DENİZ ACAROĞLU

Tarihçi, Orta Asya araştırmacısı

Yanlış ve yanıltıcı bilgilerin yaygın olduğu bir çağda tarihi kurgulara değil, gerçeklere dayanarak okumak ve anlamak büyük önem arz etmektedir. Özellikle gerçeği kendi amaçları doğrultusunda çarpıtmaya çalışan otoriter rejimlerin dayattığı hikâyeler söz konusu olduğunda, tarihsel doğruluğa bağlı kalmak önemlidir.

Bu tür çarpıtmanın çarpıcı bir örneği, Orta Asya tarihinde önemli bir yeri olan, ancak özellikle İkinci Dünya Savaşı dönemindeki faaliyetleri bakımından çoğu zaman yanlış anlaşılan Mustafa Çokay’ın hikâyesidir.

Çokay’ın mirası, kendisini yalan ve yanlışlarla işbirlikçi ve hain olarak yansıtan Sovyet propagandası tarafından önemli ölçüde gölgelenmiştir. Bu kasıtlı çarpıtma, Sovyet rejiminin tarihi yeniden yazmaya ve otoriter yönetimine muhalif olanları karalamaya yönelik sistematik çabalarının sembolüdür. Bu tahrifatlar, Sovyet kontrolünü pekiştiren ve meşru tarihi kanıtları yok eden bir anlatıyı sürdürerek muhalefeti itibarsızlaştırmaya ve bastırmaya hizmet etmiştir.

Çokay’ın itibarını uzun yıllar boyunca lekeleyen çarpıtmaları ele alan bilim adamları ve tarihçiler gerçeklerin ortaya çıkartılması için verilen mücadelede önemli adımlar atmaktadır. Bu süreç, Çokay gibi baskıcılar tarafından haksız yere karalanan şahsiyetlerin yaşamlarının itinayla tarihsel araştırmasının ve yeniden gözden geçirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Bu tür yanılgıların düzeltilmesi, yanıltıcı bilgilerin yayılmasına karşı devam eden mücadelemizin vazgeçilmezi olarak onların mirasına saygı gösterilmesinin yanı sıra Sovyet etkisi altındaki bölgeleri şekillendiren karmaşık dinamiklerin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Mustafa Çokay’ın 1921-1941 yılları arasında Fransa’da bulunması, sürekli sürgünün getirdiği kişisel umutsuzlukla mücadele ederken bile, ulusal kimlik ve özgürlük davasına olan sarsılmaz bağlılığıyla açıklanabilir. Halkının haklarını ve onurunu kararlılıkla savunarak ölümüne kadar Fransa’da kalmıştır. Çokay’ın mirası, onun yılmaz ruhunun ve adalet ve özerklik ilkelerine sarsılmaz bağlılığının bir kanıtı olmaya devam etmektedir, bu da onu Orta Asya’nın siyasi düşünce tarihinde önemli bir şahsiyet haline getirmektedir.

Sovyetlerin Çokay’ı ısrarla işbirlikçi olarak yansıtma çabalarına rağmen, tarihi araştırmalar onun, Nazi Almanya’sına hizmet etmeye zorlanan Sovyet esirlerinden oluştuğu varsayılan Türkistan Lejyonu ile herhangi bir ilişkisinin olmadığını ortaya koymaktadır.

Bu çürütme, Çokay’ın hain olarak değil, Orta Asya’nın haklarının ve tanınmasının sadık bir savunucusu olduğunu gösteren belgesel kanıtlara ve akademik çalışmalara dayanmaktadır. Söz konusu çalkantılı dönemdeki siyasi faaliyeti, Nazi ideallerine sadakatle değil, halkının özerkliğine ve onuruna olan derin bağlılığı ile ilişkilidir.  

Görgü tanıklarının ifadeleri ve arşiv belgeleri, Çokay’ın, Sovyet otoritelerinin kendisine atfedilen sakıncalı amaçlarla hiçbir ilgisi olmayan, Sovyet baskısına karşı yılmayan özgürlük savaşçısı olarak gerçek rolünü açığa çıkarmaktadır. Onun faaliyetleri, Sovyet propagandası kroniklerinde sıkça uydurulan kötü niyetli amaçlarla değil, despot Sovyet rejimine karşı mücadelede uluslararası destek sağlama arzusuna dayanmaktadır.

 Sovyet rejiminin Çokay’ı ihanetle suçlaması, muhalefeti bastırmak ve tarihsel anlatıları çarpıtmak için uygulanan geniş kapsamlı bir stratejinin simgesidir. “Hain” tabiri delillere dayanarak değil, Sovyet politikasına karşı çıkabilecekleri susturmak ve uyarmak için siyasi bir araç olarak kullanılmıştır. “Sovyetler Birliği’nin “Çokay’a yönelik “İhanet” suçlamaları ve “Çokay’ın tarihçiler tarafından değerlendirmesi” başlıklı ders notları, onu bir hain olarak değil, küresel siyasetin tehlikeli akımlarında Türkistan’ın onurunu korumayı amaçlayan siyasi öngörüsü olan ileri görüşlü bir lider olarak yeniden değerlendirme ortamını oluşturmaktadır.

Mustafa Çokay gibi tarihi şahsiyetler hakkında gerçeği ortaya çıkarmaya ve yaymaya çabalarken günümüz nesli, iktidardakilerin sunduğu anlatılara şüphecilikle yaklaşmalıdır. Sovyet geçmişini eleştirel yaklaşımla gözden geçirerek, özgürlük ve kendi kaderini tayin hakkı ilkeleri uğruna mücadele edenlerin anısına saygı gösterilmesinin yanı sıra daha doğru ve açık bir tarihsel tezi sağlamış oluruz.