Hem oyunculuğuyla, hem insanlığıyla hem yetenekleriyle… Saymaya yetmeyecek özelliklerinizle sizi hep çok sevdik. Ekranda izlerken ayrı hayran kalmıştım, sizi tanıdıktan sonra ayrı hayran kaldım. Son olarak reyting rekorları kıran Yalı Çapkını dizisindesiniz. Bugünlerde hayat nasıl gidiyor?

Bu güzel sözler için çok teşekkür ederim. Ben de Yalı Çapkını dizisini hayranlıkla izliyorum. Dizi ekibinde çok yetenekli arkadaşlarımız var. Bu işin bir parçası olmayı çok seviyorum.


 

Şefika, Korhan ailesinde en eski yıkılmayan direklerinden biri, Siz Hülya olarak Şefika’yı nasıl tanıtırsınız?

Saf ve iyi niyetli bir kadın. Siz de biliyorsunuz; saf ve iyi niyetli birini oynamak keyif verici. Korhan yalısında yıllarını geçirmiş, aile tarafından da saygı duyulan, sevilen bir karakter.


 

Yalı Çapkını halk tarafından çok sevilen, aynı zamanda çok eleştirilen, ama hep gündemde olan bir dizi oldu. Siz bir izleyici gözüyle diziyi nasıl değerlendirirsiniz?

Bütün dünyada sosyolojik olarak, parasal olarak güçlü insanların yaklaşımıyla evlilikler yapılıyor. Bazı evliliklerin nedenleri oluyor; ticari nedenler, ailesel nedenler, sosyolojik nedenler… Bizin dizinin ismi; Yalı Çapkını, yani oğlumuz çapkın (gülerek). Ben, dizimizin dünyadaki düzenin içinden bir parçayı anlattığını düşünüyorum. Yalı Çapkını Modern bir dizi. Bazen bölümleri okurken kalbim duracakmış gibi oluyor. Yalı Çapkını çok kişinin yaşadığı bir hikayeyi anlatıyor. Ben senaryoyu okurken de heyecanlanıyorum, televizyonda izlerken de… Bu arada söylemeden edemeyeceğim; Dizimizin için geçlerden çok yetenekli oyuncular var. Onlarla aynı ekibi paylaşmaktan mutluluk duyuyorum, yalı çapkınımız; Mert Ramazan Demir’in büyük hayranıyım, çünkü dizi ekip işidir, Mert Ramazan Demir bazı sahnelerde neredeyse 10 teknikle oynuyor. Onun sahnelerini merakla izliyorum.


 

Hem Almanya’da hem İstanbul’da yaşadınız, ama oynadığınız dizilerin çoğu ya Doğu Anadolu Bölgesi’nde çekildi ya da yöresel dili olan bir hikayesi oldu…

  • Ben çok farklı projelerde bulundum. Masallardan tutun, çocuk dizilerine kadar birçok projenin içinde bulundum. Bu konuda çok şanslı oyunculardan biriyim. Bana her karakteri oynama şansı verildi.


 

Hangi kültüre daha yakın hissediyorsunuz kendinizi?

Ben iki kültürün birleşimiyim. Almancada “Babavatan” tanımı kullanılır, Türkiye’de de “Anavatan” denir. Benim her ikisi de var.


 

Bir buçuk yıl önce beyninizde bir tümör olduğunu öğrendiniz. Allaha binlerce şükür, sorunsuz bir şekilde sağlığınıza kavuştunuz. Nasıl bir süreçti?

Tesadüfen beynimde bir tümör olduğunu öğrendim. Duyulması da aynı şekilde tesadüfen oldu. Almanya’dan tanıştığım bir oyuncu arkadaşımla Adana’yı gezerken bayıldım. Olay orada gerçekleşti. Ben kimsenin bilmesini istememiştim hatta anneme bile söylememiştim. İlk olarak Gupse Özay’ı aradım, çünkü Gupse çevresindeki insanlara karşı çok duyarlıdır. Hasta olduğumu başka birinden duysa kaygılanır diye düşünüp, bir onunla paylaşmıştım. Haber çıktıktan sonra o kadar şımartıldım ki, korkamadım, ağlamadım, çünkü benim için panikleyen arkadaşlarımı sakinleştirmeye çalışıyordum.


