Nasılsın okuyucum? Demek iyisin! İyisin öyle mi? Hımm!... Bak benim canım çık sıkkın. Ne yalan söyleyeyim bu gün senin de canını sıkmak istiyoru

Nasılsın okuyucum? Demek iyisin! İyisin öyle mi? Hımm!... Bak benim canım çık sıkkın. Ne yalan söyleyeyim bu gün senin de canını sıkmak istiyorum. Kötü müyüm? Evet kötüyüm. Sana bir şey anlatacağım. Bakalım hala iyi olacak mısın göreceğiz. Önce çay. Çaysız olmaz. O yüzden şöyle çayını da hazırla bakiim! Geldiyse buyur dinle… Hadise yakın bir tarihte bir şehrimizin bir köyünde geçiyor. Dikkatinin çekerim, memleketimiz dedim.
Dört-beş genç bir dut gölgesi bulmuşlar muhabbet ediyorlar. Genç muhabbetini bilirsiniz işte. Şen şakrak, gürültülü olur… Şakalar yapılıyor, kahkahalar atılıyor falan… Olacak olur derler hani. Nasılsa gençlerden biri nerden bulduysa bir tabanca çıkarıyor cebinden. Ortam birden alevleniyor. Ee damarda kanın hızlı aktığı zamanlar. Silah merakı buradan… Şimdi tez canlı okuyucu “Ha yazar efendinin can sıkıntısı dediği bu anlaşılan. Vatandaşlarımızın silaha bu kadar çabuk ulaşmasından, bu durumun gençlerimizi ve bizi rahatsız etmesinden bahsedecek” diye düşünebilir. Haklıdır. Allah var can sıkıcı bir durum. Fakat ben daha farklı bir şeyden bahsedeceğim.
Silah diyorduk değil mi? Bereket versin gerçek değil. Şu ses mermisi olanlardan... O anda bir heyecan dalgası oluşuyor demiştik. Hepsi sanki yıllardır silah kullanıyormuş gibi atıp tutuyorlar. Zannedersin meşhur silah tüccarları. “Yok şöyle sıkarsan şöyle olur, yok geçende şöyle atmışta şöyle olmuş” gibi cümleler öyle yüksek sesle seslendiriliyor ki şaşarsınız. Bu tartışmayı bir şey bölüyor. Sohbetin böyle hız aldığı bir zamanda bizim büyük silah kullanıcılarının yanına zavallı bir eşek geliyor. Neden zavallı dediğimi birazdan anlayacaksınız.
Bu arada, neşen ne alemde kıymetli okuyucu? Hımm, keyiflisin. Demek hala iyi… Az daha bekle sen, az!
Eşek demiştik. Pardon zavallı eşek demiştik evet! İşte bu zavallı hayvan bahsettiğimiz topluluğun yanına gelince birden tartışmanın odağı oluyor. Zira gençlerden biri heyecanla “Di bakım ağalar söleyin! Bu ses mermisini eşeğe sıksak ne olur?” diye büyük soru ortaya atıyor. Hemen baştan söyleyeyim. Bir hayvana böyle bir muamele hiç normal hatta, insani değil. Canımızı sıkacak bir meseledir. Fakat benim bahsini edeceğim bu da değil. O yüzden ivedilikle konuya dönüyorum.
Eee, usta atıcılar yukarıdaki soru üzerine tabi ki ihtilafa düşüyor. Bir grup “………..in mermisi ne edecek. Etse etse korkutup altına ettirir ülen. Altı üstü ses leen!” diyor öbürleri “Vallahül azim merkebin ortasından nah böyle delik açar!” diye karşı çıkıyorlar. Usta atıcılar dedik. Ortaya bir fikir sürerler de bunu deneyerek, kanıtlamak istemez mi? Bu arada içinizde “Hakketten ses mermisinin etkisi ne ola ki acep?” diye ciddi ciddi merak eden, konuya ilgisi bir anda artan okuyucuları da duymuyor değilim, söyleyeyim.
Neyse efendim, sonunda, gez göz arpacık yapan kendisine silah tutan gençleri kulaklarını dikerek seyreden merkep acıyla yerinden zıplıyor. Gençlerin attığı mermi koca bir delik açmıyor ama hayvanda ciddi bir yara oluşturuyor. İnsanlık tarihine geçecek bir meseleyi(!) halleden gençler neşe ve heyecanla coşuyorlar. Nihayet sonunda bir akıllı genç çıkıp “Abooov, nettik lan biz!” diyiveriyor.
