“Bismillah” sözünün İslâm Nişanı olduğu hakikatine gelince; nasıl ki, her doğan çocuğa bir kimlik çıkarılır. Nitekim her çocuğun resmen edindiği ilk şey kimlik kartıdır. Böylece çocuğun vatandaşlığı resmen gerçekleşmiş olur. Çünkü vatandaşlık bir intisap, bir bağlanış ve bir mensubiyettir. Bu şekilde doğan çocuk devletle irtibatlandırılmıştır.

Artık o, devletin bir ferdi ve bireyidir. Sırasında kimliğini göstermesi ondan istenir. Bundan dolayıdır ki, ancak bu şekilde hür ve rahat dolaşım imkânına kavuşmuş olur. Ancak bu şekilde rahat yaşama hakkını elde etmiş sayılır. İstendiğinde kimliğini gösteremediği takdirde tutuklanır. Vatandaşlık haklarından mahrum edilir. Hürriyetinden olur. Âdeta bir tutsak muamelesi görür. Çünkü kimliksizdir. Kimliğini, yâni devletin vatandaşı olduğunu belirten resmî belgesini kaybetmiştir.

Demek ki, yurt içinde bile, kişinin kimliksiz dolaşması, başına çok işler açar. Onu zor durumlarda bırakır. Çünkü kimliksiz olmakla, ortada kalmıştır. Devletle irtibatını ve bağını sağlayan belgenin bulunmayışı, onun daima başına iş açacaktır.

Kimlik kartı, yurt içinde nasıl önemliyse, yurt dışında da kimlik kartı yerinde olan pasaport, o nisbette önemlidir. Yurt dışına pasaportsuz çıkamadığımız gibi, yurt dışında pasaportsuz dolaşamayız da. Çünkü pasaport almamakla, o dış ülkeyle bağ kurmamış, o ülkenin iznini almamış, o ülkenin bilgi dairesine girmemiş oluruz. Bu da bizim ilk fırsatta tutuklanmamız veya sınır dışı edilmemizle sonuçlanır.

Aynen bunun gibi, kimlik / pasaport / parola yerinde sayılan “Şu mübarek kelime (yani “Bismillah” lâfzı) İslâm Nişanı’dır.” O’nsuz / Bismillah’sız olarak, yeryüzünde istediğimiz gibi hareket edemez. Kendimizi cansızlar, bitkiler ve hayvanlar karşısında yalnız hisseder. Hattâ onların düşmanlığını bile üzerimize çekeriz. İşte “Bismillah” söylemi varlıklara karşı, sözlü bir pasaport ibrazıdır.

Nitekim geceleyin kendisini yoklayan subayına bile asker “Dur kimdir o?” diye seslenir. Yaklaşmasını yasaklar. Subay durmak zorunda kalır. Ancak parolayı söylediği takdirde, nöbetçi erin yanına gelebilir. Aksi hâlde asker; parolayı bilmediği halde yaklaşmak isteyen herkese; kim olursa olsun ateş açıp vurabilir ve bu yaptığından dolayı sorumlu olmaz.

Aynen bunun gibi, dünya da Allah’ın bir ordugâhıdır. Bütün mahlûkat Allah’ın askeri olup, insan ise subay hükmündedir. Askerlerin subaylarına itaat etmeleri lâzım geldiği, bütün erata bildirilmiştir. Er, nerede olursa olsun, subayının buyruğuna girmeyi kendine vazife bilecektir.

Fakat buyruğa girmesinin, emre uymasının tek bir şartı vardır. Subay da, subay olduğunu göstermeli, yani subaylık kimliğini ortaya koymalıdır. Bu ise resmî üniformasını daima giyip kuşanmakla sağlanır. Sivil giyinmiş bir subayın, subay olduğu anlaşılmadığı için, emrine itaat edilmez.

     Öyleyse insanın “Bismillah” lâfzını, her zaman her yerde kullanması, onun kimliğinin bir nişanesi.

     Diğer mahlûkata karşı üstünlüğünün belirtisi.

     Âdeta diğer mahlûkata karşı kimliğini anlatan parolası.

     Sanki diğer yaratılmışlardan kendisini ayıran resmî elbisesidir.

     Bu elbise ve bu parolayla insan, emniyetle her yere girip çıkabilir.

     Bu bildiriş, bu görünüş ona bütün mahlûkatın saygı duymasını temin eder.

     İnsan ancak bu üniforma ile yâni “Bismillah” parolası ile hürriyetini eline almış olur.

     Evet, “Bismillah” bir intisaptır demiştik.

     Çünkü “Bismillah” Allah’a bağlı oluşun resmidir.

     Bütün bunlar tüm varlıklara karşı Allah katındaki yerimizi göstermek,

     Allah yanındaki değerimizi belirtmek içindir.

     Bütün bunlar Allah adına hareket ettiğimizi,

     O’nun adına varlıklar üstünde tasarruf hakkımız olduğunu duyurmak içindir.