Günü, gün ile kurtarayım derken bazen gün bir önceki günden daha çıkar karşımıza. Elini tutup, ayağa kaldırmaya çalışırsın birilerini. Günün sonunda bir bakarsın elinin tersiyle o seni itmeye başlar. Kendimize kızdığımızla kalırız. Merhameti yanlış bedenlere saklanan yüreklerde arar oluruz bazen.
Hatalı olan hangi taraf bilinmez. Ancak bakış açısı iyileştirilerek denge sağlanır. Her birimiz baktığımız yerden haklıyız. Burada asıl mesele karşımızdaki insanın gözünden bakmak. Biraz olsun düşünmek gerekiyor. Ama her şeyden önce okumak! 
Okumadan öğrenilen her bilgi sadece beyni sığlaştırır. Elinizde koskoca bir masa varken, bir köşesini kullanmanız kadar manasızdır; okumadan öğrenmemiz. Okunan her kitap bambaşka bir dünyanın kapılarını açar. Sizi usulca bu kapıdan içeriye davet eder. Üstelik bu davet, kabul edilmiş bir davettir.
Konfor ise burada başlar. Size tılsım gibi gelir. Ancak yeri önceden belli olan bir puzzle parçası gibi hayatınıza uyumlanmıştır. Harika değil mi?
O kitaplarda olduğu gibi birbirimizin hayatına konuk oluyoruz. Bazen örseleniyoruz. Ama yürüdüğümüz yolların çukurları yeri geliyor; bir başkasının yoluna ışık olup aydınlatıyor, pusula olup yol gösteriyor. Bizi birbirimizden itmeden uzayıp gidiyor.
Kurgusu size ait olan efsane bir roman. Satır aralarında kaybolduğunuz değil. Sözcükleri sizin yazdığınız. Nasıl da harika bir his! Kelimelerin aralarındaki boşluklar gibi dinlenmenize fırsat veren boşluklarınız olmalı. Durmalısınız!
Kendi hayatınıza bir tabloyu inceler gibi geriye çekilip bakmanız gerek. O tablonun içindeyken mutlu olup uzaklaşıp baktığınızda hıçkırıklara boğulabilirsiniz, kahkahalarla gülebilirsiniz. Bu tablonun içindeyken zorlaşan durum ve olaylar, bir an olsun uzaklaştığınızda size gerçekleri gün gibi gösterecek. Siz gerçeklerle yüzleşmeye hazır mısınız? Cevabınız evet ise,  kapatın gözlerinizi ve şu andan itibaren geriye çekilerek dinleyin!