Yazı başlığım dahi çok net değil, karışık, zira mülteci ayrı, sığınmacı ayrı, misafir dediğimiz ayrı şeyler. Ayrı olsa da hepsinin uluslararası ve ülkem dâhilinde kanun ve yasalarımızla belirginleşmiş durum sentezleri ve süreçle alakalı uygulamaları belirgin. Siyasi ve politik görüşümden ziyade bu konuyu yazıma almama sebep ülkemiz haricinde olup vatanımızda hayatlarını idame ettiren milyonlar var ki, Türk milletinin çağdaş, uygar yaşam şekline baltalama yapmaktalar. Elbette, nihai çözüm kendi vatanlarına dönmeleri de, tekrar yazayım, politika tarafından ziyade varlıkları halinde nasıl olmalılar konusu ki, çok önemli ve hassas, vurgu yapıp, altını çizeceğim mevzuu bu. Ne, neler yazayım diye düşünürken hazır ve leziz haliyle pişmiş yemek önüme geldi, sosyal arkadaşlığım baki olan Sayın, Sevgili; Demet Ergin’e teşekkür ediyorum, yazdıklarının tümünde hemfikirim, okuyup birlikte düşünüp değerlendirelim lütfen.

..

Ben Mülteci Olsam

Ülkemdeki Suriyelilere, Afganlara ve türevlerine karşı empati kurmamakla suçlandığım olur bazen. Beni bununla suçlayanlar genelde Atatürk, Türk ve Cumhuriyet düşmanı dinciler veya bölücüler oluyor genelde. İçinde herhangi bir düşmanlık ve art niyet olmasa bile aklı bir karış havada olan liboşlardan da bu tip eleştiriler duyuyorum... Her neyse.

Öncelikle yanılıyorlar, ben bu konuda empati kurabiliyorum.

Hatta şimdi kurayım biraz empati.

Ben mülteci olsam;

Sığındığım ülkede bu kadar rahat tavırlar takınamam. Kültürünü ve dilini bilmediğim bir ülkede kendimden emin bir şekilde, itici bir yüz ifadesiyle, bir sırtlan gibi etrafa delici bakışlar atarak, vücudum dimdik, etrafa meydan okurcasına yürüyemem.

Ben mülteci olsam;

Ortalık yerde bir şovmen edasıyla, nispet yaparcasına, bağıra bağıra telefonla konuşamam, utanırım. Kaldı ki bu davranış görgüsüzlük, avamlık ve basitlik göstergesidir. İnsan ne kendi vatanında, ne de başka bir ülkede böyle davranmamalı toplum içinde. Ayıptır, arsızlıktır.

Ben mülteci olsam;

Kaldırımda, parkta, markette veya toplu taşımada en küçük bir anlaşmazlıkta anında çirkefleşemem. Kaldı ki herhangi bir olaya bulaşmamak için azami dikkat gösteririm.

Ben mülteci olsam;

Sığındığım ülkenin yaşam biçimine adapte olmaya çalışırım. Dilini öğrenmek için çaba sarf ederim çünkü kaygılanırım. 'Ne yapacağım ben burada, yaşamımı nasıl sürdüreceğim, nasıl uyum sağlayacağım ben bu yeni yaşama?' diye düşünür, bunları kendime gam eder ve kaygılanırım. Daha önce hiç bulunmadığım, insanları hakkında hiçbir fikir sahibi olmadığım bir ülkeye zorunlu sebeplerden ötürü gitmişim, insanın yaşamında bu kadar radikal başka bir değişim olabilir mi!?

Ben mülteci olsam;

Tek başıma veya benim durumumdaki insanlarımla birlikteyken olumsuz görüntü vermemeye çalışırdım. İnsanlarımla bir araya geldiğimde bunları onlarla konuşurdum. 'Birlikteyken bir çete gibi davranmayalım, kötü izlenim vermeyelim.' derdim onlara. Sığındığım ülkede hırsızlık ve yaralama gibi suçlara karışan insanlarımdan utanç duyardım. O ülke kadınlarına iğrenç bakışlar yönelten, laf atan, yolda yürürken onları görüntüye alıp sosyal medyada yayınlayan insanlarımın yüzüne tükürürdüm bir kadın olarak!!! Şerefsiz olduklarını yüzlerine haykırırdım!!!

