Merhaba Levent Bey, bu yıl sizi hem Eksik oyunuyla sahnede hem de Sandık Kokusu ile ekranda izliyoruz.

 Bunun dışında geçen yaz Burak Özçivit ile Netfilix için çekilen Berber adlı dizide oynuyorum. İlk size söylemiş olayım.

Sizin için bu yıl iş anlamında çok verimli geçiyor…

Evet, çok çalıştığım bir yıl oluyor.

Bu röportaj için Eksik oyununa saatler kala bir araya geldik. Eksik bir baba ve oğlun hikayesini sahnede izliyoruz. Kartal’ın hangi söylemi “Bu karakteri ben oynamalıyım” hissini verdi?

Birebir söylediği bir sözü yoktu, ama Kartal gibi insanların varlığı “ben oynamalıyım” dedirtti. Kartal gibi insanlar yakınımda çok oldu. Çocuğunu bırakıp gitmiş değildi, ama kendini, hayatını bırakıp, uzaklara giden arkadaşlarım oldu. O kaçış duygusunu, yapamayış duygusunu anlayabiliyorum.

Baba olamayışını anlıyor musunuz?

Baba olmayı istemiş, fakat çabaları karşılık görmemiş. Eşi tarafından hem babalığı hem kocalığı reddedilmiş. O da bunu gurur yapıp “Madem siz beni istemiyorsunuz, ben de giderim” demiş. Bence kalıp, mücadele etmesi gerekirdi.

Her hafta seyirciye kapalı gişe oynuyorsunuz. Sezonun en sevilen, dramatik yapısı en güçlü oyunlarından biri oldu. Kartal için çok şey söyleyebilirim, ama sizce Kartal nasıl biri?

Ne iyi ne de kötü diyebilirim; derinlikli bir karakteri var. Aslında Kartal’ın kaçışı ilgi isteyişinden kaynaklanıyor. Onun için telefonlarını kapatıyordu. Eğer ulaşamazlarsa, merak edip, çıkıp gelirler diye düşünüyor.

Babalar için evladının arkasını yaslayabileceği dağdır derler, ama biz oyunda yıkılmış bir dağ görüyoruz. Bunun altında kalan da her zamanki gibi evlatlar oluyor. Metin’in babasıyla olan gürültülü ilişkisi seyirciye neyi anlatmayı amaçlıyor?

Ben mesaj kaygılı işlerin içinde olmayı sevmiyorum. Tiyatronun illa topluma bir mesaj vermesi lazım diye bir kaygısı da olmamalı… İnsanların kafalarında soru işaretleri bırakabiliyorsak, benim için yeterlidir. Oyundan çıktıktan sonra, yolda, ertesi gün oyuna ait diyalogları kendi kafasında sorgulayabiliyorsa, ben vazifemi yapabilmişim demektir.

Sahnede ağır bir konusu olan hikaye anlatıyorsunuz. Son yıllarda özellikle ya kadın hikayesi ya da soft hikayeler seyrediliyor. Aile ilişkilerinin bu kadar net verildiği oyun sayısı çok az. Bu sizin için bir dezavantaj mı yoksa avantaj mı?

 Ben genel olarak oyunlardaki ağırlık türünü bilmiyorum, ama birçok özel tiyatronun bilet kaygısı var. Özel tiyatroların turneler de yapması lazım ki masraflarını çıkartabilsin. Ne avantaj diyebilirim ne de dezavantaj. Seyirci oyuna gelmeden önce, oyunun ne anlattığını, hangi oyuna gidiyoruz diye araştırıp, öyle geliyor.

Seyirciden nasıl dönüşler alıyorsunuz?

Anladık diyorlar; Kartal’ı da anladık, Metin’i de anladık, Derya’yı da anladık. Bence bu çok önemli. Seyirci bütün karakterlere hak verebiliyor.

Eksik oyunundan sonra siz babanızla ilişkinizi sorguladınız mı?

Ben kendimi bildim bileli babamla olan ilişkimi sorguladım; çünkü benim de babamla olan ilişki çok sağlıklı değildi. Sevgi dolu bir ailede büyüdüm, ama otoriterin gelişmiş olduğu bir aile yapısıydı. O sevgi çok fazla gösterilmiyordu. Henüz çocuk yaşta, “Hadi bakalım çalışma hayatına da okulla birlikte adım at” diyerek beni kendi bakkalında çırak olarak çalıştırdı. Dolayısıyla çocukluğumu çok fazla yaşayamadım. Mahalledeki arkadaşlarım geceye kadar sokakta oynarken, ben büyük bir özlemle 2 saatlik sokak iznimin ne zaman olacağını beklerdim. O 2 saatlik iznimde de tabir-i caizse zincirlerimden boşalmışçasına oyun oynardım. Yıllar sonra düşününce, belki de çocukken oynayamadığım oyunları oynuyorum. Çünkü oyunculuk benim için; çocukluğun saflığıyla, aklın kesiştiği noktada başlıyor.

Biraz da Sandık Kokusu’ndan bahsetmek istiyorum. Yılın en iddialı, ekibi en güçlü dizilerinden biri. Siz de çok kritik bir karakterle girdiniz. Bir izleyici gözüyle baktığınızda diziyi nasıl yorumlarsınız?

