İcat ve zıtların bir arada olmasında; büyük bir hikmet, gaye ve amaç var. Zira İlâhî Kudret nazarında; hükmünü geçirmekte olduğu şems / güneş ve zerre / atom birdir. Buna, ne onun büyüklüğü engel, ne de onun küçüklüğü mânidir. Allah’ın kudreti karşısında aralarında fark yok. 

     Ey kalbi hüşyar / uyanık, akıllı ve düşünen insan! Allah; güç, kudret ve iktidarını ezdadı / zıtları bir arada göstererek tecelli ettirmekte ve ortaya koymaktadır.

     Çünkü:

     Elem ve acıyı tatmayan, lezzet ve tadın ne olduğunu bilemez.

     Şerre / kötülüğe şahit ve tanık olmayan, hayrın kıymet ve değerini anlayamaz.

     Kubhu / çirkinliği görmemiş kimse, hüsün ve güzelliğin farkına varamaz.

     Zararı tanımayan, nef’ ve faydayı idrak ve derk edip tanıyamaz.

     Nikmet / sıkıntı ve yokluğu yaşamayan, nimeti / faydalı her şeyin varlığının şuur ve bilincinde olamaz.

     Nârı  ateşi tanımayan; nurun / aydınlığın fark ve ayırdına varamaz.

     Elbette bütün bu menfi ve olumsuzlukların varlığı; olması istenmeyen, hoşlanılmayan şeylerdir. Fakat hayatın, bizlere rağmen olan gerçekleridir. Birer realite olarak, ister isteme karşılaştığımız hususlardır. Öyle ise mahiyet ve içyüzüne nüfuz etmeye çalışalım.

     İşte bütün bunların, yani zıtların bir arada görünmesinde, büyük bir sır  ve hikmet var. Zira her şey zıddıyla bilinir. Zıddıyla farkına varılır. Zıttıyla her şey kıymet ve değer kazanır. Çünkü kıymet ve değerler; nisbî / göreceli hakikatlerle gerçekleşir. Takarrür eder / kararlaşır ve yerleşir. Bir şeyde çok şey olduğu, bir şeyden çok şeylerin vücut bulduğu meydana geldiği, ancak zıtlarının varlığı ile anlaşılır.

     Tıpkı, noktanın harekete geçmesiyle bir hat ve çizginin oluşması gibi.

     Tıpkı, ucu ateşli bir çubuğu hızla döndürmekle; ateşten bir daire ve çemberin göründüğü gibi.

     Evet çevirmenin sür’at ve hızıyla; bir nur / bir ışık parıltısının, ışıklı bir daire ve çemberin meydana gelmesi gibi.

     Tıpkı, nisbî / göreceli, başkalarına nispet ve kıyasla ortaya çıkan gerçek ve hakikatlerin vazife ve görevleri; dünyada nice dane, sümbül ve filizlerin çıkmasına ve doğmasına sebep olması gibi.

     Kâinat / evren ve tüm varlıklar; nizam, düzen ve kanunların çerçevelemesiyle; bildiğimiz şekil ve nakışlar teşkil edilip oluşturulmuştur.

     Bu nisbî / kıyaslama yoluyla oluşan iş, gerçek ve emirler; ahirette hakikatlere kalb olunacak / dönüştürülecektir.

     Evet, hararette / ısıdaki mertebe ve derecelere sebep, bürudet ve soğuğun müdahalesi / içine girmesi iledir.

     Hüsün ve güzellikteki derece / basamak ve mertebeler; kubhun / çirkinliğin içine girmesiyle ortaya çıkıyor.

     Çirkinlikler bu sonuca temel sebep ve neden oluyor.

     Ziya / ışık da bilinmesini, zulmet ve karanlığa borçlu.

     Lezzet / zevk alma hususu da, varlığını elem / sıkıntı ve üzüntüye medyun / borçlu.

     Sıhhatli olmanın değeri; maraz / hasta olmadan anlaşılamaz.

     Cennet olmazsa, Cehennem tazip etmez / azap vermez. Çünkü, ancak cehennemi gören, içinde bulunduğu cennetten lezzet alabilir.

     Soğuğun karşıtı olan sıcaklık olmazsa, soğuk da üşütmez.

     Yüce Allah, zıtları yaratmak suretiyle hikmet / amaç ve gayesini gösterir. Haşmet / heybet ve kudretini zuhur ettirir, ortaya koyar.

     O Kadîr-i Lâyezal / zevalsiz, ebedî, sonsuz kudret sahibi olan Allah; cem-i ecdat / zıtları birleştirme içinde; iktidar ve hükmetme gücünü gösteriyor.

     Azamet / tam ve mükemmel olan yücelik ve büyüklüğünü zuhûr ettiriyor. 

     O İlâhî Kudret / Allah’ın sonsuz kudretinin bu tasarrufu; zâtının lâzımı ve gereğidir.