Osmanlı devrinde Peygamber efendimizin kabr-i şerifi



Her zaman olduğu gibi ülke ve dünya gündeminde, üzerinde kalem oynatacak çok sayıda konu var. Ancak bütün bu sıcak gündem maddelerini atlıyor, iki haftada bir yazdığım için geciksem de içinde bulunduğumuz Mevlid ayı ve 8 Kasım 2019 günü idrak ettiğimiz Mevlid Kandili münasebetiyle peygamber sevgisini işlemek istiyorum.



Dünyadaki bütün insanlara peygamber olarak gönderilen, peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü Muhammed “aleyhi’s-selâm”, miladi 571 yılı Nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebiyülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke-i Mükerreme şehrinde dünyaya geldi. Hicret’ten 53 kameri sene önce idi. Hicri 1441 senesinde bulunduğumuza göre bu sene Mevlid Kandili’nde, Peygamber efendimizin hicri takvime göre 1494’üncü doğum gününü kutladık. 12 Rebiyülevvel günü başlayan, 9-15 Kasım 2018 tarihleri arasındaki hafta, 2017 ve 2018’de olduğu gibi bu sene de “Mevlid-i Nebî Haftası” olarak ilan edildi. Diyanet İşleri Başkanlığınca yurt içinde ve yurt dışında Peygamber efendimizi anmaya ve anlamaya yönelik etkinlikler düzenlendi.



Bu vesileyle o yüce peygamberi bir daha anmak maksadıyla, Mevlid Kandili’ni takip eden Pazar günü öğle namazından sonra, ikamet ettiğim sitenin mescidinde, Seyyid Mehmed Said Arvas Hocaefendi’nin verdiği vaazı sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.



SEN OLMASAYDIN KÂİNATI YARATMAZDIM



Peygamberimizi “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” sevmek bütün ümmete farzdır. Çünkü sebeb-i hayatımız odur. “Levlâke levlâk lemâ halaktü’l-eflâk.” hitab-ı celîline mazhar bulunuyor. “Sen olmasaydın, sen olmasaydın ey Habibim, kâinatı yaratmazdım.” (Hadis-i Kudsî, Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, III, 122 ve 124. Mektup; Marifetnâme, Kahire 1255, s. 2; Mevâhib-i Ledünniyye Tercemesi Me’âlimü’l-Yakîn, I, İstanbul 1313, s. 6 ve 13)



Cenab-ı Hak bizi kendisine ibadet edelim diye yarattı. “Vemâ halaktü’l-cinne ve’l-inse illâ li-ya’büdûn” “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât suresi, 56) Yaratılış gayemiz bu. Yoksa yaratılmazdık. O da olmasaydı, kâinat olmazdı. Bütün peygamberler onun vekili olarak geldi. Her peygambere Cenab-ı Hak peygamberlik vazifesini tebliğ etmeden önce onlardan söz aldı. “Eğer zamanınızda Muhammed gelirse ona iman edip ona yardımcı olacak mısınız?” “Le-tü’minünne bihî ve le-tensurunneh” (Âl-i İmrân suresi, 81) “Evet” dediler. Ondan sonra “Sen peygambersin.” buyurdu. Yani bütün zamanın ve mekânın peygamberi oydu. O olmasa kâinat yaratılmaz. Çünkü ibadet edilmez. Bir adam çölün ortasında mescit yapmaz. Çünkü namaz kılan yok. Niye mescit yapacaksın ki? Eğer ibadet eden de olmasaydı, biz yaratılmazdık. Biz yaratılmasaydık, kâinat yaratılmazdı.



Bedir Muharebesi’ndeydi aziz mü’minler, 313 eshâb-ı kirâm vardı “aleyhimü’r-rıdvân”. Peygamber efendimiz onlara bazı talimatlar verdi. Karşılarındaki düşman askerleri de binin üzerindeydi. Silah üstünlüğü de onlardaydı. Peygamberimiz “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” dua buyurdu, “Yâ Rabbî bunları muzaffer eyle. Çünkü bunlar helâk olursa sana yeryüzünde ibadet eden kimse kalmaz.” Evet yalnız onlar ibadet ediyorlardı. Yahudiler ve Hristiyanlar vardı gerçi ama onlar Cenab-ı Hakk’a şirk koşuyorlardı. Ona ibadet etmiyorlardı. Onun için o yaratılmasa ona ibadet edilmezdi. Ona ibadet edilmeseydi de kâinat yaratılmazdı.



Cenab-ı Hak onu seviyor. Ona salât ü selâm getiriyor. “İnnallâhe ve melâiketehû yusallûne ale’n-nebiyy, yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ.” buyuruyor. “Allahü teâlâ ve melekler peygambere salât ediyorlar, ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun.” (Ahzâb suresi, 56) Onu tasdik etmek, ona tabi olmak hepimize farzdır. Onu daima hatırlamamız lazım, bütün nimetlerin ondan olduğunu hiç unutmayalım. Çünkü onun sevgisi, dünyada da ahirette de insana saadet nasip eder.



