Sultan III. Mustafa ve I. Abdülhamid Han devri Osmanlı âlimlerinden Kadızâde Ahmed bin Muhammed Emin Efendi (1721-1783), asıl ismi Ferâidü’l-Fevâid fî Beyâni’l-Akâid olan ve İslam dünyasında Âmentü Şerhi olarak şöhret bulan kıymetli eserinde duayı şöyle tarif ediyor:

Dua ibadet demektir. Bunun için namaza dua yani salat denilir. İslamiyet’te dua, Allahü teâlâya yalvararak muradını istemektir. Allahü teâlâ, dua eden Müslümanı çok sever. Dua etmeyene gadap eder. Dua müminin silahıdır. Dinin temel direklerinden biridir. Yerleri, gökleri aydınlatan nurdur. Dua, gelmiş olan dertleri, belaları giderir. Gelmemiş olanların da gelmelerine mâni olur.

Allahü teâlâ Mü’min sûresinin 60. âyetinde mealen “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir!” buyuruyor. Bu âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki dua etmek, namaz ve oruç gibi ibadettir. Allahü teâlâ her şeyi bir sebep ile yaratmakta, nimetlerini sebeplerin arkasından göndermektedir. Zararları, dertleri def için ve faydalı şeyleri vermek için de dua etmeyi sebep yapmıştır. Peygamberler hep dua ettiler. Ümmetlerine de dua etmelerini emrettiler.

DUANIN KABUL OLMASININ ŞARTLARI

Bir hususun gerçekleşmesi birtakım şartlara bağlı olduğu gibi duanın kabul olmasının da şartları vardır. Önce günahlarına pişman olup tövbe etmeli, istiğfar okumalı, sadaka vermeli, imanını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak düzeltmeli, duanın kabul olacağına inanmalı, güvenmeli, iki dizi üzerine kıbleye karşı oturup önce hamd ve salevât okumalı. Kabul olmadı diyerek ümidi kesmemeli, kabul oluncaya kadar uzun zaman tekrar etmelidir. Haram yememeli, haram içmemeli ve haram şeyleri söylememelidir. Farzları yapmalı, bilhassa beş vakit namazı hiç aksatmadan kılmalı, Ramazan orucunu tutmalı ve zekâtı vermelidir.

ÇOK KIYMETLİ BİR DUA

Dua konusunda daha önceki bir yazımda arz ettiğim bu hususları tekrarladıktan sonra, tam da bütün dünyayı saran malum virüs belasının, bizim kapımızı da acaba ne zaman çalacak diye evlerimizde endişeyle bekleştiğimiz şu günlerde çok kıymetli bir duadan bahsedeceğim.

Bu duanın kıymeti, duanın nakledildiği zat sebebiyle bir kat daha artıyor. Çünkü bu dua Peygamber efendimizin vefatından 67 sene sonra Kufe’de doğmuş, Eshab-ı kiramdan bazılarına yetişmiş, çok büyük bir İslam âliminden naklediliyor. Bu büyük zat, İmam-ı A’zam Ebû Hanife Numan bin Sabit hazretleridir. Onun kim olduğunu gelin, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, kendi oğullarından Hâce Muhammed Sa’îd ve Hâce Muhammed Ma’sûm’a gönderdiği bir mektubundan öğrenelim:

Eshab-ı kiramdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sonra gelen müçtehitlerin en büyüğü, İmam-ı A’zam Ebû Hanife’dir. Bu büyük imam, her hareketinde vera ve takva üzere idi. Her işinde Peygamber efendimize tam manası ile tabi idi. İçtihat ve istinbatta öyle yüksek bir dereceye ulaşmıştı ki buraya kimse varamadı.

Ehl-i sünnetin reisi, fıkhın kurucusu İmam-ı A’zam Ebû Hanife’dir. Bütün dünyada tatbik olunan ahkâm-ı İslamiye’nin dörtte üçü onundur. Kalan dörtte birinde de ortaktır. İslamiyet’te ev sahibi, aile reisi odur. Bütün diğer müçtehitler, onun çocuklarıdır. (Mektûbât, II, 55. Mektup)

ZAMANININ BİR TANESİ İDİ

İmam-ı A’zam hazretleri Eshab-ı kiramdan Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ebî Evfâ, Sehl bin Sa’d-i Sâ’idî ve Ebu’t-Tufeyl Âmir bin Vâsile zamanlarına yetişmiştir. Tabiinden de birçok büyük zatlarla ve İmam-ı Cafer Sadık’la sohbet etti.

