Adalet iki şıktır. Biri müspet, diğeri mendir. Müspet ise; hak sahibine hak- kını vermektir. Şu kısım adalet, bu dün- yada açık bir şekilde kendisini göster- mektedir. Çünkü, her şeyin istidad, fıtrî ihtiyaç ve ıztırar / zorunluluk lisanıyla; Fâtır-ı Zülcelal / Celâl sahibi Allah’tan istediği bütün taleplerini, vücud ve ha- yatına lâzım olan bütün hukukunu; özel mizanlarla, muayyen / belli ölçü- lerle veriyor. Demek, adaletin şu kıs- mı, vücud ve hayat derecesinde kat’i ve kesindir.

İkinci kısım mendir ki: Haksızları terbiye etmektir. Yani, haksızların hak- kını; onları cezalandırarak veriyor. Şu

şık, gerçi tamamıyla şu dünyada zuhur etmiyor. Fakat, o hakikatın vücudunu hissettirecek bir surette; sayısız işaret ve emareleri vardır. Meselâ: Âd ve Se- mud Kavminden tut, tâ şu zamanın inatçı kavimlerine kadar; onlara haddi- ni bildiren, gayet yüksek bir adaletin hükmettiğini kesin olarak gösteriyor.

Bazan zulüm içinde adalet tecelli eder. Yani insan bir sebeble bir haksız- lığa, bir zulme maruz kalır; bu sebeb haksız, bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu olay, adaletin tecellisine bir vesiledir. İlâhî Kader başka bir sebebden dolayı cezayı, mahkûmiyeti hak etmiş olan o kimseyi; bu def’a bir zalim eliyle ceza-

ya çarptırır, felakete düşürür. İşte bu, İlâhî adaletin ta kendisidir.

Kader, hakiki sebeplere bakar, ada- let eder. İnsanlar, zahirî gördükleri illet ve sebeplere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adaletinde zulme düşer- ler. Meselâ: Hâkim seni hırsızlıkla mahkûm edip hapsetti. Halbuki, sen hırsız değilsin. Fakat, kimse bilmez giz- li bir katlin / öldürmen var. İşte, İlâhî Kader de seni o hapisle mahkûm et- miş. Kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen on- dan masum olduğun hırsızlığa daya- narak mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte bir şeyde iki cihetle Kader ve İlâhî Varlığın adaleti ve insan kesbinin / ka- zancının zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek, Kader ve İlahî Varlık; mebde’ /başlangıç ve münteha / sonuç, asıl ve ayrıntı, sebep ve neticeler itibariyle şer, çirkinlik ve zulümden uzaktır.

Hükümet daireleri içinde en ziyade hürriyetini muhafaza etmekle ve dış te- sirlerden en çok uzak kalmakla, taraf- lara hissiyatsız bakmakla mükellef / yükümlü olan elbette mahkemedir. Evet her yerde, adliyede mal ve can mes’eleleri var. Eğer hâkim şahsen,

hissî olarak hiddet edip bir katile ölüm cezası verse, o hâkim katil olur. Demek adliye memurları, hislerden ve dış etki- lerden bütün bütün âzâde ve serbest olmazsa, sureten adalet içinde müthiş günahlara girmek ihtimali var. Hem ca- nilerin, kimsesizlerin ve muhalierin de bir hakkı var. Ve hakkını aramak için, gayet tarafsızcasına bir merci / başvu- ru merkezi isterler.

Bir zaman bir hâkim, bir hırsızın eli- ni kestiği vakit; hiddet eseri gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri onu o görevden almış. Çünkü din namına, İlâhî Kanun hesabına kesse idi, nefsi ona acıyacak idi. Ve kalbi hiddet etme- yip, fakat merhamet de etmiyecek bir tarzda kesecekti. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için ada- letle iş görmemiştir.

Hz. Ömer, hilafeti zamanında, âdi bir hristiyan ile mahkemede birlikte mu- hakeme olundular. Halbuki o hristiyan, İslâm hükümetinin mukaddes rejimleri- ne, dinlerine, kanunlara muhalif iken mahkemede onun o hali nazara alın- maması açıkça gösterir ki, adalet mü- essesesi; hiçbir cereyana / akıma ka- pılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana um-

desi / temel kridir ki; komünist olmı- yan Doğu ve Batı’da, bütün dünya adalet müessese ve kurumlarında cari / geçerli ve hâkimdir.

“Ve la teziru vaziretün vizre uhra.” (En’am: 164) / “Hiçbir günahkâr başka- sının günahını yüklenmez.” Kesin hük- mü, Kur’an’ın bir esas kanunudur. Mu- habbet ve hakiki kardeşliği sağlar. Mil- leti ve memleketi büyük tehlikeden kur- tarır. Bu kanun: “Birisinin hatasıyla baş- kası mes’ûl olamaz!” der. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik / ortak sayıl- maz. Olsa olsa o cinayete bir çeşit ta- rafgirlikle yalnız manevi günahkâr sayı- lır. Dünyada değil ama Âhirette sorum- lu olur.

Evet, birisinin hatasıyla, başkası veya akrabası hatalı olmaz, cezayı hak etmez.

İlahî iradenin bir düstur ve prensibi olan bu temel kanunu aman unutma- yalım.

Yurtta ve dünyada bu hususun, iyi- ce yerleşmesi için, var gücümüzle çalı- şalım.

“El için yanma nara, yak çubuğunu bak safanı ara!” demekten uzak dura- lım.