 

Bir anda başkalarının derdine düştünüz.

Bence bunu çoğu insan yaşıyordur. Çalıştığım yapımcımız Onur (Güvenatam) Bey, Şükrü Avşar, Zeynep Günay Tan, Çağrı Bayrak Bkm ailesi, Sema Moritz, Şerif Sezer, Barış Arduç, Athena, Gökhan, Demet Akbağ, Mustafa Kotan, Engin Öztürk, Sabahat Kumaş, İlayda Çevik, Ahmet Kural… Hele Kadir İnanır her gün doktorumu aramışlar, ben bunu sonradan öğrendim. Daha adını yazamadığım birçok kişi var. Hepsi benim için seferber olmuştu. Kuzenim arayanlara yetişemedi. Onların verdiği enerjiyle hayatta kalmış olabilirim. Her gün doktorumu aramışlar.


 

Daha önce hastalıkla ilgili belirtiler yaşamış mıydınız?

Çekimler yapılırken, yoğun sahnelerde hissediyordum. Hatta Zuhal Gencer’e “Zuhal, ben de bu aralar bir rahatsızlık var. Kendimi hasta hissediyorum, ama ne olduğunu çıkaramıyorum” dedim. Ben her yıl Check-up’a girerim. Bir tek beynime baktırmadım, doktora gitmem lazım diye söylemiştim.


 

Hasta olduğunuzu öğrendikten sonra hayatı sorguladığınız oldu mu?

Almanya’da biz ilkokulda, şöyle eğitim alırız; yaşamla ölüm birdir. Kendimle bir ajitasyon yapmadım. Herkes bir gün, bir sebepten dolayı ölecek. İnanılmaz bir Prof. Dr Uğur Türe karşıma çıktı. Bu da benim şansımdı. Hatta konuşamama, sağ kolunu kaldıramama gibi kalıcı etkiler kalabilir dediler, ama kalmadı. Almanya’daki doktor arkadaşlarım da “Sana mucize bir ameliyat yapmış” dediler. Bu ameliyatın Türkiye’de yapılması ayrıca beni mutlu etti.


 

Şuan sağlığınız nasıl?

Şuan gayet iyiyim, sevdiğim işi yapıyorum, ama her 6 ayda bir kontrol ettirmek gerekiyormuş. Beynimdeki tümörü ben bayıldıktan 5 dakika sonra gördüler. Kaç yıldır benimle yaşadığı belli değil, yavaş büyüyen bir beyin tümörüymüş. Eğer 3 yıl önce baktırsaydım, şemoterapi yaptırmam gerekmeyecekti. Herkese, erken önlem almalarını tavsiye ediyorum.


 

Hastalığı atlattıktan sonra hayatımda yeni bir dönem başladı diyor musunuz?

Hastalık olmadan önce de böyle düşünen birisiyimdir. Dün geçti, yarını bilmiyorum, benim elimde kalan en kıymetli şey bugün. Bunun etkisi Alman eğitimimim olmasıdır. Mümkün oldukça şuanın tadını çıkarırım.


 

Bir röportajınızda “tesadüfen oyuncu oldum” demişsiniz. Yolun, sizi oyunculukla kesiştirmesi, bugünkü Hülya Duyar’ı nasıl biri yaptı?

Bir insanın mesleği, kişiyi dönüştürür mü? Bilmiyorum, ama benim için en önemli şey, ne iş yaparsam yapayım en iyisini yapmaya çalışmışımdır. Oyunculuk benim tutkum, hayatımda çok önemli, ama peygamberlik seviyesinde değil.


 

Hem komediyi hem dramı seyirciye o kadar güzel hissettirdiniz ki, ne oynasanız, hangi karakteri yaşatsanız sorgulamadan içimize aldık. Bence bu en büyük başarılardan biri. Bunun bir formülü var mı?

