ABD, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Arka bahçeden dünyaya nasıl açılabilirim?” sorusunun yanıtının aramaya başladı ve Wilson’un 14 maddelik barış ilkesi ile Amerikan idealizmini dünyanın her yerinde egemen kılma amacıyla yola çıktı.

Bu politika, ikinci dünya savaşından sonra uygulanmaya başlandı ve dünyanın büyük bir kesimi, hayatını ABD’nin sömürü ağında ve tuzağında geçirdi. Emperyalizm değişik bir yöntemle gelmişti ve ne yazık ki az gelişmişlik bunun nasıl bir tuzak olduğunun anlaşılmasını önledi. 

ABD’nin arka bahçesi ile ilgilenmesi, başlangıçta Latin Amerika’yı, Avrupa emperyalizminden korumak görüntüsü ile başladı. Avrupa, Amerika’ya karışmayacaktı, Amerika’da, Avrupa’ya herhangi bir müdahalede bulunma- yacaktı.  Fakat bir süre sonra ABD, Latin Amerika’yı sömürgeleştirmeye başladı. Artık Batı Yarım küresindeki her sorun, ABD’den sorulacaktı. Ve ABD, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, arka bahçesindeki sömürü düzenin çarklarını çeviremediğinden dünyaya açılmaya başladı.

ARTIK DÜNYAYI DÜZENLEMEYE KARAR VERMİŞTİR ABD VE GÜCÜNDEN ÇOK EMİNDİR!

Irak olayları ile dünyaya yeni düzenin nasıl sağlanacağının örneğini göstermek istedi. Özetle ABD, kendi düzenini dünyaya dayattı. Ve ABD’nin çıkarı her yerde ABD’nin gücü ile korundu. Bunu, Irak örneğindeki gibi tepeden inme ve ezme yöntemi ile uyguladı. 

ABD gerçekten, bu ülkelerin hayat standartlarını iyileştirmek ve demokrasi götürmek için mi gitti? “Bunda bir art niyet aranmalı mıdır?” sorusunun cevabı “Evet aranmalıdır.” dır.  

Çünkü amacı o ülkeyle ilgili değildir. Bu noktada gerçeğe ışık tutan şey; “Hür dünya!” kavramının ne anlama geldiğini öğrenmek olacaktır. Ancak o zaman ABD’NİN SÖZDE YARDIMLARININ TUZAK İÇİNDE BİR TUZAK OLDUĞU anlaşılabilir.

ABD yardımları, bu ülkeleri, ABD’ye daha çok bağımlı yapmaktan başka bir şey değildir. Bu ancak emperyalist güçlerin, bu ülkeleri sömürmeye devam edebilmeleri için katlandıkları fedakar- lıktan başka bir şey değildir.

Sömürücü sınıflar, çıkarlarını sürdürebilmek için küçük miktarları gözden çıkarıyorlar. Yani kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyorlar. ABD yardımı alan ülke, ABD’nin yönetimi altına girmekle kalmıyor aynı zamanda kendi kimliğine de yabancılaşmış oluyor.

ABD’nin emperyalist emelleri ve dünyayı ele geçirme misyonu, daha çok üçüncü sınıf ülkelerde uygulanıyor. Örneğin; Afrika’da kilit niteliği taşıyan bölgelerin, ABD için olağanüstü bir önemi vardır.

ABD, çizdiği rotadan ayrılan hükümetlere yaşama hakkı tanımaz!

ABD devletini kuran felsefe, çıkara dayalı ticarettir. Bu görüş elbette onun iç ve dış siyasetini de yönlendirmektedir.

İnsanlığa “Eşitlik, özgürlük!” (!) götürme görevini üstlenen emperyalizm, gizli veya açık sömürü sistemiyle dünyanın katlanmaya zorlandığı bir sistem olmaya devam ediyor.

İşte “Yeni Dünya Düzeni” nin özeti budur! Amaç, çok uluslu şirketlerin kıtası ABD’nin çıkarını korumaktır! Başka bir şey değil…

Oysaki emperyalizmin özelinde ABD’nin yapısı, felsefesi ve politikası öğrenilme zahmetinde bulunulsaydı, bu amacı saptanır ve söz konusu tuzaklara düşülmezdi!