Modern dünyanın kalabalığı içinde insan, çoğu zaman kendi duygularına yabancılaşır.
Zihinsel başarılar, ölçülebilir yetenekler ve dışsal performanslar ön plana çıkarılırken, duygusal zekâ arka planda kalır. Oysa bireyin kendini tanıması, duygularını yönetebilmesi ve başkalarının hislerini anlayabilmesi, hayatın her alanında belirleyici bir rol oynar.
Duygusal zekâ; sadece empati kurmak ya da nazik olmak değildir. Bu, içsel farkındalığın, duygusal olgunluğun ve ilişkisel zekânın bir bütünüdür.
Kendi iç sesini duyabilen bir insan, başkalarının sessizliğini de anlayabilir. Oysa günümüz dünyasında çoğu insan, ne hissettiğini bile anlamadan yaşıyor.
Tüketim odaklı yaşam biçimi, insanı hissetmekten çok üretmeye ve başarmaya zorluyor. Bu durum ilişkilerde yüzeyselliğe, iletişimde kopukluğa neden oluyor. Hâlbuki sağlıklı bağlar, güçlü bir duygusal temele dayanır.
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bir bakışın, bir kelimenin veya bir sessizliğin taşıdığı anlam değişmez.
Günümüz dünyasında duygusal zekâ, bir lüks değil; bir gerekliliktir. Çünkü insanı insan yapan, yalnızca düşünce değil, hissediş biçimidir.
Geleceğin dünyasını daha yaşanır kılmak için belki de önce, kalbimizi yeniden duymayı öğrenmemiz gerekiyor.
Duygusal zekâ sadece bireysel gelişim için değil, toplumsal uyum açısından da kritik bir unsurdur.
Anlaşılmak kadar anlamak, dinlenmek kadar dinlemek de bu zekânın parçasıdır.
İnsanlar arası çatışmaların çoğu, aslında duyulmayan duyguların, bastırılmış hislerin ve yanlış anlaşılan niyetlerin bir sonucudur. Oysa duygusal farkındalık, bu kırılmaları önleyebilecek güçlü bir köprüdür.
Gelecek, teknik becerilerin yanında duygusal zekâsı gelişmiş bireylere ihtiyaç duyacak.
Eğitimden iş dünyasına, aileden sosyal ilişkilere kadar her alanda bu yetkinlikler ön plana çıkacak. Çünkü bilgi erişilebilir hale geldikçe, insanı farklı kılan şey artık ne bildiği değil, ne hissettiği ve hissettirdiği olacak.
Ve belki de en gerçek değişim, insanın önce kendi duygularına dürüst olmasıyla başlayacak.