Türkiye, köklü bir ordu geleneğine sahip olan bir ülkedir. Bu bağlamda askerî sağlık sistemi, tarih boyunca ordunun harp sahasında etkinliğini sürdürebilmesi ve askerî personelin sağlıklı kalması açısından hayati bir yer tutmuştur. Yüzyıllar önce Yeniçeri Ocağında, hastalar ve yaralılar kışlalardaki hasta odalarında, tabipler ve cerrahlar tarafından tedavi edilirlerdi. O zamanlar müstakil askerî hastaneler yoktu. Askerî hastaneler ilk kez, Nizâm-ı Cedîd kurulduktan sonra (1793), İstanbul’da açılmaya başlandı. İlk askeri hastanelerde çalışan ve sefer zamanlarında orduda görevlendirilen paralı yabancı hekimlerin yerine askeri tabip ihtiyacını karşılamak amacıyla bundan 198 yıl önce, 14 Mart 1827’de Askeri Tıbbiye (Tıphane-i Âmire) açılmıştır. Daha sonra ordunun ihtiyaçlarına cevap verilebilmesi için 1898 yılında daha nitelikli askeri hekim yetiştirilmek üzere kurulan Gülhane Askeri Tıp Akademisi (Gülhane Seririyat Hastanesi ve Tatbikat Mektebi-GATA), ülkeye askeri tabipler yetiştirdiği gibi birçok tıp fakültesinin kurulmasına da kaynaklık etmiştir. Modern sağlık sisteminin temelleri Askeri Tıbbiyede atılmıştır.
Gülhane’den yetişen askeri tıbbiyeliler Trablusgarp Savaşı ile başlayan ve arkasından Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele ile devam eden “On Yıllık Savaş” sürecinde uçsuz bucaksız cephelerde asker ve subaylarla birlikte bir cepheden diğer cepheye koşmuştur. Bu nesil mahrumiyet içinde huzur ve rahat görmeden ıstırap ve felaket kasırgaları içinde memleket vazifesini büyük bir fedakârlıkla yaparken, bazıları cephede bazıları ise hastalarını tedavi ederken yakalandığı bulaşıcı hastalıklardan dolayı şehit olmuştur.
Kurulduğu zamanlardaki ismi, “Gülhane Askeri Tababet Tatbikat Mektebi ve Seririyatı (Askeri Tıp Uygulama Okulu ve Kliniği)” olarak belirlenen, Gülhane; Kasımpaşa’dan, Erzurum’a, Çanakkale’den Diyarbakır’a, Gümüşsuyu’ndan, Van’a kadar birçok asker hastanesinin, Osmanlı’dan bu yana “ilmi ve tıbbi” merkezi olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren modernleşen Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), bu süreci artan askeri hastanelerle desteklemiş; sayıları 39’a ulaşmış, sadece cephede değil, barış döneminde de askeri personele ve ailelerine sağlık hizmeti sunarak moral ve motivasyon desteği sağlamıştır.
Bir ordunun harp gücü yalnızca silahıyla, eğitim seviyesiyle ya da teknolojisiyle ölçülmez. Bu güç, aynı zamanda askerinin sağlığına verdiği değerle, savaşın görünmeyen cephelerinden dönenlerin yaralarını sarma biçimiyle, mahremiyetine duyduğu saygıyla da ölçülür. Türkiye’de askeri hastanelerin kapatılması, sadece bir sağlık reformu değil, ordunun iç direncine ve moral bütünlüğüne yönelik ciddi bir kırılmayı temsil ediyor. Ancak 15 Temmuz 2016’daki FETÖ terör örgütünün darbe girişimi sonrasında, örgütün askeri hastaneler ve tıp sistemi üzerindeki yapılanmasına dair bulgular nedeniyle tüm askerî hastaneler kapatılmış ve Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir. Bu karar, hem güvenlik gerekçeleriyle hem de kurumsal temizlik amacıyla alınmış olsa da uzun vadede birçok stratejik, sosyolojik ve yapısal tartışmayı beraberinde getirmiştir.
Hâlihazırda Askeri tabip hizmetinin kıtalarda yedek subaylarla ve ihtiyaca göre sivil hekimlerle yürütülmeye çalışılmaktadır. Bu durumun Deniz Kuvvetleri bağlısı ve kadrosunda Tabip barındıran gemilerde, Komando tugaylarında, terörle mücadele eden askeri birlikler gibi özel eğitim ve uzmanlık isteyen zor görevlerde sağlık açısından zafiyet yaratacağını ve gelecekte ordumuzun sahra sıhhiye hizmetleri ve sağlık desteği açısından sıkıntıya düşürdüğü kesindir. Gene aynı şekilde Hava Kuvvetleri komutanlığı için Uçuş doktoru ihtiyacı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı için Sualtı hekimleri, konularında da açık büyüktür.
