Bir süre önce sosyal medyada şöyle bir paylaşıma denk geldim: “Beslenme şeklin sadece yediğin şeyler değildir. İzlediklerin, dinlediklerin, iletişimde olduğun ve takip ettiğin insanlar da beslenme şeklinin bir parçasıdır.” Günümüzün sosyal alanları artık kent meydanları ve mekânlardan çok sosyal medya platformları oldu. Bir arkadaşımızla yaptığımız bir saatlik sohbet, sosyal medyada paylaşılan on beş saniyelik dans videosunu izlemekten daha keyifli gelmiyor ne yazık ki birçoğumuza.
Hepimizin bir izleyici olduğu kadar bir yayıncı da olduğu bu ortamda takip ettiğimiz veya denk geldiğimiz içerikleri paylaşıyoruz, beğeniyoruz, eleştiriyoruz, değerlendiriyoruz. Başlarda sosyalleşmek için icat edilmiş olsa da sosyal medya; uzağı yakınlaştırırken yakını uzaklaştırmasıyla, yeni arkadaşlıklar edinmemizi sağlarken mevcudu yok saymamıza sebep olmasıyla, uzaklarda aşklar aratırken bizi yanı başımızdaki gerçek aşklara kör baktırmasıyla yer etti hayatlarımızda.
Bir zamanlar birlikte yürüyüş yapmanın yerini yürürken hikâye paylaşmak, bir dostla dertleşmenin yerini bir aforizma alıntılamak, yüzlerini görmediğimiz ve seslerini duymadığımız insanların arkadaş listelerimizde yer almalarının getirdiği ‘bir çevrem var’ yanılsamasını yaşamak; kredi kartlarımız gibi hayatlarımızın da temassız hale geldiğinin göstergesi aslında. Peki, zamanla gerçek benliklerin değil idealize edilenlerin sunulduğu ve izlendiği bir vitrine dönüşen sosyal medya ne kadar sosyal?
Sosyal medya ve sanal sosyallik
2019 yılında yapılan ve ilkokul dördüncü sınıfta öğrenim gören 112 bin öğrencinin yer aldığı MEB araştırmasına göre; her 100 çocuktan 40'ı okuduğunu anlamıyor. Akıl yürütmeye dayalı soruları cevaplama oranı ise, %61.4. Birkaç yıl önce bir çalışmada günde bir saat televizyon izleyen çocuklarla günde üç saatten fazla televizyon izleyen çocukların çizdikleri resimler karşılaştırılmıştı. Çizimlerin detayları arasındaki fark düşündürücü idi. Arama motorlarından bu görsele ulaşabilirsiniz. Gerçek sosyalliğin yerini sanal olana bırakmasının somut getirileri olan bu örnekler, dijital sosyalleşme biçiminin hayatımıza etkisinin de göstergeleri.
Bu sanal dünyanın bütün varlığının internetin varlığına bağlı olduğunu fark edersek inisiyatifimiz dahilinde onu yönetebiliriz. Elbette önce bunu isteyerek şu soruları kendimize soralım: Hayatımızı nasıl yaşıyor, başkalarıyla nasıl ilişki kuruyoruz? Bize söylenenleri nasıl algılıyor, nasıl değerlendiriyoruz? Sahip olduğumuz fikirlerin ne kadarı gerçekten bize ait? Sanal dünyanın nimetlerinden yararlanırken elimizle ekran kaydırmaktan öte birbirimizin gözlerinin içine bakarak konuşmayı da hatırlamamız gerekiyor. Çünkü ‘paylaş’ butonunun ucundaki bir içerikten daha çok paylaşacak bir duyguya ve samimiyete ihtiyacımız var.