Talebeleri ile ilim meclislerinde geçirdiği zamanın haricinde kırk sene, yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldı. Bu meclislerde 500 bin din meselesi çözülmüş, hepsi cevaplandırılmıştır. Derslerinde hazır bulunan talebesinden 800’den fazlasının isimleri ve hayatları kitaplarda yazılıdır. Bunlardan 560 tanesi fıkıh ilminde derin âlim olarak şöhret bulmuş, içlerinden 36’sı içtihat makamına yükselmiştir.

Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Melikşah’ın vezirlerinden Ebû Sa’îd-i Harezmî, Ebû Hanife hazretlerinin Bağdat’taki mezarı üzerine mükemmel bir türbe yaptı. Sonraki zamanlarda Osmanlı padişahları bu türbeyi çok defa tamir ve tezyin etti. Hanefî mezhebi Osmanlı Devleti zamanında her yere yayıldı. Devletin resmî mezhebi gibi oldu. Bugün dünya yüzünde bulunan Müslümanların yarıdan fazlası ve Ehl-i Sünnet’in %80’i Hanefî mezhebine göre ibadet etmektedir.

BAĞDAT’TA BİR VEBA SALGINI

Abbâsîler devrinde Bağdat’ta büyük bir veba salgını çıkar. Bu salgında çok sayıda yaşlı insanın yanı sıra Kur’ân-ı Kerîm talebesi ve hafızlardan 12 bin genç vefat eder. Veba sadece Bağdat halkından Mübarek isminde bir tüccarın evinden içeriye girmemiştir. Zamanın padişahı Harun Reşid bunu haber alır ve tüccarı huzuruna çağırır. Nasıl olup da kendisinin ve ev halkının vebadan kurtulduğunu sorar. Tüccar da cevap olarak

Efendim benim evimde İmam-ı A’zam Ebû Hanife hazretlerinden rivayet edilmiş bir dua var. İmam-ı A’zam hazretleri buyurmuşlar ki “Kim bu duayı okursa veya üzerinde taşırsa veya evinde bulundurursa Hak teâlâ hazretleri o kimseyi ve çoluk çocuğunu bu dua bereketiyle vebadan muhafaza etsin.”

der ve Halife’ye aşağıda nakledeceğim duayı gösterir.

DUADAN NASIL HABERDAR OLDUM?

1972’de Bursa Erkek Lisesi’ne yatılı olarak kaydolduğumda rahmetli annem ve babam kardeşimle birlikte Almanya’da idiler. 14 yaşında garip kalmış bir genç olarak Bursa’da bana sahip çıkanlardan biri de Oğuz Elitez Ağabey idi. Ulu Cami’nin batı kapısının karşısına düşen Medrese Pasajı’nda kestane şekeri imalathanesi ve cadde üzerinde de satış yeri vardı. Hafta sonları imalata yardım bahanesiyle yediğimiz kestane şekerlerinin tadı hâlâ damağımdadır.

Şimdilerde 85 yaşını süren Oğuz Abi, son devrin büyük İslam âlimlerinden Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin talebesi olan merhum Hüseyin Hilmi Işık Efendi’nin (1911-2001) sevdiği kişilerden idi. Seneler önce bir gün Bursa’dan gelerek İstanbul Fatih’teki evlerine ziyarete gittiğinde, Hüseyin Hilmi Efendi bir köşedeki bazı hat levhalarını kendisine göstermiş.

Kardeşim bunlardan istediğinizi alın. Bunlar bize, Abdülhakîm Efendi hazretlerinin en sevdiği talebelerinden olan kayınpederim Yusuf Ziya Bey’den miras kaldı. Hepsinde Efendi hazretlerinin hüsnü teveccühleri vardır. Ziya Bey’in evine her gittiklerinde bunlara mübarek nazarları isabet etmiştir.

demişler. Oğuz Abi de 40 cm x 60 cm ebadında, çerçeveli büyükçe bir levhayı seçmiş. Aman bir zarar gelmesin diye Bursa’ya kadar çok dikkat ederek kucağında götürmüş.