Askeri hekimlik ayrı bir uzmanlık ve eğitim işidir ve özellikle cephede askeri hekimlik çok önemlidir. Askerlik ayrı bir yaşam tarzıdır ve Mehmetçiğin dilinden ancak askeri hekimler anlar. Harp sırasında özellikle bu konuda eğitim görmüş askeri hekimlere ihtiyaç vardır. Sivil bir hekimi paraşütle bir yere atamazsınız. Kıbrıs savaşında görev yapan ve halen hayatta olan askeri hekimlerden bu konuda bilgi alınabilir.
ASKERİ HASTANELERİN TARİHSEL VE STRATEJİK ÖNEMİ
Askerî hastaneler sadece tedavi kurumu olmanın ötesinde, askeri harekâtın destek unsurlarından biridir. Bir ordu, sadece silah ve mühimmatla değil; aynı zamanda sağlık, lojistik ve moral yapısıyla güçlüdür. Türkiye’deki askeri hastaneler başta GATA (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) olmak üzere askerî tıbbın gelişmesinde öncü rol oynamış, harp cerrahisi, travmatoloji, askeri psikiyatri gibi alanlarda uzman kadrolar yetiştirmiştir. Eskiden askeri hastanelerde görev yapan psikiyatristler, sadece bir hekim değil, aynı zamanda bir savaş arkadaşının sırdaşıydı. Bugün ise bu bağ kopmuş durumda
Harp yaralanmaları ve harp cerrahisi diye bir gerçek vardır. Hap yarasını en hızlı şekilde askeri doktor tedavi eder. Bu deneyim meselesidir. Harp yarasını aynı şekilde harp cerrahı doktor hızlı ve doğru şekilde ameliyat edebilir. Harp cerrahisi GATA genel cerrahi içinde özel bir bölümdür. Kurşun yarasını, roket yarasını, şarapnel yaralanmalarını, bomba nedeniyle uzuv parçalanmalarını ameliyat ve tedavi etmek gerçekten çok fazla deneyim gerektiren bir doktorluk alanıdır. Askerî hastaneler aynı zamanda savaş zamanı ya da terörle mücadele kapsamında yaralanan askerlerin tedavi sürecinde kritik rol oynayarak, askerin moralini artıran, motivasyonu güçlendiren bir unsur olmuştur. Yaralı bir personelin sivil hastanede yabancı bir ortamda değil, üniformasına ve disipline saygı duyan bir kurumda tedavi edilmesi, hem psikolojik hem de operasyonel anlamda fark yaratmaktadır. Çatışma sonrası tedavi, yalnızca yaraya dikiş atmak değildir. Bu süreç; askerin yaşadığı travmayı anlayan, onun mahremiyetini koruyan, onunla aynı dili konuşan bir sistemin varlığını gerektirir. Eskiden bu sistemin adı askeri hastanelerdi. Bugün ise çatışmadan dönen bir özel kuvvetler mensubu, bir SAT timi mensubu ya da sınırda görev yapan bir er, devlet hastanesinde sivil hasta trafiği içinde tedavi olmaya çalışıyor. Kimi zaman üniformasını çıkarmak zorunda kalıyor. Kimi zaman ise aldığı yaranın niteliği, görev yeri ve süreci dolaylı yoldan üçüncü kişilerin dikkatine sunuluyor. Oysa bu bilgilerin bazıları, devlet sırrı niteliğindedir. Sıradan bir hastane ortamında tutulan medikal veriler, istihbarat açısından potansiyel bir zaaf noktasıdır. Bir askerin aldığı yara sadece onun değil, birliğinin, kuvvetinin hatta devletinin zafiyetine dair ipuçları taşıyabilir. Şehir hastanelerinin açık koridorlarında, medikal bilgi sistemlerinin standart veri tabanlarında ya da özel hastane kayıtlarında tutulan bilgiler, istihbarat servislerinin ilgisini çekebilir. Askerin hangi bölgede, nasıl bir çatışmada, ne tür bir silahla yaralandığı; hangi birliklerin hangi yoğunlukta zayiat verdiği; hatta kimlerin operasyonlara aktif olarak katıldığı gibi kritik bilgiler bu kayıtlar üzerinden sızdırılabilir. Askeri hastaneler bu bilgilerin sivil sistemlere karışmadan korunmasını sağlayan kurumlardı. Bugün o kalkan yok.
