İnceleme yazılarımda bu zamana kadar sizlere klasiklerden ve Türk romanlarından bahsettim. Bundan sonraki yazılarımda zamanla, tarih, biyografi ve kişisel gelişim kitaplarına da mutlaka yer vereceğim. Ancak okuyucusuna inanılmaz düşünce derinliği kattığına inandığım bir tür daha var.  Bu da tabii ki polisiye romanları.

Polisiye romanları okuyucusunu roman boyunca bilmeceleri çözmeye, kurgunun detaylarını keşfetmeye ve suçluyu bulmaya zorlar. Macera boyunca sürekli bir arayış içerisinde oluyorsunuz. Dolayısı ile kişi polisiye okurken düşünür, merak eder, sorgular ve tüm bunların hepsi beynimizi çalıştıran faaliyetlerdir.  

O yüzden düzenli polisiye okuyan kişilerin daha analitik düşünebildiğine ve yaratıcı olduğuna inanıyorum. Bu tarz insanlar hemen her konuda anlık gelişen olaylara karşı bir plan oluşturabilirler. Aylık okuma listelerimize bir tane de polisiye eklemek hiç de fena olmaz.

Bu haftaki yazımda siz kıymetli okurlarım için Maurice Leblanc’ın Oyuk İğne isimli polisiye romanını inceledim. Herkese keyifli okumalar dilerim.

MAURICE LEBLANC

 1864 – 1941 yılları arasında yaşamış olan Fransız yazar Maurice Leblanc eserlerinde polisiye ve bilimkurgu türünü ele aldı.

1870 Fransa-Almanya savaşı sırasında babası Leblanc’ı İskoçya'ya gönderdi. Fransa'ya döndükten sonra eğitimini Rouen'de tamamladı.

Babasının kendisi için bir kart fabrikasında amaçladığı kariyerini reddeden Leblanc, bunun yerine 1888'de yazmaya devam etmek için Paris'e gitti.

Yaratmış olduğu Arsen Lüpen karakteri ve onun heyecan dolu serüvenleri 1905 yılında Je Sais Tout’da tefrika edilmeye başlayınca Maurice Leblanc tanınmaya başladı ve üne kavuştu.

Bir dönem Arsen Lüpen hikayelerini yazmaktan vazgeçmeyi düşündü ve kahramanını öldürmeye çalıştı ama ilerleyen zamanlarda karakterini yeniden canlandırdı.

Peyami Safa, Arsen Lüpen kurgusundan etkilenerek Cingöz Recai karakterini yaratmıştır ve oldukça ilgi görmüştür.

Oyuk İğne, Sekiz Yüz On Üç, Herlock Sholmes’e Karşı, Kristal Tıpa ve Kibar Hırsız çok bilinen Leblanc romanlarındandır.

 

OYUK İĞNE

 Maurice Leblanc polisiye romanlarında protagonistini kanunun karşı tarafında yarattı. Arsen Lüpen kibar, saygılı ve zeki bir karakter ancak polisi parmağında oynatan bir hırsızı canlandırıyor ve her kitabında bizi heyecan dolu serüvenle buluşturuyor.

İşte bunlardan en ilgi çekenlerinden biri olan Oyuk İğne, Fransa krallarının Sezar zamanından bu yana birbirlerine aktardıkları tarihi bir sırrı da saklıyor. Kitabın kurgusunda hazine değerindeki tabloları çalan, inanılmaz zeki taktiklerle oyununu oynayan Arsen Lüpen'in karşısında üç hırslı dedektif  bulunuyor. Çalınan tablolarla birlikte bir kadının da kaybolması sonucunda, dedektiflerden Ganimard ve Herlock Sholmes kibar hırsızı yakalayabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ayrıca henüz lise öğrencisi olan ve çok zeki bir dedektif olma yolunda ilerleyen genç Beautrelet ise Lüpen’e bu müthiş polisiyede soluk aldırmıyor.

Bu üç korkusuz dedektif Oyuk İğne’nin gizemini çözebilmek için uğraşırken, Lüpen’de polisi parmağında oynatmaya devam etmek için elinden geleni yapıyor ancak yaşadığı bir aşk onu bu kovalamacada epeyce zora sokuyor. Kitabın kurgusu dahice yazılmış , ayrıca sürükleyiciliğinden dolayı da inanılmaz beğendim. Bir günde bitirebileceğiniz bu romanı, polisiye sevenlere kesinlikle tavsiye ediyorum.

Ancak romanı tavsiye etmemin dışında, eleştirmek istediğim bir yanı var. Bu zamana kadar kitap incelemelerimi yaparken bardağın hep dolu tarafından bakarak, olumlu yanları dile getirdim, çok fazla eleştiriye girmeden kitap neyi anlatmak istiyorsa, özetle sizlere onu aktarmaya çalıştım. Leblanc ‘ın bu eserinde eleştiri yapmam gereken bir konu olduğunun zorunluluğunu hissediyorum.

Maurice Leblanc'ın kitabındaki protagonisti Arsen Lüpen'in karşısına dedektif olarak Herlock Sholmes karakterini yaratmasını, Sir Arthur Conan Doyle ve karakteri Sherlock Holmes'e saygısızlık olarak düşünüyorum. Bir yazarın, başka bir yazarın ana karakterini konu etmesi ve kurgusunda kendi protagonistine karşı bu karakteri mağlup etmesi bence büyük bir ayıp. Leblanc, Lüpen’in karşısına istediği kadar dedektif yaratabilirdi ancak bu Conan Doyle’un protagonisti Sherlock Holmes’ü akıllara getiren Herlock Sholmes olmamalıydı.

Yazımı her zaman olduğu gibi kitaptan aldığım güzel bir alıntıyla sonlandırıyorum.

‘’Hayatın sıradan olduğunu söylüyorlar ama hayat son derece sevilesi bir şeydir, sadece nasıl yaşayacağını bilmek gerekir.’’

Çok okuyun, kitapla ve sevgiyle kalın…