Düşünün Fransadasınız…
Ülke çok yoğun mülteci akınına uğramış durumda... Kabul edilebilir seviye %1 iken nüfusun %20’sini onlar oluşturuyor. Öyle bir yoğunluk ki bu! Aradan 12 yıl geçtikten sonra, hiç bir alanda bir türlü net rakamların verilemediği bir Fransa’ya dönüşüyor…
Bazı dairelerin, organların nüfusun %20’si mülteci dediği, yani yaklaşık 17 milyon kişi dediği, sonra aman efendim yanlış anlaşıldı 4,9 milyon kişi dendiği bir Fransa hortluyor… Halk öğrenmek istese de kafa karışıklığı yaratacak bakanlık seviyelerinde dahi bambaşka rakamların teleffuz edildiği bir yer haline geliyor...
Ülkeye mülteci akınının başladığı yıl 2011 mayıs olsa, aynı gün ülkenin insanî değeri, yani döviz (dolar) kuru 1,51 iken, aradan geçen 12 yıl sonundaa tarihinde hiç görmediği bir seviyeye 27’lere çıksa… Yedi milyon nüfuslu Bulgaristan Levası bile 15 kat değerlenmiş olsa…
Enflasyonu %10 seviyelerinden, tarihinde hiç görmediği kadar yükseklerde görse… İşin profesörleri, uzmanları olan araştırma grubunca %123’e çıktığı duyurulsa…
Dış borç, yani ele, yabancıya borç hiç olmadığı kadar yükselse...
Bütçe açığı ve israf engellenemez hale gelse... Denk olması gereken ‘denk bütçe’ sürekli artırıldığı halde kısa sürede tekrar açık verse...
Sanatın, saniliğin, düşüncenin, fikir jimnastiğinin ve sanatçıların hor görüldüğü, konserlerin sıklıkla iptal edilmeye başlandığı, hoş görülmediği bir ülke olduysa...

Yine son 12 yılda şehir eşkiyalıklarının arttığı, terörün şehre indiği, hukuka güvenmek yerine, halkın kendi hesabını kendisinin çözmeye çalıştığı, bireysel silahlanmanın hat safhaya çıktığı, mafyatik insanların çoğaldığı, hücrelere enerji, şifa veren mitokondrilerini bize aktaran ve böylece soy kavramını oluşturan annelerin, kadınların eşya gibi görülme oranının yükseldiği, kadın cinayetlerinin zirve yaptığı, bunun elbette soy seyreltmeye yönelik ilk adım olarak görülebileceği, arap kökenli mülteci kültürünün benimsenmeye başlandığı, asimilasyonun yavaşça işlediği, ölmüş kuruculara hakaretin arttığı, hırsızlığın ayyuka çıktığı, dincilerin faiz, kur, rant ile kazanç sağladığı, deistim diyenlerin sayısının çoğaldığı, ama diğer taraftan kutsal kitaplarını görmezden gelip, 200 yıl sonra yazılmış, 200 yıl dilden dile dolaşmış, haliyle değişme olasılığı yüksek, hadis dinciliğinin arttığı ve şeriat söylemlerine başlandığı, laikliğe, yani liyakatlı kişilerin bürokrasi de olması gerekliliğe tepki gösterilmeye başlandığı, laik siz, layık sız, liyakat sız ‘aman bizim kilisenin, papazın adamını yerleştirelim’ denilen bir Fransa’ya dönüştüğünü hayal edin…
Lyon kentinde mültecilerce “Buralar bizimdi, ülkemize geri katacağız” eylemleri yapılan bir Fransa’ya dönüşse mesela...
Mültecilere sosyal güvenlik hakkının bedava sağlandığını, ilaç, muayene, müdahalenin bedava olduğunu… Ama Fransızların ücretli ya da sosyal güvenlik primi ödeyerek ancak bunlardan faydalanabildiği, bu sebeple iş yerinde SGK’sız çalışmak istemediğini, mutlaka çalıştığı yerden SGK talep ettiği için “maliyeti yükseldi” diye Fransız’ın işe alınmadığı bir ülkeye dönüşen bir garip Fransa…
Fransız çalıştırma maliyeti, mültecilere nazaran daha yüksek denilerek Fransızların işe alınmadığı bir ülke… “İyi de Fransızlar aileleri ile yaşıyor” demiyor kimse... “Okul, kira, yeme, içme maliyetleri artan enflasyon ile hat safhaya tırmanmış” demiyor...
Mültecilerin seferberlik halleri sebebiyle toplu yaşayıp, çocuk okutmayıp maliyetlerini düşük tutabildiği bir yer aynı zamanda… İşverenlerinin daha çok kazanma sevdasıyla işe alımlarda mülteci tercih edebildiği, kısa vadede para kazandığı, uzun vadede bilinçsiz, aç, yoksun, milletsiz kalmaya yönlenmiş bir Fransa düşünün…
Yine Fransa’da iş gücüne dahil olmayan nüfus sayısının 26,9 milyondan 12 yılda 30,3 milyona yükseldiği çeşitli kurum haberlerinden öğrendinizi… 12 yılda yaklaşık 4 milyon kişinin iş gücüne katılamadığı, halkının, özellikle gençlerinin enerjisinin boşa akıp, israf edildiği bir Fransa…
Açıklamalara göre merkez bankası döviz rezervlerinin hızla eridiği, hatta rezervlerin eksiye indiği bir ülke…
Sık sık haberlerde, mültecilerin kendi ülkelerindeki ailelerine 50-100-1000 özet ile o ay kaç dolar yapabildiyse, bazı dövizci ve kuryeler aracılığı ile milyarlarca dövizi her ay ülkeden çıkardığını ve dövizin yükselmesine direkt katkıda bulunduğunu öğrendiğiniz bir ülke…
Dövize bağlı olarak ilaçların tamamının ülkeye gelmediğini, buna rağmen gelenlerin mültecilerce bedava yazdırılabildiği, hatta onların da bu ilaçları kaçak yoldan kendi ülkesindeki ailelerine gönderdiği...
Bunların hepsi ve bir çoğu sebebiyle, yani arz-talep ilişkisine bağlı dövizin azalması ile, ülke parasal değerinin sürekli azaldığını haberlerden öğrenen bir ülkeye dönüşseniz…
On iki yılda Fransa, mültecileri rahatça içeri alan ve ülke de serbestçe dolaşabilen bir ülkeye dönüşmüşse… Ve bunları gören Fransa’nın bilinçli halkı mültecilerden şikayet etmeye başladıysa…
Burada soru; Bilinçli mülteci dostumuza olabilir. Halkın bu tutumunu eleştirebilir misin?...
Senin ülkeni bu şekilde gerileten, medeniyetten, aştan adım adım uzaklaştıran bir akım olsa, sen onu ülkende ister misin?..
Hem sen ülkenden bunlar yüzünden kaçmadın mı?.. Şimdi burayı da kaçtığın yere çevirme gayreti doğru mu?..