Bir zamanlar GATA (Gülhane Askeri Tıp Akademisi), yalnızca bir eğitim kurumu değil; askeri tıbbın hafızasıydı. Harp cerrahisi, sahra tıbbı, NBC tıbbı gibi alanlarda dünya ölçeğinde birikimi olan bir okuldu. Bugün bu hafıza dağılmış durumda. Sahra şartlarında müdahale yapabilecek, özel görev bilgisine sahip askeri doktorların yetişmesi neredeyse imkânsız hale geldi. Modern savaş doktrinlerinde Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal (NBC) tehditler ön sıralarda yer alıyor. Bu gibi durumlara karşı hazırlıklı olmak, özel koruma üniteleri, izolasyon sistemleri ve askeri uzmanlık gerektiriyor. Aynı şekilde, çatışma sonrası yaşanan travmalar özellikle Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) modern orduların en büyük görünmeyen düşmanlarından biri.
Dağda, sınır ötesinde, metropolde ya da sinsi bir sızma harekâtında görev yapmış bir askerin çatışma sonrası yaşadığı fiziksel yaralanma, sadece dokuya zarar veren bir mermi izi değildir. O yara, hafızaya, psikolojiye, geleceğe kazınmış bir izdir. Askeri hastaneler, bu izleri anlamayı bilen, yalnızca organ değil, onur da tedavi eden kurumlar olarak faaliyet göstermekteydi.
Bir devlet hastanesinde, sıradan bir poliklinik koridorunda, üniformasını çıkarmak zorunda kalan bir gazinin yaşadığı mahremiyet kaybı, onun sadece bedenine değil, maneviyatına da vurulan bir darbedir. Askeri hastaneler, bu mahremiyeti gözeten, asker psikolojisinin dinamiklerini bilen, özel eğitim almış personeliyle bu süreci yönetebilen yapılardı.
FETÖ VE ASKERİ HASTANELERDEKİ YAPILANMA
FETÖ’nün TSK içinde yıllar boyunca kadrolaşma faaliyetlerinde en çok kullandığı yapılardan biri askeri hastaneler ve özellikle sağlık kurulları olmuştur. Tıbbi yeterlilik raporlarının manipüle edilmesi, liyakat dışı kayırmalar ve belli öğrencilerin GATA gibi kurumlara yönlendirilmesi, sistemin güvenliğini zedelemiştir. Bu durumun sonucu olarak, darbe girişiminden sonra askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş ve askeri sağlık sistemi sivilleştirilmiştir.
Ancak burada dikkat çekici bir nokta şudur: Yapılan hata bireylerin ya da yapının kötüye kullanımıydı; sistemin kendisi değil. Tüm askeri hastanelerin kapatılması, hem harp doktorluğu geleneğini sekteye uğratmış, hem de stratejik bir zafiyet yaratmıştır.
2016 sonrası Türkiye’de sağlık alanında yapılan yapısal değişikliklerin belki de en az konuşulan, fakat en hayati sonuçlar doğuran adımı, Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) ve ona bağlı Tıp Fakültesi’nin kapatılması oldu. Bu karar, sadece bir eğitim kurumunun kapatılması anlamına gelmiyor; aynı zamanda askeri sağlık sisteminin belleğinin, geleneğinin ve stratejik kapasitesinin zayıflatılması anlamına geliyor.
GATA Tıp Fakültesi, sadece doktor değil, asker doktor yetiştiriyordu. Harp şartlarını bilen, sahada görev alabilecek fiziki ve psikolojik dayanıklılığa sahip, emir-komuta zinciri içinde çalışabilen, savaş yaralanmalarının doğasına hâkim sağlık personeli yetiştiriliyordu. Bugün sivil tıp fakülteleri bu ihtiyacı karşılayamıyor; çünkü ordu için gereken özel eğitim, disiplin ve görev bilinci sivil eğitim müfredatında yok.
Sadece doktor değil; hemşire, sağlık astsubayı, biyokimyacı, NBC (Nükleer-Biyolojik-Kimyasal) harp uzmanı da yetiştiriliyordu GATA’da. Bu yapı, savaş tıbbının ve travma yönetiminin sistematik olarak öğretilmesini sağlıyordu. Bugün bu uzmanlık alanları, dağılmış ve sahipsiz kalmış durumda.
GATA, aynı zamanda bir bilgi üretim merkeziydi. Savaş cerrahisi, travma sonrası psikolojik destek, NBC tıbbı gibi alanlarda dünya standartlarında bilimsel yayınlar yapan, askeri tecrübeyi akademik bilgiyle harmanlayan bir kurumdu. Bu birikim şimdi ya emekli olmuş kadroların anılarında ya da arşivlerde sessizce duruyor.