Ben mülteci olsam;

Ülkemde çatışmalar bittiği an geri dönmek için çırpınırdım. Bu andan sonra o ülkede geçirdiğim her dakikada yüreğim kor gibi yanardı. Bir an önce vatanıma dönüp hayatta kalan sevdiklerimi bulmak, yeni bir başlangıç aramak için çırpınırdım. Sığındığım ülke beni vatanıma geri götüremiyorsa, bunun için o ülkenin yetkililerine ricalarda bulunurdum. Yine olmuyorsa yanımda bir battaniye ile yollara düşerdim. Yüzlerce kilometre yol yürürdüm gerekirse. Geceleri yol kenarlarında konaklardım. Kamyon kasalarında, otobüs merdivenlerinde, elime hangi şans geçtiyse değerlendirir, bir şekilde ülkeme ulaşırdım.

Ben mülteci olsam;

Bu anlattıklarım gibi düşünür ve öyle davranırdım arkadaşlar... Üstelik her tür sosyal haktan o ülke insanlarından bile öncelikli yararlanma hakkına sahipsem ki, böyle bir durumun tarihte bir örneği daha yok, böyle bir şey daha önce ne duyuldu ne de görüldü.

Evet, ben böyle davranırdım, aksi düşünülemez bile.

Aksi halde insanların benim hakkımda iyi şeyler düşünmeyeceğini bilirdim. Hele ki sığındığım ülkeye herhangi bir güvenlik veya sağlık kontrolünden geçmeden, elimi kolumu sallayarak girdiğim için insanlar benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorlarsa. Kaldı ki kimsenin kimseyi kabul etmek ve sevmek gibi bir zorunluluğu olmadığı düşünüldüğünde.

Eğer hiç tanımadığı bir ülkede yukarıda anlattığım şekillerde davranmıyorsa kişi, mülteciliği tartışılmaya başlar.

Nedir, kimdir o halde?

Hırsız mıdır, kanun kaçağı mıdır, katil midir, tecavüzcü mü, dinci veya bölücü bir terör örgütünün üyesi mi?

Kimdir?!

Tamam, diyelim ki bunlardan hiçbiri olmasa bile en basitinden insan değildir.

Her iki olasılıkta da böyle birinin insanlardan saygı ve anlayış görmesi beklenemez. Böyle olduğunda da kimse buna itiraz edemez.

...

Bu yazımı da beni empati yoksunu olmakla suçlayan Atatürk, Türk ve Cumhuriyet düşmanlarına ve hayal aleminde yaşayan liboşlara ithaf ediyorum.

..

Mülteciler içinde, sığınmacılar içinde, misafirler içinde yazılı yasa, kanun, talimat, yönetmenlikler vardır da, bir yere kadar. Dünyamızda da ülkemizde de, hele hele sayıları binlerin üzerindeyse ( ne yazık ki resmi ya da tüzel açıklamalar dahi milyonlardan bahsediyor) oldukları ülke insanının, halkının hassasiyet ve zafiyetlerine azami uyum sağlamalıdırlar. İnisiyatif, tolerans elbette olabilir ama tutum ve davranışlarda ki süreklilik kabul edilemez. Farkında olsak da olmasak da, sorun sadece bizlerin muhataplıkları ve incinmişlerinin çok ötesinde yetişen neslimizin, çocuklarımızın, gençlerimizin kötü örneklerle karşı karşıya kalma halleridir ki, kabul edilemez. Babam, 2011 yılında Hakk’a uğurladığımız Hanifi Demir’in beynime perçinlenmiş muazzam bir sözü vardır “Adam olana lafın tamamı söylenmez, o anlar”. Bu yazımı uzatabildiğim kadar uzatır tüm ayrıntı ve gerekçeleri de yazabilirim. Yazayım, iyi de, muhatabım Türkiye Cumhuriyeti devleti, adam olmanın çok üzerinde ki vasıflara sahiptir, değil mi?