BİR AVUÇ ARPALARI DAĞ KADAR ALTINA BEDEL



Eshâb-ı kirâm Peygamberimizi “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” çok seviyordu. Onun için de dereceleri çok yükseldi. O kadar yükseldi ki onların bir avuç arpa sadaka vermeleri, diğerlerinin dağ kadar altını sadaka vermesinden daha kıymetlidir. O bir avuç arpa verecek, sen dağ kadar altını dağıtacaksın, onun sevabı daha çok olacak. Bunlara yetişilir mi? Bunların derecelerine varılır mı? Onun sevgisiydi onları bu kadar yükselten.



Eshâb-ı kirâmdan Zeyd bin Desîne hazretleri vardı “radıyallahü anh”. Düşmanlar, kafirler tarafından esir edildi. Ona dediler ki “Seni öldüreceğiz. Sen bizim düşmanımızsın. Putlarımıza karşısın.” “Siz bilirsiniz.” dedi. “İster misin?” dediler, “Senin yerine Muhammed olsaydı, onu öldürseydik, sen kurtulsaydın?” “Vallahi” demiş, “Deseler ki onun mübarek ayağına bir diken batacak veyahut da seni öldüreceğiz. Ben, beni öldürün, onun mübarek ayağına bir diken batmasın derdim.” Onu bu kadar çok seviyorlardı.



YÂ RABBÎ GÖZLERİMİ KÖR ET!



Abdullah bin Zeyd hazretleri vardı “radıyallahü anh”. Bahçesinde çalışıyor. Hurma bahçesi var. Onlar tabi gündüzleri işlerindeydi. Geceleri geliyorlardı Peygamberimiz “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” hazretlerini ziyarete. Bugün hangi ayet-i kerimeler nazil oldu, ne buyuruldu, onları öğreniyorlardı. İşlerini bırakmıyorlardı. Gene hurma bahçesinde çalışırken Abdullah bin Zeyd, oğlu geliyor. “Baba” diyor, “Sana çok üzücü bir haberim var.” “Hayırdır, yavrum.” diyor. “Peygamberimiz vefat etti.” Bunun üzerine o zat, “Yâ Rabbî ben bundan sonra mescide gidip onu yerinde görmesem dayanamam. Sen benim gözlerimi kör et. O manzarayı görmeyeyim.” dedi ve gözleri kapandı.



Sevban bin Bücdüd hazretleri vardı. Peygamberimiz “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm”a hizmetle şereflenenlerden bir tanesi. O bir gün çok üzüntülüydü. Peygamber efendimiz sordu “Niçin üzgünsün Ya Sevban?” “Efendim nasıl üzülmeyeyim. Biz bu dünyada sizi bir saat görmesek dayanamıyoruz. Düşünüyorum, Kıyamet’te eğer şefaat ederseniz, cennete biz de girersek, sizin Makam-ı Mahmud’da yüksek tabakanız var, makamınız var. Biz alt tabakalarda kalırız. Orda cennette sizi göremeyiz. Nasıl dayanırım ben? Onu düşünüyorum ve üzülüyorum.” Bunun üzerine Peygamber efendimize bir ayet-i kerime nazil oldu. “Allahü teâlâ ve resûlünü sevenler onlarla beraber olacaklar.” müjdesini verdi. (Nisâ suresi, 69) Sevban hazretleri ondan sonra rahatladı.



Ebû Bekr-i Sıddîk’ın “radıyallahü anh” babası son zamanlarda imanla şereflendi. Dedi ki “Yâ Resûlallah. Sizin amcanız Ebû Tâlib iman etseydi ben babamın imanından daha çok sevinecektim. Çünkü ona, siz sevinecektiniz. Siz sevindiğiniz için de benim sevincim daha çok olacaktı.” Ve diğer bütün eshâb-ı kirâm “aleyhimü’r-rıdvân” onu bu kadar çok seviyorlardı. Ve onun için de dereceleri o kadar yükseldi.



Ensar’dan bir hanım sahabenin Uhud Muharebesi’nde babası, kardeşleri ve zevci vefat ediyor, şehit oluyor. Muharebe meydanına geliyor, babasının cenazesini görüyor. Bakmıyor, babası şehit, yerde yatıyor. Geçiyor, “Peygamberimiz nerde?” diyor. Biraz ilerliyor, beyini görüyor, onunla da ilgilenmiyor. “Peygamberimiz nerde?” diyor. Kardeşlerini görüyor, onlar da şehit olmuş. Onlarla da ilgilenmiyor, ta ki Peygamberimiz “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm”ın yanına geliyor ve onu görüyor. “Siz hayattasınız yâ Resûlallah. Gerisi mühim değil.” diyor.



