Tanısı Yok, Tedavisi Yok… Çünkü Bilinmiyor
Lenfödem ve Lipödem…
Bu iki kelime, çoğu insanın hayatında hiç duymadığı ya da duyduğunda anlamını bilmediği kavramlar. Oysa bu hastalıklar, binlerce insanın günlük yaşamını, ruhsal sağlığını, sosyal hayatını derinden etkileyen, ilerleyici ve kronik sorunlar.
Ancak daha acı olan şu:
Bu hastalıklar yalnızca halk tarafından değil, tıp dünyası tarafından da uzun yıllar boyunca görmezden gelindi.
Tıp fakültelerinde birkaç satırla geçildi, bazı bölümlerde ise hiç okutulmadı.
Yeni Yeni Tanınan Bir Gerçeklik
Lenfödem, genellikle kanser tedavisi sonrası gelişen bir komplikasyon olarak bilinir. Bu yüzden kanser geçirmemiş hastalarda görülen vakalar çoğu zaman “anlaşılamaz”.
Oysa lenfödemin primer (yani doğuştan gelen ya da sonradan gelişen sekonder) formları da vardır.
Bu form, ne yazık ki çoğu hekimin farkında olmadığı, dolayısıyla teşhis edilmediği bir durumdur.
Lipödem ise daha da trajik bir hikâye…
Çünkü bu hastalık sadece 2018 yılında DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından resmi bir hastalık olarak tanındı.
O tarihe kadar, bacaklarındaki anormal yağlanmayı fark eden binlerce kadın, “kilolusun”, “diyet yap”, “spor yaparsan geçer” gibi yüzeysel ve yanıltıcı yönlendirmelerle yaşamaya zorlandı.
Hiçbir diyetin işe yaramadığı, sporun acıyı artırdığı, dokunmanın bile can yaktığı bir hastalığı, insanlar “sen abartıyorsun” tepkileriyle gizlemeye başladı.
Bir Hastalık Görülmezse, Tedavisi de Olmaz
Lenfödem ve lipödemin en temel sorunlarından biri görünmezliktir.
Ne hastalar kendilerini doğru ifade edebiliyor, ne de sağlık sistemi bu ifadeleri doğru anlamlandırabiliyor.
Birçok hasta yıllar süren şikayetlerine rağmen, sistemden yalnızca şu cümleyi duyuyor:
“Tahlillerin temiz, bir şeyin yok.”
Oysa lenfödem bir laboratuvar sonucu ile saptanamaz.
Lipödem bir MR görüntüsünde görünmez.
Bu hastalıkların tanısı için hastanın öyküsünü dikkatle dinlemek, fizik muayeneyi bilinçli yapmak, özgün semptomları ayırt edebilmek gerekir.
Ama maalesef…
Hastaların büyük çoğunluğu, yıllar boyunca doktor doktor gezerek kendi hastalığının peşine düşer.
Araştırır, okur, yabancı kaynakları inceler, hasta topluluklarına girer.
Sonunda da acı gerçeği öğrenir:
“Bunu sen doktorlara sen anlatacaksın.”
Beden Değil, Ruh da Ağrıyor
Bu hastalıklar yalnızca fiziki değil, ruhsal da yıpratıcıdır.
Bir yandan bedenin değişir, hareketlerin kısıtlanır, bir yandan da çevrenden gelen tepkilerle mücadele edersin.
"Sen neden kilo veremiyorsun?"
"Yürüyüş yapsan geçmez mi?"
"Senin psikolojin bozuk olabilir mi?"
"Bir de estetikçiye görün istersen..."
Bütün bu yorumlar, hastanın yaşadığı gerçekliği değersizleştirir.
Zamanla insan kendi bedeninden utanmaya başlar.
Kıyafet seçemez, toplu taşıma kullanmak istemez, sosyal ortamlardan uzaklaşır.
Ve tüm bunlar, sistemin bu hastalıkları “gerçek” olarak tanımamasının bir sonucudur.
Amaç Suçlamak Değil, Bilinçlendirmek
Bu yazı dizisini hazırlarken niyetimiz kimseyi suçlamak değil.
Hekimlerimizin içinde elbette bu hastalıkları bilen, tanıyan, hatta uzmanlaşan çok değerli insanlar var.
Ancak sorun, sistemin genelinde: tıp müfredatlarında bu hastalıkların yok sayılması.
Ders kitaplarında birkaç satıra sığdırılan, hatta hiç geçmeyen bu hastalıklar; hastaların hayatında dev bir yer kaplıyor.
Dolayısıyla bu farkındalık yazısı sadece hastalar için değil, tıp camiası, eğitim kurumları ve sağlık politikaları için de bir çağrıdır.
Devam edecek…