Milletler için bazı maddi ve manevi değerler vardır ki; milli kültürün vazgeçilmezidir. İşte Türk kültürünün de vazgeçilmezi ve herkesin sevdiği Ezo Gelin hikâyesidir. Ayrıca hemen belirtelim ki; sofraların vazgeçilmezi ‘‘Ezo Gelin’’ çorbasının mimarı olan Zöhre Bozgeyik’in acı dolu hayat hikayesi, artık mezarı başındaki yazıtta ziyaretçilere aktarılıyor. Asıl adı Zöhre olan Ezo Gelin, 1909'da  Gaziantep'in Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğar. Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif'tir.

Anlatanlar, Ezo'nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemezler. Derler ki öylesine güzelmiş ki Ezo, görenler iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış… Öyle güzelmiş ki Ezo, bakanlar bakmaya doyamazlarmış… Öyle güzelmiş ki bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo'nun güzelliği karşısında şaşalayıp Ezo'nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış… Öyle güzelmiş ki Ezo, gülümseyerek bakmasıyla düşmanları barıştırırmış… Öylesine güzelmiş ki Ezo, olursa o kadar olurmuş...

Ezo'nun güzelliği, söyleyen dillere söylence olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı da dillerde dolaşır olmuştu. Komşu Beledin köyünden, Şitto diye bilinen Hanefi’nin bağlaması, akarsulara; "Siz şırıldamayın, ben şırıldayım", sesi de bülbüllere; "Siz şakımayın, ben şakıyayım" diyen cinstendi. Tekmil Barak ovasında düğünler kambersiz oluyor da Şitto Hanefi'siz olmuyordu. O sıralar Hanefi otuz, aya; "Sen doğma ben doğayım" diyen güzeller güzeli Ezo da yirmi yaşlarındaydı.

Gün o idi ki Uruş köyünde Hacı Mamuş'un düğünü vardı. Düğüne, Ezo ve Şitto da çağrılmışlardı elbet. Düğünde tüm gözler gelini de güveyiyi de unutup Ezo ile Şitto'yu izledi. Şitto, Ezo'ya gönlünü kaptırdı. Şitto Hanefi'nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu. Bu nedenle, Ezo'ya dünür yolladı. Hanefi, ala ala; "Düşünelim" cevabı aldı. Araya acımasız zaman girdi. Şitto'nun doğru dürüst evi bile yoktu; ama yüreğinde Ezo geziniyordu. Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo, Şitto'ya çatıldı. Şitto, Ezo'yu almasına karşılık, Ezo'nun ağabeyi Zeynel'e de halası Hazik'i verecekti.

Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu. Şitto'yla Ezo'nun düğünü Beledin Köyü'nde, Zeynel'le Hazik'in düğünü Uruş'ta kuruldu. Zurna öttü davul vuruldu... İki köyde iki mutlu yuva kuruldu… Şitto ile Ezo, mutlu bir yaşam sürdürüyordu. Ağızlarının tadı yerindeydi… Gel gelelim, mutlulukları göze geldi. Aralarına arabozucular girdi. Yemediler içmediler, dedikodu yaptılar. Atalarımız; "Söz taşıma, taş taşı" demiş; ama bazı kendini bilmezler söz taşıdılar. Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler... Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo. Şitto öykülerini bir cümlede özetler: "Kötü talih, geç buldum tez yitirdim..." Ezo, Şitto’dan ayrıldıktan sonra altı yıl evlenmedi. Yörenin ağızbirliği etmişçesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre içinde daha bir serpildi, daha bir güzelleşti. Öyle ki görenin gözü kalırdı. Genç yaşlı, zengin fakir, nice talibi çıktı Ezo'nun. Ezo, tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi. Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan teyze oğlu Memey'le evlenmeye yanaştı.

Türkmen oymağından olan Memey, Suriye'nin Carablus  ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş  köyünde oturuyordu. Ezo, 1936 yılının güzünde, Uruş'tan Kozbaş'a gelin gitti. Ezo'yla Memey'in iki kızları oldu. İlki, fazla yaşamadan öldü; diğer kızlarının adı Celile’dir.

Ezo'nun, ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi. Ne var ki gurbet denilen bir ateş yüreğini yakıyordu. Türk köylüsü "Çalının ardı gurbet" der. Ezo da, Kozbaş'tan Türkiye'yi, Uruş'u görüyordu. Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu; ama bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor ve dayanılmaz hale getiriyordu. Yakınları onun "Vara öleydim, tek yurdumda kalaydım" dediğini anlatırlar. Ezo bir de; "Göreceksiniz, gurbetlik beni öldürecek" der ve öldüğünde, köyünü görecek bir yere gömülmesini dilerdi. Dediği de oldu. Suriye'ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde, Ezo yatağa düştü. Hastalığının ince hastalık olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu. Ezo, kızı Celile'yi yatağının başından ayırmak istemiyordu. Ecelle buluşma gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile'de buluyordu. Ve Ezo Gelin, güz yağmurlarının düştüğü bir Cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu. Eşi ve yakınları, vasiyetini dikkate alarak onu, ara sıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye'yi seyrettiği Bozhöyük'ün en yüksek noktasına gömdüler. Ezo Gelin’in mezarı 1999 yılında dönemin Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz ve bürokratlarının çabası sonucu doğup büyüdüğü eski ismi Uruş olan Dokuzyol kırsal Mahallesine getirilir. Bugün belki hepimizindir, ama aslında Ezo sadece Şitto’nun olarak kaldı. Ama en önemlisi şu gerçektir ki; Ezo Gelin hiç unutulmaz bugün söylendiği gibi bundan sonraki, yıllarda da Şitto’nun Ezo Gelin türküsünün söyleneceği kesindir.

Türkünün Sözleri

Ezo gelin benim olsaydın da

Seni vermezdim feleğe (feleğe)

Güzel yosmam başın için

Salma beni dileğe

Annen huridir sen benzersin meleğe

Neneyle neneyle

Bahtı karam neneyle

Çık Suriye dağları'na da

Bizim ele el eyle

El eyle aman el eyle

Gel kara yazılım gel

Gel sılada nazlım gel

Gel bahtı karalım gel oy

Gören vursun kemerinin kaşına (ey)

Bizi kınayanların bu ayrılık gelsin başına (ey)

Neneyle neneyle

Bahtı karam neneyle

Çık Suriye dağları'na da

Bizim ele el eyle

El eyle aman el eyle

Gel kara yazılım gel

Gel sılada nazlım gel

Gel bahtı karalım gel oy Ezo gelin çık Suriye dağlarının başına (başına başına oy)

İşte bu aynısı sanki binlerce kez yaşanmış gibi duran hikâyeyi ölümsüz kılan, Ezo Gelin'in ölümsüzlük tarifi olan Ezo Gelin çorbasıdır. Zöhre Bozgeyik’in 6 yıllık bekar hayatında yaşadığı maddi sıkıntılar ile evde bulduğu malzemelerle yaptığı çorbası ise ‘‘Ezo Gelin Çorbası’’ olarak günümüze kadar ulaştı.

Kısacası; ‘’milli kültürün acı hikayesi, Ezo Gelin’’ hikayesidir.