“Cennetten gönderilen yaprak” olarak tanınmış kağıt paranın “Cehennemin kuru, dikenli dallarına” nasıl dönüştürülebileceğine buyurun beraber bakalım.

Çekoslovakya ve Vietnam komünizm etkisine girdiklerinde iki çok iyi arkadaş oluverdiler. Birbirlerine gemiler ile mallar gönderdiler. Birbirlerine hep destek oldular. Fakat Vietnam görece daha fakir bir ülke idi. Parasının değeri çok daha düşüktü. Ve beklenen oldu. Bir gün geldi aldığı malların bedelini ödeyemedi. Fakat dostuna mahcup olmakta istemiyordu. Ona borçlu kalmayı düşünemezdi. Çünkü ve aslında ondan halen büyük beklentisi vardı. İtiraf etmek gerekirse onsuz beslenemezdi bile… Günlerce ne yapacaklarını tartıştılar. Onlardan aldıkları malların karşılığını mutlaka, acilen ödemelilerdi. Ama üretimi yetersiz bir ülke olarak ellerinde bir şey yoktu. Ürettikleri kendilerine bile yetmiyordu. Koca bir ülkeyi sadece kağıt para yönetimi, para politikaları, borç, yapılandırma, swap ile döndürme, yeni ve garip metodlar arama girişimi paralarını kuru dallar gibi titrek bırakmıştı. 

Neyse ki komünist anlayışları özelleştirmeye müsaade etmiyordu. Yoksa ülkeyi satıp satıp yemeleri içten bile değildi.

Vietnam cephesinde yapacak çok bir şey yoktu. Ve Vietnam hükümeti Çekoslovakya’ya bir teklif sundu.

“Evet size borçlandık ama maalesef para ile ödeyemiyoruz. Bu sebeple size kendi insanımızı verelim. Size bağımlı olsun. Size çalışsın.” Öneri Çekya tarafından hemen kabul gördü. Gönderdikleri Vietnamlıların kimi mutlu oldu, kimi olmadı. Ama bildiğimiz birşey var ki o da insanların seçme şanslarının olmaması idi... Vietnam, ne acınası ki! Borcunu para vererek değil, kendi halkını vererek ödeyebiliyordu. Vietnam’da halk, maldan, paradan daha değersizdi. 

Halen ikinci Dünya savaşının hasarı altında bulunan ve atılıma ihtiyaç duyan şimdi ki Çekya’nın, bu ucuz iş gücüne ihtiyacı vardı. Vietnamlı bu insanlar, Çekya’da barınma ve beslenme karşılığında, banyolu bir evde oturamadan, sinema, tiyatro bilmeden, pastane görmeden, insanlık onuruna pekte yakışmayan şartlarda, uzun süre çalıştılar. Ta ki Yugoslavya dağılıp, Çekya’da kömünizm çökene kadar köle vari durumları devam etti. Yugoslavya’nın dağılması ve komünizmin sonlanması ile Vietnam hükümetince kaybedilebilecek, değersiz, ucuz görülen Vietnamlılar, Çekya’nın yeni özgürleri oluverdiler. Bugün halen Çekya da yaşayan bu insanların bir çoğu kıt kanaat geçiniyor. Kariyer yapamıyor. Bahçe heykeli, çiçek satarak ve bir çok kadın kamyonlara hizmet vererek geçiniyor. Çek vatandaşı olmalarına rağmen, aynı saygıyı gördüklerinden pek bahsedilemez.

Evet tarih sayfalarında borcunun karşılığında halkını köle edenler oldu. 

Çünkü halkın seçimleri ya da hataları görmesine rağmen sessiz kalıp, görmezden gelip dilsiz şeytan olması ile ülke adaletsizliğe, cehenneme hızla dönüşür. Ve günün sonunda elbette halk kendi seçimlerinin sonuçlarını yaşar… 

Üretmeden, çalışmadan tüketerek, borç, kredi alarak, tembellik yaparak, zaman öldürerek sadece zaman değil medeniyet, onur, istiklal katili olmuş insanlar, acıları hep ceplerinde taşırlar. 

Halk için değil, şahsi menfaatler için çalışan hükümdarlar, kısa sürede ülkeye ‘fakirlik’ getirir. Her şeyi satar satar yer. Başka milletlerden borç alır onu da yer. Sonra bu borçları ödeyemez. Borcu, yüksek faiz, bedel ödeyerek tekrar yapılandırmaya çalışır. Eee tabi imtiyaz vermeler başlar. Ama bir kere bile olsun üretim fazlası verip borç ödediğini gören olmaz. Çünkü fazla varsa, kendi başarısıdır, o fazla hükümdarın hakkıdır. Halkta kimdir. Hepsi bir köşede dilsiz uşak kalmalıdır. Halka, seçiminin bedeli, yanlışa yürümenin bedeli bizzat ödetilir. Bazen doğrudan doğruya ailelerinden kopartılıp yabancı ülkelere köle gibi borç karşılığı satılır. Bazen de gelişmiş ülkelerden alınacak teşvik, para için; Demografik yapısını koruyamamış, hatta bozmuş, eğitim seviyesi düşük, medeniyet algısı olmayan, kaos ortamında yaşayan toplumlar ile kendi halkını asimile etmek ve binlerce yıllık örf, adet, ahlak, disiplin bilen genlerini bozmak karşılığında ülkeye para sokmak istenir. Sözüm ona bu da mağdur halkları korumaktır. Özünde ise kendi cet, geçmiş, tarih, toprağını işleyememiş, bilinçten yoksun bırakılmış insanlar ile karışma yöntemiyle, aynı hastalığı o millete de dağıtmaktır.

Çünkü ancak bu sayede güçlü yani emperyal olarak tanınan ülkeler bu topraklarda söz sahibi olup, yönetimi ele alabilir. Kapitülasyonlar uygulayabilir.

Bilinçsizliğin, tembelliğin yayıldığı toplumlar asla medeni kalamaz. Adaleti bulamaz. Bırak onları dedelerinden devraldıkları ırklarını, genlerini dahi koruyamaz. Hızla bilinçsizlik zombisi, çürümüş toplumlara dönüştürülürler. Zaman katili, kahve köşelerinde zaman öldüren bu toplumlar, tarihsel, zamansal ve haliyle tarihsel değerlerini de kaybederler. 

Mesela Türk ise bu asimilasyona uğrayanlar, zaman içinde Oğuz boyluğundan, Kıpçaklığından, Kumanlığından, Timurdan, Alparslandan, Kanuniden kendine devrolmuş genleri kaybedeceklerdir. Göç almış, sığınanlar ile karışacaklardır. 

Geçmişi, kültürü karıştırılmış toplumlar ne oradadır ne burada… 

Ne “itibâri parası” yani “insanlık itibarı” kalmıştır. Ne toprağı kalmıştır. Vatandaşlığı bile promosyon olur. Artık onlar araftadır. İki arada kalmış, sınavı verememiş, yönünü kaybetmişlerdendir. 

Onlar, ekonomi ve ahlak anlayışları değiştirilerek “Cehennemin kuru, dikenli dalları” gibi bir anda parlayıp, kül olurlar. Acıyla yok olurlar…