Bundan tam altı yıl önce başkent Ankara'da barış için toplanan ve en küçüğü henüz 8 yaşında olan 109 canı, kalleşçe düzenlenen bir saldırıya kurban verdik. O günkü acı ve çaresizliği, kulakları sağır eden çığlıkları unutmak mümkün değil.  

Dünyanın en aşağılık silahı olan Terör, yine onlarca masum insanın parçalanarak ölmesine, yüzlercesinin de yaralanmasına sebep olmuştu.  
Kan ve göz yaşı. Dinmeyen acılar. Kapanmayan yaralar.  

Günlerce bilgisayar ekranından Ankara'da, meydana gelen patlama sonrası çekilen korkunç fotoğrafları dehşet içinde inceledim. Gördüğüm her resimde, izlediğim her görüntüde biraz daha kahroldum. Parçalanmış bedenler, ölmeden evvel çekilen acının izleri kanlı yüzlerden okunabiliyordu. Öyle gerçek, öyle büyük bir acı. Cansız fotoğraflardan çığlıkları duyuluyordu sanki insanların.  
Altı yıldır hep aynı soru kafalarda. Ne yapmıştı o insanlar? Kavramların en güzeli, en anlamlısı, en insanisi, barış adına yürümenin dışında neydi suçları? İnanıyorum ki, gün gelecek ve sorduğum soruların cevabını döktükleri kanda boğulurken verecekler. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.  

O gün ne olmuştu? Kısaca hatırlayalım.
Türkiye 10 Ekim 2015 sabahı tarihinin en kanlı terör eylemiyle sarsıldı.  
O gün siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları çağrısıyla ülkenin dört bir yanından gelen binlerce kişi 'Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi' içim Ankara Garı önünde toplanmış, Sıhhiye Meydanı'na çıkmaya hazırlanıyordu. 

Tam o anlarda üç saniye arayla iki bomba patladı. Meydan kana bulandı, gökyüzüne duman ve haykırışlar yükseldi.  Yaralanan onlarca kişiye ilk müdahale yine alandakiler tarafından yapıldı.  Yaralılar sedye olarak kullanılan pankart ve afişlerle taşındı, hayatını kaybedenlerin üzerine yine 'barış' yazan bu afişler örtüldü.  
Tüm Türkiye oradan gelecek haberlere kilitlenmişken saldırı ile ilgili haberlere yayın yasağı getirildi. İnternet yavaşlatıldı. Twitter ve Facebook gibi sosyal ağlara erişim engellendi.  Saldırı sonrası ortaya çıkan tablo çok ağırdı.
Resmi rakamların can kaybına ilişkin verdiği rakamlar saatler ilerledikçe artıyordu.   Patlamadan yaklaşık 5 saat sonra kameraların karşısına geçen dönemin üç bakanı, ölü sayısının 86'ya yükseldiğini, güvenlik zafiyetinin olmadığını açıkladı.

Bir gazetecinin İçişleri Bakanı Selami Altınok'a sorduğu "İstifa edecek misiniz?" sorusu karşısında Adalet Bakanı Kenan İpek'in gülmesi tepkilere neden oldu.  Polis müdürleri görevden alındı. Bakanlardan istifa beklenirken, saldırıdan 4 gün sonra Ankara Emniyet Müdürü, İstihbarat Şube Müdürü ve Güvenlik Şube Müdürü görevden alındı.  Toplanma alanında polis kontrolünün olmaması çok tartışılmıştı: "Sadece 3 trafik polisi aracı vardı"

Saldırının hemen sonrasında siyasiler ne dedi?  
MHP lideri Devlet Bahçeli istihbarat zafiyetine dikkat çekti ve "Canlı bombalar başkentimize kadar gelebilmeyi göze almışken, güvenlik ve istihbarat kurumlarının bundan habersiz kalmaları bir başka sorgulanması, üzerine gidilmesi gereken sorumsuzluk ve ihmalkarlıktır," dedi.  HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Çok acı bir durum var ama mafyalaşmış, katileşmiş ve bunu seri katil gibi uygulayan bir devlet anlayışı ile karşı karşıyayız," ifadeleriyle devleti suçladı.  CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise "Yönetenlerin istihbarat örgütleri var, her şeyleri var. Neden Türkiye bu halde?" diye sormuş, teröre karşı her türlü iş birliğine açık olduklarını ifade etti.  
Cumhurbaşkanı Erdoğan'da saldırıyı lanetleyerek herkesi sorumlu davranmaya dikkatli hareket etmeye, terörün yanında değil karşısında yer almaya çağırdı.  Üç gün yas ilan edildi. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, saldırı nedeniyle 3 günlük yas ilan edildiğini açıklarken mitingin düzenleyicisi SİSK, KESK ve TTB de 2 günlük grev kararı aldı.  Siyasi partiler de seçim kampanyalarına ara verdiklerini duyurdu.  

