“Ben putperest değilim, kitaba tapmıyorum; içindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindek

“Ben putperest değilim, kitaba tapmıyorum; içindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindeki tecrübe, içindeki Tanrı çekiyor beni." Üstad Cemil Meriç’in kitap ile arasındaki münasebeti gerekçelendirişi böyle. Kitap için söylenebilecek en kapsamlı ve en özet ifade içine çeken, doldurup taşıran, saran kuşatan, başkalaştıran bir dünyaya kapılar aralamasıdır. Tabi en nihayetinde her kitap için indirgenen, genellenen bir kabul değil bu!

İnsanlık mirasını başka hangi yolla bugüne getirirdi. İnsanlık mirasını kitapla taşıdı, taşıyor. Düğümleri çözüyor, tılsımları bozuyor...İcazet beklemetmiyor. İnanç yükünü, itikad mirasını taşıyan en önemli külliyatlardan birisi de Risale-i Nurlardır. İştiyakla yazılmış bir eser. Toprağını yeşertmek için dökülen yağmur taneleri gibi dökülmüş kelimeler kağıda...

Yazı yeni âlemlere kapılar aralayan en güçlü araç. Karanlıklar dehlizinden semaya açılan bir pencere. Tarihi çağlara merhaba dedirten, özgürce yazılıp okunduğu en kuytu köşelerde dahi ışık olan, ilim iştiyakını dindiren bilinç aracı. En alelade karalamanın bile çağlara meydan okuyan bir sesi var.

Risale, bir tefsir kitabı olarak dile getiriliyor. Tam olarak böyle denilebilir mi bilmiyorum. Bediüzzaman, Kurandaki tüm ayetlerin tefsirini yapmıyor. Akaide ilişkin olanları seçmiş. Özellikle Kuranın zamanı kuşatıcı derinlikli üslubu ve metodunu almış. Yani tesfiri usülünden koparmamış. Verdiği hakikat mesajı ile kelimeler, cümleler bugünü anlatırken düne uzanıyor aynı zamanda geleceğe dair işaretler veriyor.

Risale-i Nur, ideallerimize çerçeve çizen, ufkun ötesine baktıran böylelikle ikbale kanatlandıran bir marifet kitabı. Hayat denilen beş tabakattaki sonsuz yolculukta Allah ile birlikteliğe, kalp bağına bir tarif, bir övgüdür. Bu çok yönlü istidat mefhumunun sahibi, ihsan edeni hürmetine sayfalaşmış bir hakikat beyanıdır.

Her nesir gibi Risale-i Nur külliyatı da anlamı ve mesajları ile bir bütün. Durağan bir hayat nizamı bekleyenlerin kafasında sorular oluşturacak bir eser. Kiminde hasmına kin ile bilenen bir hançer, kiminde Fikrin surlarından atılan bir mızrak gibi cümleler... Aynı yol üzre hem çiçek açtıran kestirme varışlar, hem bataklıklarda boğuluşlar var.

Risale, hicretin kelimeleşmesidir. Kelamın insanı sürüklediği yolculuktur. Hicret, bir büyük fikriyatı gövdesinde taşıyan tek bir hadise gibi tezahür eden hadiseler zinciri. İnsan duyu organlarıyla, algı aktlarının tamamıyla zahir varlık sahasından göçebilir mi? Sual, mevzuun özünü sarması itibariyle can alıcı...

Hicreti üç türden ifade etmeli. İnsanın cismini bir yerden bir başka yere sürüklemesini ifade eden cismani hareket. İkincisi, insanın bulunduğu yerden fikirleri itibariyle sıyrılması durumudur. Üçüncüsü ise kalbi hicrettir. Risaledeki hicret, tam manasıyla duyu organları ile ruh iklimi arasındaki köprüdeki seyahati ifade ediyor. Bu seyahate kendini vasıtası yapan Risale-i nur... Bizi bu ulvi yolculuğa çıkarmak maksadıyla ıstırapları yüklenmiş bir adam: Said-i Nursi Bediüzzaman...

İsmini kitabının münzevi yıldızlar kısmında zikreden Cemil Meriç ve Talebeleri ile Said'i bir bütün olarak tasvir ediyor: "Said'in müridi, bir havariler ormanı. Yekpare ve kesif. Ağaçlar kaynaşmış birbirleriyle. Ve bağrından adsız bir uğultu yükseliyor... Bir fırtına rüzgârına benzeyen Nur risalelerin zaman zaman boğuk, zaman zaman heybetli yankısı. Said, dağ başında vaaz eden bir mürşit. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın. Nass'ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, tarihin içinden geliyordu: Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Bu hayali insanlar o konuştukça gerçekleşti. Yani nurculardan önce kelam var. O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi(!) ile Anadolu, tereddütle inanç... karşı karşıya geldi. Nurculuk, bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı'ya karşı Doğu'nun isyanı. Her risale bir çığlık, şuuraltının çığlığı. Zulmün ahmakça taaruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı? Said Nursi, bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman. "

 

Risale, sözler ile nasihat alıp, işaretül icazla hedefler aşmak, tarihçe-i hayatla dava adamlığına şahitlik etmektir... O devri tarih kitaplariyla anlamak isteyen yanılır, ögrendigini hakikat sanır. Ömrü kör bir sanrıyla aldanmışlıkla beyhude geçer.

Nurcular, Avrupa nizamını İslam topraklarında yasamak isteyenlerin düsman güruhu...

Bediüzzamanin 28 yıl süren suçsuz mahpusluğu resmi ideolojinin karanlık yüzünü ifşa ediyor.