Biz oyuncu olarak birçok teknik öğreniyoruz. Benim oynarken en çok dikkat ettiğim şey, umut vermektir. Eğer hasta birini güldürebiliyorsam, bir kırılma noktasında o duyguyu hissettirebiliyorsam, hedefime ulaşmışım demektir.


 

Biraz da Terzi dizisindeki karakterinizden bahsedelim. Nasıl bir hikayenin içindesiniz?

Türkiye’de ilk sırada oyuncu olarak birlikte çalışmak istediğim oyuncu Çağatay Ulusoy’du. Çok tatlı bir rolüm var. Yorumu izleyiciye bırakıyorum. Türkiye’nin en iyi yönetmenlerinden biriyle çalıştım; Cem Karcı.


 

Setiniz nasıl geçti?

Güzel ve kolaydı. Yıllarca Zeynep Günay Tan ile çalışmak için çaba sarf ettim, Cem Karcı da öyle. Bugüne kadar yönetmen konusunda da çok şanslıydım. Türkiye’nin en iyi isimleriyle çalıştım; Usta isim Uğur Yücel, Murat Saraçoğlu, Aydın Bulut… Bu isimlerin hepsi benim için çok kıymetli. Ben sete çok rahat giden biri değilimdir, hep yapamayacağım korkusunu yaşarım. Benim için hiçbir set, iç dünyamda eğlenceli değildir. Kendi içimde savaşırım. Bazen kendi heyecanıma kendim dayanamam.


 

Bunu nasıl yeniyorsunuz?

Ben mesleğimi seviyorum. Benim Almanya’daki hocam “Sen kaostan besleniyorsun. Bu hiçbir zaman değişmeyecek” demişti. Gerçekten öyle oldu. Tek bir cümle söylerken bile, o sahne bana çok korku verici durabiliyor. Sen şimdi o kadar güzel söz söyledin, gerçekten öyle miyim diye şaşırdım. Ben o buluşmaları seviyorum, Zeynep Günay Tan benim için sadece bir yönetmen değil, sanatçı. Çağatay Ulusoy, yıllardır her projesini izlediğim, değişimini takdir ettiğim bir oyuncu. Çağatay Ulusoy’a yıllardır hayranım; yeteneğine, çalışma disiplinine… Demet Özdemir keza öyle; çılgın, kibar, nazik oyunculardan biridir. O yeteneklerle buluşmak benim için keyif verici.


 

Şöyle bir bakıyorum da o kadar çok meslek icra etmişsiniz ki, neredeyse sektörün her dalında eliniz var. Tiyatro yönetmenliği, tiyatro yapımcılığı, film yapımcılığı, menajerlik… Daha birçok dalda adınız var. Merak duygusu mu sizi harekete geçirdi?

Merak, tesadüf, tutkular, sevgi, heyecan… Hayatta kendinizi yenilemek için o kadar çok imkan var ki, ben buna dayanamıyorum. Emekli olmaya hiç niyetim yok.


 

Kendinizde en sevmediğiniz özelliğiniz nedir?

Bazen bir küçük çocuk gibi çok hassas oluyorum. Bunun için haftalarca üzülebilirim. Ben hüzünlü ve melankolik birisiyim.


 

Hepimiz ortak bir düzenin içinde yaşıyoruz. İster istemez o düzenin içinde var olmaya çalışıyoruz. Bir de her ne olursa olsun kendi dünyamız var. Sizin kendinize kurduğunuz nasıl bir dünyanız vardır? Hayallerinizdeki dünyayı kurmayı başarabildiniz mi?

Bu konuda çok gurur duyuyorum; evet başardım. Bir tarafım çok hayalperest, ama diğer tarafım çok sabit ve tutucudur. Sert bir ailede yetişmeme rağmen özgür kalabilmeyi başardım. Ne oyunculuğa ne de bu kadar özgür olmamı kabul edecek bir ailem vardı. Onları ikna ederek bu yolculuğu başardım. Bizim mesleğimiz bazı insanlar tarafından en soytarı, en ahlaksız işmiş gibi gözüküyor, ama asla öyle değil, çok erdemli olmanız gerekiyor.