Bende birçoğunuz gibi güzel bir üniversitenin sıralarını aşındırmıştım. Lakin, Ankara Üniversitesi'ne devam ettiğim müddetçe liyakat kavramın

Bende birçoğunuz gibi güzel bir üniversitenin sıralarını aşındırmıştım. Lakin, Ankara Üniversitesi'ne devam ettiğim müddetçe liyakat kavramını duymamıştım. Yani kabaca "bir işe ehil olma yeterliği" diyebiliriz. Ki Ankara'da bunu duymamış olmam da "okulumun suçudur" demem asla! Çünkü ben Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (Coğrafya Bölümü) mezunuyum aslında. Hal böyle olunca okulumu da suçlamam yersiz olur. Lakin Yıldız Teknik Üniversitesi'ne başladığım anda duyduğum ilk kelimelerden biri olmuştu ve bir anda bende de özel bir yer edinmişti. Bu bağlamda eğitim ve öğretim açısından daha ziyade de öğretmen açısından liyakatli olmayı ele alacağım bu yazımda.
Atanan öğretmenler asıl sorun bence de. Bir defa atama şeklinden evvel öğretmen yetiştirmenin kendisi başlıca sorun. Biyolojik, psikolojik, ruhsal vs oldukça çok boyutlu bir ehliyetten bahsediyorum. Bu ehliyeti verenlerin de nasibi olacak elbet yazımda. Şimdi gelelim ehliyete ;
-Hiç şüphesiz çoğumuz kendisini ifade edemeyen öğretmenlerden sitem edip durmuşuzdur ve en az bir dersin hocasından sırf bu yüzden nefret etmişizdir. Hatta dersin kendisine olan ilgimizi dahi kaybetmişizdir. Çoğumuz aslında başarılı olduğumuz alanlar dışında tercihlerde bile bulunmuşuzdur. Kabaca illa ki yanmıştır dilimiz, bu konuda. Peki hal böyleyse atanmış öğretmen sorunu çıkmaz mı karşımıza ? Verdiğiniz cevapları duyar gibiyim, inanın bana. Lütfen ama hakaret yok! Asla...!
Şimdi de hep birlikte özüne inelim meselenin ve irdeleyelim tüm bu yaşananların sebebini. Ben de kapısından öğretmen olmak niyetiyle girdiğim DTCF'de kendisine "ehil misin" denmeyenlerden biriydim. Veya "ileride öğretmen olacağım", dediğim zamanda bile herhangi bir mülakata tabi tutulmadım. Kendimi ifade ediyordum elbette ve fena da hatip sayılmazdım aslında. İşin burasına kadar her şeye eyvallah da, sonrasında da karşılaşmadım bu icapla!!! İlk defa, henüz girdiğim okul olan Yıldız Teknik Üniversitesi'nde duydum liyakati. Hoş orda dahi ehil olmayana bir şey dendiğini görmedim. Sadece sistemi -ki zaten yanlış- çok güzel eleştiriyorduk. Aramızda kekeme de vardı, kendini ifade edemeyen arkadaşlarda! Ya kendisini asla ifade edemeyecek olanlara ne demeli? Geleceklerini şimdiden görür gibiydim aslında. Ha sorun bu arkadaşlarda mı sizce? Bence asla..!
Sorun bataklığın kendisini kurutamamakta! Sen (sıkıyorsa bu saatten sonra) tut o arkadaşa;
-Kardeşim (hele bir, söyle) senden öğretmen olmaz aslında. Sen buraya ait değilsin asla ve burada olmamalısın. Yok hani bizlik durum değil, sadece öğrencilerini düşünüyoruz. Bu ve benzeri bir durumun söz konusu olamayacağı hepimizce malumdur. O zaman çözümün ne diyenlere ufaktan bir reçete;
-Bakın kıymetli okurlarım. Bizler siz gibileri yetiştirecek yani bir nesli inşa edecek kişileriz. Ben inanıyorum ki "sınıf yönetimi" kavramını pratikte asla beceremeyen nice arkadaşım var. Öğretmen alımında liyakati önemsemeyen ve hatta bu kavramdan bihaber, Yüksek Öğretim Kurumu'na değinmiyorum bile. -Sabredin! Gelecek reçete.- Kısaca ne bizler "ehil" birer öğretmen olalım gayretindeyiz, ne de bizden "iyi öğretmen" olmamızı bekleyen birileri var. E hal böyle olunca aşınmamamız gayet normal. Sahi neden bunu dert edinelim ki? İşte bunu, dememeliyiz asla. Sistem hatalı da olsa silkinmeli ve şöyle demeliyiz;
-Biz bir nesli inşa edeceğiz. Madem öyle "en baba öğretmen" nasıl olmalıdır sorusunun cevabını bilmeliyiz. Sınıf Yönetimi kavramını, "sınıfı sessiz kılmaktan" ibaret görerek bu işi başaramayız. Evet sessizliği sağlar ve hatta dersimizi de en güzel şekilde anlatır, gideriz. Ardımızı umursamasak dahi maaşımız yatar, kabul ediyorum. Peki nerde kaldı etkili bir eğitim-öğretim ? Hangi ölçme aracıdır "baba hoca" denen zevatın tesirini bulacak olan? O zaman ne yapmalıyız? Deyip, sorgulayıp, Dünya'da bu işi, "dert edinmiş" örneklerimize bakmalıyız. Kitabı eline alıp okuma zahmetine bile girmeyip, öğrencilerine tek tek okutarak ayın mübarek gününü (ayın 15'ini) bekleyen nice meslektaşım olduğunun bilincindeyim. Şimdi ehliyet kavramının genişliğini de yazımı uzattıkça daha iyi anlayabiliyorum. Öğretmen yetiştirme sisteminden tutun da bahsettiğim tüm konularla alakalı değil makale kitaplar dahi yazılmıştır ve yazılır da. Neyse deyip devam edeyim yazıma. Hal böyleyse eğitim-öğretimin tüm süreci ve bu sürecin gereklerini en iyi şekilde özümsemeli ve gayret göstermeliyiz. Materyalleri derse entegre edebilmekten tutun, etkili bir sınıf yönetiminin gereklerine ve hatta iyi bir hatip olmaya değin sınırları zorlayın derim. Madem sistem sorunlu, eleştirmekten öteye geçmeli ve parçası olduğumuz dişlinin en iyi çalışanı olmalıyız. Sistem eleme yapmıyor diye öğrenci milletine çile olmamalıyız. Bunun vebali (inananlar için diyorum,ki inanmayanların da inandığı değerler adına söylüyorum) inanın bana çok büyük. Hepimiz yaşadıksa, gelin yaşatmayalım!