Evet onun için de Peygamberimiz “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” buyuruyor: “Eshâb-ı kirâmı çok seviniz.” “Fe men ahabbehüm fe-bi-hubbî ahabbehüm.” “Onları seven beni sevdiği için seviyor.” “Ve men abgadahüm fe-bi-bugdî abgadahüm.” “Onlara gadap eden, onları sevmeyen, beni sevmediği için sevmiyor.”



BEN DE SENİN ESHABININ KÖPEĞİYİM



Sohbetimizin sonunda Mevlânâ Câmî hazretlerinin bir kıt’ası var aziz müminler, Farisî’dir, çok güzel söylemiş, onu arz edeyim.



Yâ Resûlallah çi bâşed çün seg-i Eshâb-ı Kehf



Dâhil-i cennet şevem der zümre-i eshâb-ı tu



U reved der cennet men der cehennem key revâst



U seg-i Eshâb-ı Kehf men seg-i eshâb-ı tu



Buyuruyor “Yâ Resûlallah! Eshâb-ı Kehf’in köpeği gibi ben de cennete girsem senin eshâbınla beraber, ne olur?”



Malum Eshâb-ı Kehf’in köpeği cennete girecek hayvanlardan bir tanesidir. O iyilerin peşine takıldı. Yani iyilerle beraber olmak, iyilerle dolaşmak ne kadar büyük şeref kazandırır insana. Bir köpeği bile cennetlik yapıyor. Onlarla beraber, Eshâb-ı Kehf’le beraber gittiği için o da cennete girecek.



Peygamber efendimizin eshâbı Eshâb-ı Kehf’ten çok üstündür. Yani dünyaya gelmiş geçmiş bütün insanların, peygamberler hariç, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” en kıymetlisidir, en faziletlisidir. Ondan sonra hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali ve diğer eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” bütün insanlardan daha üstündürler. Eshâb-ı Kehf’ten de daha üstündürler. “Onların köpeği cennete giriyor, ben de senin eshâbınla cennete girsem ne olur yâ Resûlallah?” “Eshâb-ı Kehf’in köpeği cennete girsin, ben cehenneme gireyim, hiç olur mu?” “O Eshâb-ı Kehf’in köpeği ise ben de senin eshâbının köpeğiyim.”



BÜTÜN NİMETLER ONUN HATIRINADIR



Evet, onun sevgisi herkese farzdır, lazımdır. Bütün nimetler ondandır. Ne yesek dünyada, onun nimetidir. Peygamberimiz “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” bir Yahudi’ye misafir olmuş. Davet etmiş. Kırmamış, gitmiş. Diyorlar ki “O Yahudi’ye niye gitti, o Yahudi’nin yemeğini neden yedi?” Yahudi’nin yemeği yenir mi, yenir tabii. Peygamber efendimiz yediği için. Ama diyorlar ki “O Yahudi’nin yemeğini yemedi. Bütün yerde ve gökte ne varsa hepsi onundur. Onun hatırı için yaratılmıştır. O kendi yemeğini yedi. Yahudi’den de olsa, Yahudi’den değil onun sayesindedir, onun nimetidir.” Biz de kavuştuğumuz bütün nimetleri Peygamber efendimizden bilelim. Ona salât ü selâm getirelim. Ondan şefaat isteyelim. O bizi çok seviyor. Peygamber efendimiz ümmetini çok seviyor. Dünyaya geldiği zaman ilk “Ümmetî, ümmetî!” dediği rivayet olunur. Kıyamet’te de bütün insanlar şefaat için yalvaracaklar peygamberlere. “Biz yapamayız, size şefaat edemeyiz.” diyecekler. Neticede Peygamber efendimize gelecekler, ona iltica edecekler. Orda da Kıyamet’te de gene “Ümmetî, ümmetî!” diye bize şefaat edecek.



Hatta bir ayet-i kerime nazil oluyor, Este’îzü billah, “Ve le-sevfe yu’tîke Rabbüke feterdâ.” “Sana Rabbin o kadar çok nimet verecek ki sen razı oluncaya kadar.” (Duhâ suresi, 5) Buna çok seviniyor ve buyuruyor ki “Benim ümmetimden bir tek fert cehenneme girse razı olmadığımı arz edeceğim. Beni de razı edeceğine dair va’d-i İlahî’si var. Öyleyse hepsinin kurtulmasına, cennete girmesine vesile olurum inşaallah.” Bizi bu kadar çok seven bir peygamberi biz nasıl sevmeyiz? En büyük nimet bizim için onun ümmeti olmaktır. Cenabı Hak onun ümmeti olmaya layık eylesin. Onun sevgisini, muhabbetini kalbimizde artırarak devam ettirsin.



Yazımı İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât kitabının, birinci cilt, 272. mektubundaki duasıyla bitiriyorum: “Yâ Rabbî! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymayı bize nasip et. Yanlış ve bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasip et! İnsanların en üstünü hürmetine bu duamızı kabul buyur.”