Yıl 1453, aylardan 29 Mayıs… 21 yaşındaki bir genç, 21 yaşındaki bir padişah; yıkılmaz denilen surları yıktı, aşılmaz denilen denizlere karadan gemiler indirerek aştı, bin yıldır alınmaz denilen Bizans’ı yani İstanbul’u aldı. Büyük dedesi Orhan Gazi’ye, büyük büyük dedesi Osman Gazi’nin vasiyeti olan “İstanbul’u al gülzâr et” sözünü gerçekleştirdi. ….ve 21 yaşında bir dünya imparatoru oldu. …Bu genç imparator, Orta Çağı kapatıp Yeni Çağı başlatandı. İyi bir tefsir, iyi bir fıkıh, iyi bir kelâm, iyi bir tarih, iyi bir geometri, iyi bir matematik, iyi bir edebiyat (Şair Avni) iyi bir felsefe ve 7 dil bilen muhteşem bir hükümdardı. Dünya ona “Fatih” unvanını layık gördü. Hatta O’nu; “Ebu’l Feth” (Fetihlerin Babası)”, “Kayser-i Rum(Roma İmparatoru),” “Çağ Açan Hükümdar,” “Grand Turco (Büyük Türk)” olarak tanıdı. Hala da öyle tanınıyor. O, Türk Milleti’nin Yüce Hakanı Fatih Sultan Mehmet’ti.

Kısacası, 29 Mayıs Salı günü İstanbul'a girildi. Askerler, Ayasofya’ya kadar gittiler, kiliseye dolmuş olan halk büyük bir panik ve korku ile bir yandan dualar ediyorlar diğer yandan da İstanbul fatihinin nasıl biri olduğunu merak ediyorlardı. Fatih sıkı bir muhafaza altında olarak maiyetinde vezir, ulema ve sair ileri gelen devlet adamlarıyla birlikte muhteşem bir alay ile Topkapı’sından şehre girdi.

Şehirde yer yer mücadele oluyordu; kumandanlar Padişaha: Sen bizzat şehre girmezsen biz ahaliyi itaat ettirmeğe mecbur kalamayız deyince, Sultan Mehmet: imparatorun aranmasını emrettiği gibi, halka taarruz edilmemesini ve halkın itaat eylemesini emreyledi; bu suretle şehirde sükûnet hasıl oldu. Şehirdeki bütün ölüler yakıldı, şehir temizlendi; padişah Romanos (Topkapı) kapısından şehre girerek, Ayasofya kilisesine gitti, oraya gelince atından indi, (Allah’a şükür için yere kapandı ve toprak alıp başının üstüne götürdü; bu esnada patrik, papazlar, pek çok halk, kadın, çocuk toplanmışlardı; padişah şehrin fevkalâde olduğunu görerek:

“Hakikaten bunlar erkek adamlarmış. Onların muharebe esnasında böylece çarpışmaları ve ölmekten saadet duymaları boşuna değilmiş” dedi; sonra Ayasofya’ya girdi, mukaddes mahalde durdu, patrik ve halk yerlere atılarak ağlaştılar; Sultan Mehmet onlara elleriyle susmalarını işaret etti; sükûnet teessüs edince patriğe:

“Ayağa kalk. Ben Sultan Mehmet sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi. Sonra, ordusunun kumandanlarına dönerek:

“Askerin halka hiçbir fenalık yapmamalarını emretmelerini ve herhangi birisi bu emre itaat etmezse ölümle cezalandırılacağını bildirdi.”

Fatih’in maiyetinde Ciriaci ve d’Ancona gibi İtalyan danışmanlar bulunuyordu. Gennadios, Fatih tarafından saklandığı yerden bulup getirtilmiş ve patrik tayin edilmiştir. Kilisenin her tarafını ve hazinelerini görmeği arzu ederek herkesin dışarı çıkmasını emretti; fakat halk ağır ağır çıktığından ve kendisi de bunu bekleyemeyeceğinden dışarı çıktı ve imparatorun sarayına gitti. Orada karşısına Konstantin’in başını getiren bir Sırp çıktı; padişah Rum beylerine bu başın Konstantin’in başı olup olmadığını sordu. Onundur dediler, bunun üzerine:

“Allah seni ne kadar yüksek yaratmıştı ve seni imparator yapmıştı; niçin böyle boş yere helak olmak istedin?” dedikten sonra kesik başı patriğe gönderdi.

