İslamiyeti, başlangıcından itibaren yok etmek, dejenere etmek, itikat ve ibadet usullerini tahrif etmek için sayısız tezgahlar kurulmuştur. Daha râşit halifeler devrinde yalancı peygamberler çıkmış, arkasından "gerçek İslam" adına hareket ettiklerini iddia eden nice fırkalar görülmüştür. Şartlara göre belirli bir bölgede etkinlik sağlayan "kafaya göre İslam" kumpasları tarih çöplüklerindeki yerlerini almıştır.

İslam'ın esasları, Kur'an-ı Kerim ve Peygamberin Sünnetine dayanmaktadır. İkincil konularda ise şartlara, iklimlere, ihtiyaçlara göre kitap ve sünnet dairesi içinde kalmak şartıyla mezhepler şekillenmiştir. Özellikle ikinci asırda İslam'a karşı kumpasların temelinde uydurma hadis furyasına karşı muhaddisler sağlam yöntemlerle gerçek hadisleri belirlemiş, sınıflandırmış, seçtiklerini sahih kitaplarda derlemiştir. Modern bilimin temellerinden olan referans usulünü ilk defa muhaddis alimler tespit ederek kullanmıştır. Bilim dünyasının hadis âlimlerine sözkonusu borcuna karşın, nedense "bilimsel araştırmalarda yöntem" derslerinde bu gerçeğe temas edilmemektedir. Mesela eski Yunan filozoflarının eserlerinde referans sistemi bilinmemektedir. Bu gerçekten dolayı İslam itikat ve ibadet esaslarının ikinci temel kaynağı olan sahih hadis kitapları, mesela Hıristiyanların kitab-ı mukaddeslerinden çok daha güvenilirdir.

Özellikle sömürgecilik döneminde İslamı dejenere etmek, reforme tabi tutmak, Müslüman ülkeleri ve halkları sömürmek, asimile etmek, köleleştirmek üzere nice projeler hazırlanmıştır. Halen bu kumpaslar bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de her fırsatta gündeme gelmektedir. Fransız cumhurbaşkanının "Fransız İslam"ı önerisi, tarihin çöplüklerinde kalmış binlerce girişimden biridir. Çirkin karikatörlerle, Müslümanların peygamberine hakaret etmeyi fikir özgürlüğüne indirgeme de yine Fransızların arzuladığı Müslümanlıktır.

Bir kısım Fransız medyasının ve liderlerinin çirkin hareketlerine, İslam dünyasının verdiği tepki önemlidir. Hatta mesela Yunan muhalefet lideri dahi yaşananları kınamış, Macron'un politikasının saldırgan ve hakaretâmiz olduğunu söylemiştir. Bu süreçte bir papazın kilisesinden çıkarken katledilmesi, bir Fransız öğretmenin kafasının kesilmesi hiçbir Müslümanın veya insanın tasvip edemeyeceği cinayetlerdir. Bu cinayetleri kınama mesajları da önemlidir. Daha önce birçok örneği yaşandığı gibi sözkonusu cinayetlerin de Fransız derin kurumlarının operasyonu olduğuna dair ciddi deliller bulunmaktadır. Bize göre en önemli delil, bunların faillerinin Müslümanlık olduğu, dolayısıyla İslam düşmanlığı veya Fransız İslamı projesinin ne kadar haklı olduğuna destek olarak kullanılmaya kalkışılmasıdır.

Pakistan ve İran ve diğer ülkelerden Fransa'ya karşı üst düzey tepkiler, toplumsal protestolar elbette gereklidir. Bununla beraber üçüncü sınıf bir derginin, kilise ile irtibatı kalmayanlar tarafından dahi İslam düşmanlığı sözkonusu olunca kahramanlaştırıldığı, dolayısıyla traj patlaması yaşadığı dikkate alındığında, stratejide bazı tereddütler görülmektedir. Öte yandan öncelikle sivil toplum kuruluşları organizasyonuyla Fransız mallarının boykotunun da etkisi sözkonusudur. Bu gibi gelişmeler üzerine Macron geri adım atmış, dini değerlere saygı göstermek gerektiği, fakat bir öğretmenin ve papazın öldürülmesinin doğru olmadığı türünden laflar etmek zorunda kalmıştır.