ASKER AİLELERİ İÇİN PSİKO-SOSYAL VE MORAL BOYUT
Askerî hastaneler, sadece personelin değil, aynı zamanda ailelerin de hizmet aldığı kurumlardı. Subay, astsubay ve uzman çavuşların eşleri, çocukları ve ebeveynleri, bu hastanelerde hem daha hızlı hem de daha güvenli bir sağlık hizmetine erişebiliyorlardı. Sivil hastanelerde zaman zaman karşılaşılan öncelik sorunu, askeriye içindeki hiyerarşik güven duygusu nedeniyle yaşanmıyordu.
Bir diğer önemli husus ise psiko-sosyal destektir. Askerî hastanelerde görev yapan sağlık personeli, askerlerin travmalarına ve psikolojik durumlarına daha duyarlı ve uzman bir yaklaşım geliştirebiliyordu. Özellikle Güneydoğu’da görev yapmış, çatışmalara katılmış personelin tedavisi sırasında yaşanan özel durumlara daha hazırlıklı olan bir yapıdan, daha genelci bir sivil sağlık yapısına geçiş yapılmıştır. Bu da birçok askerî personelin ve ailesinin yabancılaşma, yalnızlık ve değersizlik hissine kapılmasına neden olmuştur.
GELECEK ÖNERİLERİ VE STRATEJİK ÇAĞRI
Askerî hastanelerin tamamen kaldırılması değil; yeniden yapılandırılması ve yeniden TSK’ya entegre edilmesi, hem ulusal güvenlik hem de personel morali açısından zaruridir. FETÖ benzeri yapıların tekrar yapılanmasının önüne geçmek için denetim mekanizmaları geliştirilmeli, liyakat temelli atama ve denetim sistemleri kurulmalıdır. Terör örgütlerinin sistemleri kötüye kullanması, sistemin topyekûn kaldırılmasını değil; daha sağlam bir şekilde inşa edilmesini gerektirir. Türkiye, güçlü bir orduya sahipse, bu ordunun güçlü bir sağlık sistemine sahip olması da kaçınılmazdır.
GATA gibi bir kurum, yeniden ordu bünyesinde tıp eğitimi veren ve savaş zamanı sahada kullanılabilecek sağlık personeli yetiştiren bir yapıya dönüştürülmelidir. Sahra hastaneleri, acil müdahale timleri, askeri psikiyatri merkezleri gibi özgün yapılar yeniden hayata geçirilmelidir.
Ayrıca, sahra hastaneleri ve mobil sağlık sistemleri de askeri hastanelerle entegre çalışırken, şu an bu yapılar dağılmış durumdadır. Bu da olası bir savaş ya da büyük çaplı kriz durumunda sağlık destek zincirinde aksaklıklara neden olabilir. NATO ülkeleri ve gelişmiş ordular hâlâ aktif askeri hastane sistemlerini korumakta; harp tıbbına ve stratejik sağlık desteğine büyük önem vermektedir. Cephedeki askeri sağlık hizmeti için modern askeri seyyar hastaneler, modern teçhizatlar, ambulans uçaklar ve helikopterler, gemiler ve iyi eğitilmiş askeri tabiplere ihtiyaç vardır. NATO’ya bağlı CIOMR ( Confédération Interalliée des Officers Médicaux de Réserve) kuruluşu her yıl bu konuda arazide tatbikatlar yaparak cephede sağlık hizmeti için askeri tabipleri eğitmekte ve askeri sağlık personelini savaşa hazır hale getirmektedir. Yapılan çalışmalarla sahra sağlık hizmetlerindeki eksiklikler görülmekte ve tamamlanmaktadır. Ortadoğu gibi savaşların sık olduğu bu coğrafyada Türkiye olarak bu modern askeri tabip ve sahra sıhhiye eğitimlerinden geri kalamayız ve bu konuda eğitimli askeri tabipleri yetiştirmeye ihtiyacımız var.
Ayrıca, asker ailelerine yönelik psikolojik destek, öncelikli randevu sistemi ve güvenli sağlık ortamları sunularak bu kesimin yaşadığı sosyolojik boşluk giderilmelidir.
Askerî hastaneler, sadece sağlık değil; bir ülkenin savunma, güvenlik ve moral yapısının da parçasıdır. Türkiye'nin geçmişinden gelen bu güçlü geleneği yeniden canlandırması, sadece askeri değil; sivil toplumda da güven duygusunu artıracaktır. Bilinmelidir ki; askeri sağlık hizmeti, askeri harekâtın bir parçasıdır ve bu hizmet, askerliği ve operasyonel mantığı bilen kişilerce verilir. Yani; “İki ambulans bir helikopter gönderir ve yaralıları aldırırız” düşüncesinden çok daha öte bir anlam taşımaktadır.