Öncelikle siyasi konulara çok girmek tarzım değil.

Lakin bazen kalem oynatmak zorunda kaldığım da bir gerçeklik.

Toplumda karşılığı olmanın birtakım sorumlulukları var.

İYİ PARTİ bu ülke de cesareti ve yeniden bir alternatif olmayı sağlamıştır.

Geçilen bu süreçte çok önemli vazifeler üstlenmiştir.

Lakin siyasi harakiri yapmaktadır.

Parçalanmasına ve dağılmasına ramak kalmış görünmektedir.

Şimdiden belirteyim.

31 Mart sabahı nerede ise Türkiye Geneli hiçbir ili alamadığı gibi kayda değer ilçe de alamayacak gibi görünüyor.

En azından bu sadece benim yorumum değil.

Tüm anket şirketlerinin genel kanaati...

Gerçi anket şirketleri de başka bir alem de neyse o topa girmeyeyim.

Bunun iki sonucu olur.

Alınan oy miktarına baktığınız da 28 Mayıs’ın gerisine düşeceği düşünülmekte.

Bu durumda Sayın Akşener sorumluluğun kendisine ait olduğunu beyan etmektedir.

Bunun gereği de 1 Nisan günü yapılır.

Lakin Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri kaybedilirse bu sorumluluk tamamıyla Sayın Akşener’in omuzlarında yükselir.

Velev ki Ankara ‘da Mansur Başkan, İstanbul’da Ekrem Başkan kazanırsa yine Sayın Akşener gider ki, partisi zaten bir çözülme sürecinde iken daha fazla bu süreci hızlandırır.

Yaptığı hamleye en çok el avuç ovalayan AK PARTİ ve MHP’dir

Ki haklıdırlar.

Bizzat kamuoyunun takdiridir ki CHP belediyelerinin birçoğunun için de IYI Parti kadroları bulunmaktadır.

Yani söylenildiği gibi önceki yerel seçimde bir paylaşım yapılmamış değildir.

En azından bu secim de mutabakat bir şekilde devam etmeliydi.

Genel seçimler de dileyen, istediği gibi hareket edebilirdi.

MHP ile AK PARTİ‘yi bir arada tutan güç muhalefet sıralarında da yankı bulabilirdi diye düşünüyorum.

Tabii tarih siyasi parti enkazları ile doludur. Bu enkazlarında en genel geçer sebebi parti başkanlarının kişisel hırs ve ihtiraslarıdır.

Bakınız

ANAP, DYP, DSP...gibi yakın döneme damga vuran partiler tarihin derinliklerin de kaybolmak üzereler.

Bu nokta da aklı selim hareket etmek çok çok önemlidir.

KARARSIZLIK VE KORKU

Bir Üniversite'de Profesör, elinde bir fare ve kutu ile salona girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu ve kapattı.

Kutunun hava almadığı açıktı. Salona dönerek: "Bu kutuya iki gün kimse dokunmayacak, dokunan bu dersi geçemez!" dedi ve salondan çıkıp gitti.

Salondaki öğrenciler olaya bir anlam verememişlerdi. Kimisi kutunun içindeki fareyi çıkarmayı düşündü ama cesaret edemedi.

İki gün boyunca ders görülen O sınıfta kutu öylece kaldı.

Ne olacağını merak ederek iki gün geçirdiler. İki gün sonunda tekrar dersi olan profesör salona girdi ve kutuya yaklaşarak açtı. Tabi ki, kutunun içindeki fare artık yaşamıyordu. Öğrencilerden birçoğu üzülmüştü.

Profesör sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini sordu.

Sınıftan birçok farklı ses ve fikir yükseldi; 'Havasızlıktan', 'Açlıktan, 'Susuzluktan.

Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. Profesör kutuyu havaya kaldırıp İçini öğrencilere gösterdi.

Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyette ve minik deliklerle kaplıydı. Ardından devam etti; "Görüyorsunuz değil mi?

Fare anlaşılan bu kutudan çıkmak için epey mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki minik diş izlerinden ve ufacık birçok delikten anlıyoruz

Ancak şu var ki fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık nede açlık öldürdü. Farenin ölümüne neden olan iki şey var; Kararsızlık ve Korku..

Kararsızlık: çünkü fare kutunun her yerini parçalayıp, her noktayı ayrı ayrı kemireceğine sadece tek bir köşesini ısırıp parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı o deliği büyütecek ve kutudan kurtulacaktı.

Korku: çünkü eğer siz öğrenciler benden ve notlarınızın düşmesinden böylesine çok korkmasaydınız, kutuyu açıp fareyi serbest bırakabilirdiniz.

Ancak korkudan dolayı size yanlış gelen bir şeye göz yumdunuz.

Hayatta sizi başarıya götüren yolda karşılaşacağınız en azılı düşmanlardır: Kararsızlık ve Korku. Kararsızlıkla zaman tüketmeyin. Kafanıza tek bir şey koyun ve o yolda ilerleyin.

Ve bu yolda size yanlış gelen şeylere göz yummayın.

Göze batmaktan, ses çıkartmaktan hiçbir zaman korkmayın!"