“Ağustos Böceği” ve “4 Zümrüdüanka” kitaplarının yazarı EMRULLAH ÖZKAN ile bir araya geldik…

Hoş geldiniz Emrulah Bey, nasılsınız? Öncelikle sizi tanımak isteriz.

Adım Emrullah ÖZKAN, Karaman doğumluyum. Okumaya çok önem veren bir anne ve babanın altı çocuğundan biriyim. Süleyman Demirel Üniversitesi Kamu Yönetimi mezunuyum. Zaten altı kardeşin dört tanesi Kamu Yönetimi mezunu. Ticaret Bakanlığında Gümrük Muhafaza Memuru olarak çalışıyorum. Tüm meslektaşlarımın 26 Ocak Dünya Gümrük Gününü buradan kutluyorum.

Kitaplarınızdan bahsedelim isterim. Ağustos Böceği nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?

Ağustos böceği farkındalık oluşturmak isteyen bir eser. Masal ya da hikâye kitabı değil. Tamamen gerçek hayatlar ve o yaşanmışlıklardan çıkardığım dersler ve okuyuculara vermek istediğim mesajlardan oluşan bir kitap. Kitabın adı hakkında çok soru alıyorum.  Kitabın adını Ağustos Böceği koymamın sebebi şudur: La Fontaine Masallarında karıncalar çalışkanlıklarıyla anlatılırken Ağustos Böcekleri tembelliğin temsilcisi olarak belirtilmiştir. Aslında Ağustos böcekleri toprak altında türüne göre 4-12 yıl arasında yaşadıktan sonra yeryüzüne çıkabiliyorlar. Yeryüzüne çıktıktan sonra 4 hafta gibi kısa bir ömre sahiptirler. Kışın yaşayamayacakları için yiyecek biriktirme endişeleri de olmaz. 4 haftalık ömürlerinde ve yeraltında kaldıkları süre içerisinde çok zorlu bir hayat mücadeleleri vardır. Doğru bildiğimiz ne kadar çok yanlış var? Doğruyu öğrenmekte tembel miyiz yoksa doğrular işimize mi gelmiyor?   Eserlerimde kendimde, çevremde ve ait olduğum dünyada olan eksiklikleri yazıyorum. Liyakat, Adalet, Dostluk vb. Örneğin Mozart tarihin en büyük sanatçılarından biri. Yaşarken arkadaşlarına çok borçlanıyor. Öldüğü gün arkadaşları Mozart’ın tüm eşyalarını satıyorlar. Verdikleri borcun tamamını olmasa da belli bir kısmını alabiliyorlar. Cenazesinde kimse yok. Ve toplu mezara gömülüyor. Tarihin en büyük değerlerinden birinin kendine ait bir mezarı bile yoktur. Dostoyevski’nin annesi öldükten sonra babası doktorluğu bırakır çiftlik evine yerleşirler.  Orada babasının, çalışanlarına acımasız davranışlarına şahit olur. Babasını, yine bir uşağı haksız yere ölümüne döverken görür. Uşak babasına hiç karşılık vermez. Uşak evine başı eğik üzgün bir şekilde gider. Dostoyevski onu takip eder. Niyeti onla konuşmak, özür dilemek ve teselli vermektir. Onunla konuşamaz. Uşak evine varır. Kendisine kapıyı geç açan kadını dövmeye başlar. Babasından o kadar dayak yerken sesini çıkartamayan bu adamın acısını karısından çıkarması üzerine şu sonuca varır: Bu dünya döngü üzerine kuruludur. Bir olayın mağduru başka bir olayın zalimidir. Bu döngüyü döndüren aynı insandır. Dünyanın acımasız döngüsü bu defa babasının aleyhine kendi çalışanları tarafından acımasızca dövülerek öldürülmesiyle gerçekleşir. Bu duruma İslam dini: “İnsan, yaşattığını yaşamadan ölmez diyor.” Kitaplarımda daha çok iyi şeyler var tabii ki, Mustafa Kemaller var. Son röportajında sorulan mutlu musunuz sorusana “Evet mutluyum, çünkü başardım.” demesi var. Ancak başarıncaya kadar çektikleri acılar da var.  Eserlerimde insana dair her şey var.

Peki, “4 Zümrüdüanka”?

Zümrüdüanka… Birçok edebiyatta yer almış, mitolojik bir kuş türü. Kaf dağında yaşayan kendi küllerinden yeniden doğan ve tüm kuş türlerinin adeta padişahıdır. Mantıku’t -Tayr gibi birçok eserde söz edilen olaya gelecek olursak: Her çeşitten kuş, kendilerini kurtaracak olan Zümrüdüanka’yı bulmak için yola çıkarlar. Her vadide birer birer azalır kuşlar ve geriye tek bir kuş kalır. Kaf dağına vardığında Zümrüdüanka’yı bulamayan bu kuş, asıl Zümrüdüanka’nın kendisi olduğunu anlar. Hz. Ali boşuna dememiştir: Sen, seni

küçük bir cisim zannedersin, hâlbuki büyük âlem sende dürülür. Kitapta 4 Zümrüdüanka Metehan, Tolstoy, Dostoyevski, Nietzsche’nin hayatları ve bu hayatlardan yola çıkarak Liderlik-Yöneticilik, Yoksulluk gibi konular hakkında incelemeler var. Liderlik üzerine yapılmış onlarca araştırma, yazılmış yüzlerce kitap var ama ideal liderin bir tanımı yok. Önemli olan yönetirken kendi tarzınızı yaratmak ve özgün bir lider olabilmek. Bunu başarabilmiş çok az lider vardır. Bu yüzden kitabın büyük kısmını liderlik ve yöneticilik konusuna ayırdım. Herkesin kitap alabilme imkânı olmadığı için kitaptan çok fazla alıntı yapmak istiyorum. Asya Hun Devletine en parlak çağını yaşatan ve “Benden eğerimi isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem, veremem.” diyen Metehan’ın devlet yönetimindeki gücü, kararlılığı, idealist yapısı, evliliği, vatan ve millet aşkı, kurduğu askeri sistemin detayları var. Çin İmparatoru Kao’nun, Hunlar daha önceden bu kadar ciddi tehdit oluşturamadıkları için onlar hakkında bilgisi çok azdır. Bilgi öğrenebilmek maksadıyla, Mete’ye on kişiden oluşan ve aslında birer casus olan bir elçi heyeti gönderir. Metehan ordusunun asıl ve güçlü bölümünü ormanlarda saklar. Karargâha yaşlılar ve çocukları doldurur. Çevrede bulunan atlar bile zayıf ve sıskadır. Elçiler döndüklerinde İmparator’a Hunların savaşamayacak kadar zayıf olduklarını söylerler. İmparator Kao bu durumdan şüphelenir, güvendiği komutanlarından birini yeniden elçi olarak Mete’nin yanına gönderir. Fakat elçinin dönmesini beklemeden 300 bin kişilik ordusuyla saldırıya karar verir. Mete Han’ın ilk planı gerçekleşmiştir. