube platformu üzerinden izlenebiliyor. Bu konuda çok fazla soru alıyorum. Diziyi izleyemeyen ülkelerden bile büyük ilgi var. Fragman o kadar çok beğenildi ki, bazı izleyiciler VPN kullanarak diziye ulaşmaya çalışıyor. Günümüzde dizi ve filmlerin tanıtımları oldukça yoğun yapılırken, bizim sosyal medya dışında herhangi bir reklamımızın olmamasına rağmen bu denli ilgi görmesi mutluluk verici.
Karan’la Emre’nin, dışarıdan bakıldığında “Tam da şu yönü çok benziyor” diyebileceğin bir özelliği var mı?
Karan, herkese kolayca güvenen biri. Ben de öyleyimdir. Dışarıdan sert biri gibi görünse de, içinde çok yalnız bir adam. Ben de dışarıdan sakin ve net biri olarak görünürüm, ama iç dünyamda sürekli düşünen ve derin yaşayan biriyim. Ailesine duyduğu sadakat da bana çok benziyor. Karan’ı okuduğumda, bazı karikatürize yönlerini fark edip törpüledim. Onu karikatür olmaktan çıkarıp yaşayan bir karaktere dönüştürdüm.
Dizinin bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsun?
Dizideki tüm karakterler insanlara çok tanıdık geliyor. Hepsi oldukça gerçek ve inandırıcı şekilde oynandı. Seyirci, karakterlerin iç dünyasında aslında kendini izliyor. Bu yüzden bizi evlerinden biri gibi benimsediler ve sevdiler.
Nasıl bir set ortamınız vardı?
"Çok eğlenceliydi, çok samimiydi" gibi klasik cevaplar veremeyeceğim. Set oldukça yorucuydu. Bazen teknik aksaklıklar nedeniyle çekimler duruyordu. O anlarda gülüp geçebiliyorsak, o zaman gülüyorduk. Günlük dizi temposuyla çalışıyorduk. En büyük şanslarımdan biri, çok iyi bir yönetmenle çalışmaktı. “En profesyonel ve en masalsı hikâye nasıl anlatılır?” sorusunun cevabı bence Kuma dizisidir.
Sen set ortamını seven oyunculardan mısındır?
Seti bir iş yeri gibi görmem, orası benim yuvamdır. Setteki insanlarla ailemden daha çok vakit geçirdiğim için oraya adapte olmam gerekiyor. İşin teknik kısmına da oldukça ilgiliyim. Sahne dışındaki boş zamanlarda bile soru sormayı severim; teknik ekibi darladığım bile olur.
Diziyle ilgili çok fazla mesaj alıyorsundur. Sosyal medyayla aranın nasıl olduğunu merak ediyorum.
Sosyal medya kocaman bir galaksi gibi. Eğer Instagram’ı bir vitrin gibi kullanmayı başarırsanız, işinize yaradığını görebilirsiniz. Ama ben çok fazla ilgilenemiyorum. Elimden geldiğince gelen mesajları okumaya çalışıyorum. Sosyal medya ile ilişkimi dengede tutmaya gayret ediyorum. Kuma dizisinin izleyicileriyle bağ kurmak çok keyifli ama bazen sosyal medya oldukça yorucu olabiliyor.
Oyuncu olmak hep aklında var mıydı?
Yedi yaşındayken “Ana Kuzusu” adında bir dizi vardı. Dizinin reji asistanı bizim kapı komşumuzdu. Retro bir vosvos aracı vardı ve dizide başrolün arabası da oydu. Kapının önünde oyun oynarken gördüğüm beyaz vosvosu, akşamları televizyonda izlemek beni çok etkilerdi. Anneme “Ersoy abinin arabası dizinin içine nasıl giriyor?” diye sormuştum. Ben de televizyonun içine girmek istiyordum. Hatta televizyonun arkasına bakar, oradan girilebilir mi diye kontrol ederdim. Yedi yaşımda okulun "Küçük Kurbağa" adlı oyununda sahneye çıktım. Annem bir gün beni Ersoy abinin setine götürdü. Dizilerin nasıl çekildiğini o gün gördüm. Yavaş yavaş evimizin salonu sahnem haline geldi. İçimdeki ilk oyunculuk ateşi o zaman yandı.