Burasını hızlı geçeceğim kendini neşeli hisseden okuyucu. Heyecanları geçen gençler hayvanı aceleyle önce kendileri tedavi etmeye çalışıyorlar. Olmayınca bir veterinere koşuyorlar. Fakat bazen hadiselerin önüne geçmenin imkânı olmaz derler. Sizin de anlayacağınız gibi hayvan çok sürmüyor ölüveriyor.
Şimdi ne olacak? Acaba gençler bir çözüm bulacak mı? Acaba merkebin sahibi nasıl tepki verecek? Acaba köylü bu işe ne diyecek? Azzzz sonra! Bu sloganı da verip seni heyecanlandırdığıma göre son vuruşu yapıp canını sıkabilirim. Zira artık vakit tamam!
Devreye ak saçlılar giriyor. Köyün büyükleri hep birlikte toplanıp, tabi başta o cesur gencin babası, eşeğin sahibine gidiyorlar. Odada derin ve etkileyici bir sessizlik var. Ağzı laf yapan bir yaşlı misaller, kıssalar anlatarak merkebin sahibine meseleye giriş yapıyor. Araya “İşte gençler yapmış bir hata” gibi cümleler karışıyor. Tüm bu anlatılanları her şeyden haberdar olan eşeğin sahibi insanı deli eden bir sessizlikle dinliyor. Derken çocuğun babası söz alıp eşeğin sahibinden önce özür diliyor. Eğer isterse kendisine bir hayvan ya da istediği kadar para vereceğini söylüyor. Ve sonunda nihayet merkebin sahibi söz alıyor. Ne diyor biliyor musunuz? Şöyle diyor: “Bunların hiç birini istemiyem. Ben hayvanımın kan hakkını istiyem. Eşeğimi vuran bu adamın oğlunun kanını istiyem!” Anlaşılmadıysa bir de ben tekrar edeyim. Eşşeğin sahibi eşeğin ölmesine karşılık öldüren çocuğun canını istiyor.
Sonrasını uzun uzun yazıp sizi sıkmayacağım. Mesele şöyle kapanıyor. Uzun uğraşlar sonucu, ölümden son anda sıyıran yaralanmalar, kavgalar sonunda, büyük meblağlar karşılığı, hatta araya “büyüklerin” girmesi ile mesele yıllar sonra tatlıya bağlanabiliyor.
Bazı okuyucular “Hadi ordan be! Böyle şey mi olur? Bulmuşsun bizim gibi saf okuyucuyu yutturmaya kalkıyorsun” diye düşünebilir. İstediğini düşünebilirsiniz. Fakat ben anlattıklarımın gerçek olduğunun arkasındayım. Gerçeklik meselesini hallettiysek şimdi şu can sıkıntısı konusuna geçelim.
Şimdiii… Soracağım soruları lütfen cevaplayıverin aziz okuyucu. Yukarıdaki bahsettiğin cevabı veren eşek sahibi gibi kişilerin ülkemizde yüzdesi kaçtır? Peki, birlikte yaşadığımız şehrinizde bu gibi kişilerin oranı ne kadarlardır? Sokakta yürürken, alışveriş ya da herhangi bir sosyal işinizde bu gibi kişilerle karşılaşma, herhangi bir toplumsal münasebete girme ihtimaliniz ne kadardır? Sen, bizzat kıymetli okuyucu sen, bu bahsini ettiğim merkep sahibi gibi kişilerle aynı seçime gidip ülkenin geleceği ile ilgili eşit şekilde karar veriyor musun? Yine sen, kıymetli okuyucu bu merkep sahibi gibi kişilerle herhangi bir konuda şehrin bir yerinde anlaşmazlığa düşsen acaba seni neler bekliyordur?...................................
Soruların devamını senin idrakine havale edip bitiriyorum.
Görüyorum ki çay içilmemiş. Belli ki neşen kaçtı. Canını sıkmayı başardığıma göre şimdi ben tavşankanı çayımı höpürdeterek içebilirim. Oh olsun sana. Tek benim mi canım sıkılacak? Yaşasın kötülük!