Bu levha, en sevdiğinden çok kıymetli bir hatıra olarak şimdi de hâlâ Oğuz Abi’nin Bursa’daki evinin bir duvarında asılı duruyor. Levhanın üst bölümünde nefis bir hatla yukarıda bahsettiğim dua yazıyor. Altında da yine Osmanlıca olarak Bağdatlı tüccar Mübarek’in yukarıda sadeleştirdiğim kıssası anlatılıyor. Levhayı hicri 1317 yani 1899 tarihinde Hattat Mehmed Nazif Efendi (1846-1913) yazmış.

VE O DUA…

Yusuf b. İsmail Nebhânî’nin (1849-1932) Sa`âdetü’d-Dâreyn fi’s-Salâti alâ Seyyidi’l-Kevneyn kitabında da yazılı olan dua şöyle:

İnnehû min Süleymâne ve innehû Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm

Allâhümme innî es’elüke bi adedi halkıke ve zineti arşike ve ridâ’i nefsike ve bi nûri vechike ve meblagi ilmike ve gâyeti kuvvetike ve basti kudretike ve hakîkati şükrike ve müntehâ rahmetike ve bi idrâki meşî’etike ve bi külliyyeti zâtike ve bi külli sıfâtike ve bi tamâmi vasfike ve nihâyeti esmâ’ike ve bi meknûni sırrike ve bi cemîli setrike ve bi cezîli birrike ve bi kemâli mennike ve bi feyzi cûdike ve bi teşdîdi gadabike ve bi sâbiki rahmetike ve bi a’dâdi kelimâtike ve bi gâyeti bülûgike ve bi tefrîdi ferdâniyyetike ve bi tevhîdi vahdâniyyetike ve bi bekâ’i bekâ’ike ve bi sermediyyeti âfâkike ve bi izzeti rübûbiyyetike ve bi cebbâriyyetike ve bi hamdike ve bi mecdike ve bi atfike ve bi birrike ve bi in’âmike ve bi ihsânike ve bi hakkıke ve bi hakkı hakkıke nes’elükallâhümme en tec’ale lenâ şifâ’en ve mahrecen mine’l humûmi ve’l-gumûmi ve’l-vebâ’i ve’l-belâ’i ve’l-fenâ’i ve cemî’ı’l-âfâti ve’l-âhâti fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve bi hakkı kef hâ yâ ayn sâd ve bi hakkı tâ hâ ve yâ sîn ve bi hakkı hâ mîm ayn sîn kâf ve bi hakkı innâ fetahnâ leke fethan mübînâ bi rahmetike yâ erhame’r-râhimîn.

Levhada, duanın dört köşesinde daha büyük harflerle ayrıca şu ibareler yazılı:

Allâhü veliyyü’t-tevfîk

Ni’me’l-mevlâ ve ni’me’r-refîk

Ve mâ tevfîkî illâ billâh

Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh

Yani “Başarının sahibi Allah’tır. O ne güzel dost ne güzel arkadaştır. Başarım ancak Allah’tandır. Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.”

Aynen öyle değil midir? Şu anda dünyanın ister en zengini isterse en fakiri olun, gözle görülmeyen bir virüs karşısında tamamen eşit ve bir bebek kadar savunmasızsın. Allah saklasın, bir de test pozitif çıkmayagörsün, bir anda dünyan kararır ve bir ayağını mezarda hissedersin. Halbuki esas olan varlıkta ve yoklukta, hastalıkta ve sağlıkta, gençlikte ve ihtiyarlıkta Yüce Yaradan’ı hiç unutmamaktır. Onu unutmamak ise lafla değil emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmakla olur.

Tedbir bizden, takdir Allah’tandır. Cenab-ı Hak okuyacağımız bu duayı, din-i mübînine çok büyük hizmetler yapmış olan İmam-ı A’zam hazretlerinin yüzü suyu hürmetine kabul buyursun. Âmin.