Konstantin’in zevcesi imparatoriçe kocasıyla son defa vedalaşıp ayrıldıktan sonra İstanbul’un işgali üzerine Rum beyleri tarafından kızları ve asıl ailelere mensup kadınlarla birlikte Jüstinyani’nin gemisiyle Mora’ya götürüldü. Sultan Mehmet bunları kaçıranların kimler olduğunu tahkik edip öğrendi ve bunları idam eyledi; akşam üzeri sur dışındaki karargâhına döndü.

Fatih Sultan Mehmet, patrik seçme ve İstanbul’un düzeni için görülecek işleri tertip ve icap eden memurları tayin ettikten ve on sekiz Haziran’a kadar İstanbul’da kaldıktan sonra Edirne’ye döndü ve büyük bir zafer alayıyla şehre girdi. İstanbul’un zaptından üç veya beş sene sonra (1456 veya 1458) Lâtinlerin elinde bulunan Atina alındı ve Peloponez de dahil olduğu halde bütün Yunanistan elde edildi. Fatih, Dei’ye İtalyan birliğinin o dönem için hayal olduğunu söylemiş ve kendi vizyonunu şöyle anlatmıştır: Sezar’ı, İskender’i, Anibal’i, Keykavus’u aşmak niyetindeyim. Fatih İlyada ve Odysseia destanını Latince okuyabilecek kapasitedeydi. 1462’de Midilli’ye gidip Truva bölgesini inceledi. “Truva’nın intikamını aldım” diyebilecek donanıma sahipti. Fatih 1458’de Atina’ya gidip Akropol’ü gezdi. Ressam Ciriaco ve Giovanni Dario’ya Jüstinyen heykelinin resmini yaptırdı. 1461’de Trabzon’un fethinden sonra bölgenin entelektüeli Amirutzes’i maiyetine alıp felsefi konuşmalar yapmaktan geri durmadı.

Fatih, İstanbul’un fethinden sonra padişah tuğrasını değiştirdi ve “muzaffer daima” kısmını ekledi. Fatih Roma tarihini iyi biliyordu ve Sezar’ın imzasındaki “samper Victoria” ibaresini Türkçe ’ye çevirip tuğrasına dahil etmişti. Fatih Doğu ve Batı’ya ilmen vakıftı. Latince, İtalyanca, Yunanca, Arapça ve Farsça biliyordu. Resim çiziyor. Ressamlarla, felsefecilerle ilim meclisleri kuruyordu. Harikulade bir kütüphaneye sahipti. İstanbul’un fethiyle birlikte Sultan Mehmet’in namı “Fatih” oldu.

İstanbul’un fethi ne kadar büyük bir hadiseyse, Fatih’in fetihten sonra uyguladığı politika ondan çok daha büyük ve önemli bir hadisedir. Fatih, İstanbul’u klasik bir İslam şehri değil, bir metropol olarak tasarladı ve gerçekleştirdi.

Sonuçta: İslâm’ın Yüce Peygamberi Hazreti Muhammed(s.a.s)’in dediği gibi: “Le-tüftehanne’l-Kostaniyye veleni’me’l-emîrü emîrühâ veleni’l -ceyşü zâlike’l ceyşi: / Konstantiniyye elbette feth edilecektir. Onu feth eden komutan ne güzel komutan; o ordu ne güzel ordudur.” Hadis-i şerif’i gerçekleşmiş İstanbul feth edilmiştir. İşte bu Hadis-i şerife mahzar olan ise 21 yaşındaki genç imparator FATİH SULTAN MEHMET olmuştur.