Şuan da televizyonda var olan diğer dizilerden çok daha farklı bir konusu var. Güçlü bir oyuncu kadrosu var. Hikayeye dahil olmadan da diziyi izliyordum. Tamamen hayatın içinden, gerçekten yaşanabilecek hikayeleri anlatıyoruz.

Bir anne kızın hayatına bomba gibi düştünüz. Bu karakter size geldi ve onu bir noktada anlayıp, seyirciye de aktarmanız lazım. Bu hikayenin içinde Adnan karakterini savunacak bir yön var mı?

Bir tek aşkı savunabilir Adnan, çünkü o da biliyor yaptığının ne kadar yanlış ve hatalı olduğunu. Eğitimli, zengin, kuşak kuşak İstanbul görmüş bir aileden geliyor. Yaptığı kabul edilebilir değil, ama büyük de konuşmamak lazım.

Sizce aşk her şeyin sonunda bütün günahları temize çeker mi?

İnsan ne kadar affetmek istese de o kırgınlık ve acı içinde kalır.

Sizin başınıza böyle bir olay gelse evladınızı affedebilir miydiniz?

Söz konusu evlat olduğunda büyük konuşmamak lazım. Tecrübesiz zamanlarında; büyük bir yanlışı olmuş ama geçici bir heves olmamış. O yanlış karara rağmen birbirlerine sahip çıkmış, sarılmış bir aşk hikayesi. Kabul edilir değil, asla normalleştirmiyorum, ama oynadığım karakterin nedenlerini anlatmak ve savunmak zorundayım. Adnan ve ırmak o pişmanlık duygusunu sonuna kadar yaşamışlar.

Oyunculuğun en temelinde de empati yatıyor. Yeri geliyor bir katille, yeri geliyor hastayla o bağı kurmak zorunda kalıyorsunuz. Bugüne kadar oynadığınız karakterlerle bağ kurmakta zorlandığınız oldu mu?

Bugüne kadar oynadığım karakterler genel olarak çok sivri ve uç karakterler. Hiçbiri sahil zamanlarda görüşüp, ahbap olacağım insanlar değil. Kendimle özdeşleştirmekte zorlandım. Hayatı okuduğum kadarıyla, hayatın içinden karakterler…

Çocukluğunuzdan beri hayaller kuran, o hayalleri yaşatmaya çalışan bir çocukluk geçirmişsiniz. Oyunculukta size bakkal sandıklarının arasından, gölge oyunlarından çıkıp gelmiş. O zamanlar oyunculuk sizin için nasıl bir dünyaydı?

 Büyüleyiciydi. Bir gün çocuk oyununa gitmiştim. Ben o oyundan çok etkilenmiştim. Benim yaşlarımda sahnede bir oyuncu vardı. “Benim yaşımda oyuncu olunabiliyorsa, ben de olabilirim” demiştim. O yaşlarda oyunculuk mikrobu kanıma geçti.

15 yaşında Ali Poyrazoğlu’nun karşısına ilk çıktığınızda önce okul sonra tiyatro demiş. Bunu reddedilmek olarak mı algıladınız?

O zamanlar önce ortaokul, lise, üniversite sonra oyunculuk demişlerdi. O dönem beklemek çok zordu benim için ama reddedilmek olarak algılamadım. Aksine daha çok kendimi göstermeye çalıştım. O yaşıma kadar o kadar çok reddedildim ki… Kursa kabul edilmiş öğrencilerden kurs yeri ve saatini öğrenip, o gün o saatte sanki ben de alınmış gibi gittim. Sonunda beni almak zorunda kaldılar yüz vermediler “Gelsin gitsin, başımıza bela olmasın. Kimseyle eşleştirmeyin, sıkılsın kendi gitsin” demişler. Kurs bitince ben kalıp oyunu izliyordum.

Sonunda sizin vazgeçmeyeceğinizi anlayınca…

Kritik bir yerde, kritik bir hamlem oldu. Oyuncu arkadaşımız, oyunu bırakmak zorunda kaldı. bir gün sonra oyun prömiyeri vardı. Karakterin balya balya cümleleri vardı. Okan Bayülgen’i çağırdılar, ama bir gün içinde o karakteri çıkarmak çok zordu. Benim her akşam kalıp provaları izlemem, bu hikayeyi bana getirdi. Bir anda fark ettim ki bütün oyunu ezbere biliyordum. Oyunu iptal etmeyi düşünürlerken “Ben o lafların hepsini ezberim “dedim ve ben çıkıp bir prova verdim. O akşam benimle sahne açıldı ve o rol hep bende kaldı. Sonra o tiyatronun vazgeçilmezi oldum.

52 yıllık bir ömür ve kendinizi bildiniz bileli oyunculuğa adamışsınız. Birkaç yıl önce kalp krizi geçirmişsiniz. İkinci hayatınıza nasıl başladınız?

 Kalp krizinden sonra daha esnek, daha anlayışlı, daha duygusal bir adam oldum.

Bugüne kadar çılgın bulduğunuz için gerçekleştiremediğiniz ama yaşanacaklar listesinde olan bir hayaliniz var mı?

Sirklerde akrobasi yapmak... Eskiden çok hevesliydim.

Yarın uyandığınızda telefonunuz çalacak ve sizi çok mutlu edecek bir haber gelecek, bu haberin ne olmasını isterdiniz?

 “Düşlediğin şey gerçekleşmeye çok yaklaştı” (gülerek)