Paris'teki yöneticilerin "İslam'da reform", "Fransız İslamı" türü hezeyanlarının elbette etkisi vardır. Ancak bunlar daha çok temennide kalmakta, uygulama alanında kendi mahkemelerinden, nihayet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden dönmektedir. Halbuki bu dönemde "İslamı Çinlileştirme" projesi de gündeme gelmiş, önemli uygulamalara geçilmiştir. Çin'in devlet organı tarafından 2018-2022 arasında uygulanmak üzere hazırlanan projeye göre, başta Uygurlar olmak üzere İslamiyet, Çin'in kültür ve değerlerine, özellikle de Çin Komünist Partisi ideolojisine göre dizayn edilmelidir. Bu çerçevede kitaplar yazılarak, uygulamalar hayata geçirilmeye başlanmıştır. Aynı proje kapsamında Hıristiyanlığın da Çinlileştirilmesi bulunmaktadır. Ancak geçen süre zarfında kapatılan bir kilise veya Hıristiyanların dini törenlerine müdahale bilinmemektedir.

İslamın temel kaynaklarının gözden geçirilmesi, Komünist ideoloji doğrultusunda yeni bir sistemin oluşturulması, Çin'in güçlü lideri açısından geri dönüşü olmayan bir proje olarak düşünülmektedir. Halbuki Xi Jinping'den çok daha güçlü liderler mesela Mao veya Stalin'in nice kumpasları neticede ters tepmiştir. Bu coğrafyada İngilizlerin ve Rusların ajan alimler, imamlar, şeyhler üzerinden İslam'ı dönüştürme hevesleri de kursaklarında kalmıştır.

Bütün bu gerçeklere karşın 2020 itibariyle "Çin İslamı" kapsamında korkunç uygulamalar yaşanmaktadır. Birçoğuna Çin'in devlet sitelerinden ulaşılabilecek, teröröle mücadele, ılımlı İslam bağlamındaki uygulamalar, talimatlar ve yasaklardan bazıları:

  • Camilerin yüzde sekseni yıkılarak, bir kısmı eğlence mekanı veya turistik tesis haline getirilmektedir;
  • Müslümanların namaz, oruç gibi ibadetlerine karşı önemli engeller konulmaktadır; mesela sahura kalkması terörist eylem kabul edilmekte, eğitim kamplarına gönderilme gerekçesi olmaktadır;
  • Çocuklara Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma gibi Müslüman isimleri vermek terör eylemi kabul edilmektedir;
  • Seccade, sakal, tesbih, başörtüsü cihadist, terörist eylemlerden sayılmaktadır;
  • Eşi eğitim kampındaki bir Müslüman kadın, evine gönderilen Çinli erkeği kabul etmeğe mecburdur; hediye olarak getirilen etin ne olduğunu sorgulaması, bir Müslümanın alkol almaması da kampa gitmek için yeterli sebeptir…

Belirtmek gerekir ki uzayıp giden bu yasaklar ve emirler listesi, aslında birçok reformcunun arzuladığı türden şeyler olduğu halde Çin bunları fiiliyata geçirmiştir. Özellikle Pakistan ve İran gibi Çin ile siyasi ve ekonomik bağı güçlü ülkeler, bu kapsamdaki uygulamaları da en iyi bilenlerdendir. Buna karşın, Fransa'ya gösterilen tepkinin zerresi Çin'e gösterilmemekte, hatta bir şekilde kendi ülkesinde bulunan Uygurlar, talep edildiğinde derhal Çin'e teslim etmektedirler. Çin'in bu gibi ülkelere ekonomik, siyasi, teknik, finansal vb. desteklerinin aslında ülkelerini kuşatmanın bir parçası olduğunu anladıklarında çok geç kalmış olacaklardır. Elbette Pakistan'ın veya diğer ülkelerin Çin ile de karşılıklılık ve eşitlik temelli ilişkilerini sürdürmeleri gerekebilir. Ancak bunun bedeli, dini değerlere saldırıyı müsamaha ile karşılamak, din kardeşlerine zulüm, katliam ve tecavüzlere sessiz kalmak olmamalıdır. Bu manzara karşısında Fransa'ya gösterilen tepkinin samimiyeti sorgulanmaktadır.