Üniversite döneminde nasıl bir yol izledin?
Lise bittiğinde üniversite sınavından yüksek bir puan aldım ama kafam oldukça karışıktı. Ailem bana birçok meslek önerdi: polislik, subaylık, öğretmenlik… Onların isteğiyle hem polislik hem de subaylık sınavlarına girdim ve kazandım. Ama içimde, tarif edemediğim bir başka yol vardı. Aynı dönemde devlet konservatuarının sınavlarına da girdim ve orayı da kazandım. Bir seçim yapmam gerekiyordu.
Ama hayat her zaman bize sadece ideallerimizi takip etme şansı vermez. Ailem sağlık sorunlarıyla uğraşıyordu. Bu yüzden konservatuara devam edemedim, çalışmam gerekiyordu. İstanbul’a geldim ve bir otomobil bayisinde işe başladım. Geceleri bayide nöbet tutuyordum; herkes uyurken ben Shakespeare okuyordum. Gündüzleri başka bir işte çalışıyordum. O zamanlar sahneye çıkmak hayaldi, ama hayalimi hep cebimde taşıdım. Sonra bir gün ‘Üsküdar’a Giderken’ dizisinde küçük bir rol geldi. Ardından ‘Kanıt’ dizisinden bir bölümlük teklif… Ve sonra o bir bölüm, 100 bölüm oldu. O dizi, sadece bir kariyerin değil, kapalı kalmış ne kadar hayal kapım varsa hepsinin anahtarı oldu. Yarı okullu yarı alaylı bir eğitim hayatım oldu. İyi ki de böyle oldu. Çünkü bir oyuncu yalnızca eserlerden değil hayatın içinden de beslenmeli. Ve öğrencilik hiç bitmemeli. Hayat bazen bizi dolambaçlı yollara sokar ama eğer içimizdeki sesi susturmazsak, o yol bir gün sahneye çıkar.”.
Oyunculukta seni en çok heyecanlandıran şey ne oldu?
Çocukken hissettiğim “televizyonun içine girme” duygusuyla, oyunculuğu gerçekten yaşamak çok farklıymış. En çok heyecanlandığım şey, o çocukluk hayalinin somut bir gerçeğe dönüşmesi oldu.
Emre Özmen Tiyatrosu adında bir tiyatron var. Şu an bir oyun hazırlığın var mı?
“2014 yılından beri kendi tiyatrom, Emre Özmen Tiyatrosu’nu işletiyorum. Benim için sadece bir sahne değil, hayatıma dair hikâyeleri dönüştürdüğüm, içimdeki bitmek bilmeyen enerjiyi deşarj ettiğim bir istasyon orası. Şu anda ‘Tımarhane Hademesi’ adlı oyunumuzla sahnedeyiz. Ama yaklaşık altı aydır yepyeni bir oyun üzerinde çalışıyorum. Tek kişilik bir performans olacak: ‘İçimdeki Çocuğu Dövdüler’ isimli bir oyun. Metni tamamladım ama hâlâ üzerinde çalışıyorum, çünkü kusursuz olduğuna inandığım an prömiyer yapmak istiyorum. Bu oyun biraz iç hesaplaşma, biraz yüzleşme, biraz da sahnede hayatta kalma hikâyesi olacak. Bazen bir oyun değil, bir yara anlatır insan. Ben de o yarayı sahnede iyileştirmeye çalışıyorum.”
Kariyerine dair gelecek hedeflerin neler?
Son zamanlarda birçok kayıp yaşadım. Şu anda herhangi bir plan yapmıyorum. Anı yaşamaya çalışıyorum. Önceliğim Kuma dizisinin izleyiciyle buluşmasının verdiği mutluluğu hissetmek.
(Röportaj: Gizem YILDIZ)