Yetmişli yıllarda, müdürümün köyünde, Zulüm diye lakabı olan bir adam yaşarmış. İnsanlar onu pek ciddiye almazlar,

Yetmişli yıllarda, müdürümün köyünde, Zulüm diye lakabı olan bir adam yaşarmış. İnsanlar onu pek ciddiye almazlar, söylediklerine dudak bükerlermiş.



Kimileri de onunla basbayağı dalga geçermiş.



Zulüm “Bir gün gelecek, herkes delirecek ama kimse kendisinin deli olduğuna inanmayacak, herkes başkasını delilikle suçlayacak!” dermiş arada.



Çevredekiler bu sözlerin alt anlamını düşünmez, ona gülerler, laflarıyla eğlenmeye devam ederlermiş. 



Geçen hafta, Yazar Mustafa Aksu’nun “Orhan Gencebay da Çingene’dir.” dediğini, Orhan Gencebay’ın bu cümleye verdiği kıymeti kendinden menkul, garip ve debdebeli yanıtını yazmıştım. 



Bakıyorum da, bu zamanın sanırım genel özelliği bu.



İnsanlar kendilerini savunurken, hedef saptıran, dalga geçen, alaya alan, kendini yükselttiğini sanıp başkalarını aşağılamaya çalışan, hezeyan dolu ve distopik cevaplar veriyorlar. Ya da söylediklerine kendileri yürekten inanıyorlar da bizim kaçırdığımız şeyler var.



Hatırlarsanız Adnan Oktar’da sıranın kendisine geleceğini anlayınca kaçmaya çalışmıştı ama başarılı olamamıştı. Yaka paça gözaltına alınırken veya hâkim karşısına çıktığında, ‘İngiliz derin devletinin kendisini hedef aldığını’ söyleyip duruyordu.



Suçludur veya değildir ben orasını bilemem, yalnız, kadınlarla kafayı bozduğu, gençliğinde yaşamadıklarını yaşlılığında hayata geçirmeye çalıştığı, insanları şantajla elinin/emrinin altında tuttuğu ve milyon dolarlara hükmettiği söylenen/iddia edilen, bana göre geç kalmış bir adamı İngiliz derin devleti ne yapsın?



Nihat Doğan’ın kelime oyunlarını, abartılı söylemlerini biliyorsunuz. Adı, reşit olmayan kızları alıkoyma iddiasına karıştığında yapmış olduğu açıklamaya bakar mısınız?



Nihat Doğan, Beyaz TV'de yayınlanan ve o zaman yorumcusu olduğu ‘Söylemezsem Olmaz' programında konuşuyor.



“Gayri milli medya ve sosyal medyadaki kırıntıları, uzantıları bir haber üzerinden hemen büyük bir linç kampanyasına dönüştürdüler işi. Gözaltı mözaltı, böyle şeyler yok. Konu zaten yargıya aksetmiş durumda. Ama şunu söylemek gerekirse bizi bilen bilir, bilmeyen de kendi gibi bilir. Gerekli görülürse önümüzdeki günlerde geniş kapsamlı bir basın toplantısı yapıp konuya açıklık getiririz!” diyor ve şöyle devam ediyor:



“Milli bir adam istemezler, özellikle Türkiye'nin bölünmesi noktasında verilen yoğun bir saldırı devam eder ve gün geçtikte artarken, bizim de özellikle toplum refleksini dinamikleme noktasında çok önemli direniş hatlarından olduğumuzu herkes biliyor. Gerek 15 Temmuz'da, 17-25 Aralık'ta, her şeyde, demokrasinin ve milletin yanında durduğumuz için ve milleti de tetiklediğimiz için, mazlumların, fakirin, fukaranın, garibin, çoluğun çocuğun yanında durduğumuz için Nihat Doğan çok önemli bir simgedir. Nihat Doğan'a yıllarca saldırılmasının en büyük nedenlerinden bir tanesi de budur. Nihat Doğan'ı yok ederlerse, diğer direniş hatlarını yok etmek kolaydır. Nihat Doğan bir misyondur, Anadolu'nun misyonudur, Anadolu insanıdır. Edirne'den Hakkâri’ye kadar Nihat Doğan bu toplumun simgesidir.”



Normalde ne olmuş, Nihat Doğan, toplumun ve yasaların affetmediği bir konuda suçlanıyor, hakkında iddialar var. Çıkarsın, ‘aslı var’ veya asılsız konu ile alakalı konuşur, iftiradır veya yanlış anlaşılmıştır deyip meramını anlatırsın öyle değil mi?



Hakikaten şaşkınlıktan öylece kalıyor insan. Hepsi kendi içinde okkalı olan bu kadar cümleyi bir araya getirmek, üst perdeden söylemek maharet ister ve dahası hayret verici...



Hatırlarsanız Orhan Gencebay’da benzer bir yanıt vermiş, “Çingene olsam ne değişir, Kırım Türkü olsam ne fark eder, hiçbir kavmin birbirine üstünlüğü yoktur,” diyeceği yerde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Fatih Sultan Mehmet’i işin içine karıştırmış, abartmış ve şaşırtmıştı.



Nihat Doğan’ın, Adnan Oktar’ın, Orhan Gencebay’ın kendilerini savunurken kurdukları cümlelere baktığınızda kendilerini çok farklı görüyor olmalılar.



Gerçekten bir insan fazla pohpohlanınca, bir müddet sonra gerçeklikten uzaklaşıyor ve patolojik bir vakaya mı dönüşüyor, ben anlamıyorum.



Dedim ya, yetmişli yıllarda, müdürümün köyünde, Zulüm diye bir adam yaşarmış. Bu adam ilkokul mezunuymuş ama çok akıllı ve bilgiliymiş.



Zulüm “Bir gün gelecek, herkes delirecek ama kimse kendisinin deli olduğuna inanmayacak, herkes başkasını delilikle suçlayacak!” dermiş.



Ben bazan, o zamanın geldiğini düşünüyorum. Çünkü bu yaşadıklarımız, ya şaka olmalı ya da hepimiz delirdik de kimse kendisinin deli olduğuna inanmıyor.



Üstelik tüm bu yaşananlar İngiliz derin devletinin işi de olabilir.