Liderlik vasfı bambaşka bir olgudur…
Lider, idare edenden ziyade yönetebilene denir.
Dün, Kiev karşısında öyle bir lider vardı ki, maçın ilk dakikasından, sonuna kadar neyi, ne zaman ve nasıl yapacağını hesaplamıştı… Kimin karşısında? Bir başka muazzam liderin karşısında…
Beşiktaşlılar çok iyi bilir ve hatta bilmeden de bununla övünerek anlatırlar. 1. Şenol Güneş döneminde bunu yaşayan camia, son olarak buna benzer bir durumu Sergen Yalçın ile gelen şampiyonlukta görmüştü. Buna tam olarak camia refleksi denmese de, camiayı birleştirici en önemli figür, unsur demek pek de yanlış olmaz aslında. Şunun adını koyalım önce! Sistemden uzak olan her oluşum, kendi liderini oluşturmak zorundadır. Evet kulağa pek hoş gelmiyor, negatif bir durum gibi algılanıyor ancak, 4 tarafı denizlerle çevrili ancak karada tonla sorun olan güzel ülkemde, yüzyıllar boyu işler hep liderler üzerinden yürümüş ve başarını anahtarı liderlik vasfı ön planda olan kişilerden geçmiştir. Bu durum bir kısım romantikleri pek mutlu etmese de, bu ülkenin gerçekliğinin bu olduğu mevzusunu değiştirmez aslında. Beşiktaş gibi günü kurtaran, anı yaşayan, kısa, orta ve uzun vadeli planlardan ziyade anlık başarılarla mutlu olan bir camiaya lazım olan lider, dün yine iş başındaydı.
Şimdi ülke gerçeklerini konuşup, iğneyi kendimize batırdıktan sonra, Sir Şenol Güneş’in, Rumenlerin padişahı, bir kısım Beşiktaşlının bile Valerien sonrası “Luce gelmeliydi, ne Şenol’u” dediği ortamda dün sahada Lucescu’yu nasıl mat ettiğini konuşabiliriz… Skandal bir kararla Beşiktaş’ın daha 2. haftada doğrandığı Pendik maçında, herkes haliyle hakem hatalarına odaklanmışken, saha içinde bambaşka bir durum vardı. Beşiktaşlıların sevgilisi Aboubakar, saha içinde hiç olmadığı kadar silik ve bitik bir görüntü içindeydi. Oysa sorun, Beşiktaş’ın özellikle oyunun kreatif yönünde yaşadığı eksiklik, orta alanda sadece enerjisiyle var olan Gedson dışında, Aboubakar’a alan açan, ona servis yapacak olan, adına kilit pas, şut pası denilen toplanı bir türlü atamayan oyuncu eksikliğiydi. İşte tam da bu sebeple Kiev karşısında 4-1-4-1 dizilişiyle, Amir’i geride derin oyun kurucu rolünde oynatan Şenol Güneş, Ceza yayı ve çevresinde oyuna ve topa daha hakim bir görüntü çizmek ve Aboubakar’ı yanlızlar rıhtımında tek başına bırakmayacak bir dizilişle, Gedson - Salih ikilisi ile ŞAH dedi 17 dakika itibari ile… Topu Luce’ye bırakıp, baskıyı sakin kalarak geride kırıp, Gedson’un dinazmizmi ve Salih’in oyun aklı ile ileride Aboubakar’a alan ve zaman yaratan Güneş, skoru da bulunca tam da istediği şekle soktu Kiev takımını. İlk 17 dakika sonrası görünenin aksine topu ve oyunu da alan Beşiktaş, 45 sonrası Kiev’in mutlak galip gelmesi gerektiğini bilerek, arkaya sarkan ataklarla belki taktik disiplinde Dünya’da ilk 5’te olan Luce’yi iyiden iyiye şişirme ve panik bir oyuna sürükleri. 65 ve takip eden 15 dakika içinde yaptığı değişikliklerle Sir Şenol Güneş, oyuna Rashica ve Bakhtiyor’u atarak uzatmalada Luce’ye MAT dedi…
Günün sonunda, Sir Şenol Güneş ve hiç de derin olmayan oyuncu kadrosu, Avrupa’da çıktıkları son 3 deplasman maçını da kazanarak yine kendi döneminde (17/18 sezonu) elde ettiği, kulüp tarihinin en uzun serisini de egale etmiş oldu. Şimdi soru şu, Beşiktaş ne zamana kadar Şenol Hoca sayesinde ilerleyecek? Böyle bir hocaya hazır ve derin bir kadro kurulur ve istediği transferler yapılırsa, sizce bu ressamın elinden ortaya ne gibi bir tablo çıkar?