Ankara bombacısı, Suruç bombacısının ağabeyi çıktı. Yapılan soruşturmanın neticesinde saldırıyı İŞİD üyesi Yunus Emre Alagöz ile Suriye uyruklu bir teröristin gerçekleştirdiği tespit edilmişti. Yunus Emre Alagöz, 3 ay önce Suruç'ta 34 kişinin öldüğü saldırıyı gerçekleştiren Şeyh Abdurrahman Alagöz'ün ağabeyiydi.  

2013 yılında Adıyaman'da bazı aileler çocuklarının İŞİD'e katıldığını anlamaları üzerine BİMER (Başbakanlık İletişin Merkezi) ve Cumhurbaşkanlığı'na şikâyette bulunmuş, bunun üzerine de Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2013 yılında bir soruşturma başlatılmıştı. Başlatılan soruşturma kapsamında Yunus Emre Alagöz ve kardeşi Abdurrahman Alagöz'ün de aralarında bulunduğu birçok isim teknik takibe alındı. Bu teknik takip neticesinde Adıyaman'da örgütlenen İŞİD'le bağlantılı "Dokumacılar" grubu deşifre edildi.  

Onlarca yitik can, her birinin bir adı, hayatı, macerası,  sevdikleri vardı.  Geriye sadece hikayeleri kaldı.  
--Katliamın en küçük kurbanı: Veysel Atılgan'dı. Sadece 8 yaşındaydı Veysel.  Kısa bir süre önce çekilen videosunda annesinden tablet bilgisayar ve bisiklet istiyordu. Bir de büyük hayali vardı: Avukat olmak.  Devlet Demiryolları'nda işçi olan babasıyla geldiği gar meydanında hain bir bombayla kaybettiğimiz Veysel'den geriye hafızalarda kalan çakmak çakmak bakan yeşil gözleri ve öğretmenin onun ardından yazdığı mektup oldu:  "Arkadaşlarınla daha dün mendil kapmaca oynarken ki coşkun gözerimin önünden gitmiyor. Şimdi söyle güzel gözlü güzel yürekli çocuğum nasıl anlatayım arkadaşlarına barış sözcüğünün anlamını?"  

--Yılmaz ve Gülhan sadece 1 yıllık evliydi.  Yılmaz ve Gülhan Karlı Elmascan çifti Adana'da yaşıyordu. Evleneli henüz bir yıl olmuştu. İlkokulda rehber öğretmenliği yapan Gülhan Elmascan'ın eşi TCDD'de makinistti. Oysa hikayeleri yeni başlamıştı. Hayalleri, umutları, gelecekleri, sevgileri, aşkları bir bombanın gölgesinde yitip gitti.  

--Ankara Garı katliamının sembol fotoğraflarından biri, kızlarını kaybeden Çevik çiftini gösteren kareydi. İzzettin Çevik o anı şöyle anlatıyor. Birkaç dakika sonra patlama oldu. O an kızımı ve kız kardeşimi gördüm. İkisi de hayatını kaybetmişti. Kızım kötü haldeydi. Kız kardeşim uyuyor gibi uzanmıştı. Daha sonra eşimi gördüm. Gözünden ve ayağından yaralanmıştı. Eşim ayağa kalkıp Sidar'ı aramak istedi. Ben kızımı görmemesi için ona sarıldım. O sırada fotoğrafımız çekilmiş. Ben hala o fotoğrafa bakamıyorum. Bazen haberleri izlerken aniden karşıma çıkıyor. O zaman irkiliyorum"
Yaralılardan bir halka oluşmuştu. Ne kızımı ne de kız kardeşimi tanıyabiliyordum. Sonra bir baktım ki eşim yanıma gelmiş, kucağıma sığınmış ben de onu sarmışım. Eşim, kızımızın nerede olduğunu soruyordu. Biraz daha bakınınca kız kardeşimi yatanlar arasında seçebildim. Hala da kızımı göremiyordum. Yerde elbiseleri kızımınki gibi olan biri vardı. Plastik bir mağaza mankeni gibi yatıyordu. Kolu, elleri, ayakları ve teni sanki erimişti. O sırada yerde gördüğüm kişinin kızım olduğunu idrak edebildim.  "Öfkelendim. Neden bana bir şey olmadı diye. Çünkü artık çığlıkları, kucağıma sığınmış olan eşimi, yerde yatan cenazeleri ve diğer bütün detayları algılamaya başlamıştım. İnsanın rüyasında bile görmeyeceği bir kâbusu, düşünmek bile istemediği şeyleri yaşadım."

Ve yarım bırakılan daha onlarca acılı hikâye. Hem de bir hiç uğruna.  Ankara katliamının 6. Yılında hayatını kaybedenleri rahmetle anıyor, ailelerine sabır diliyorum.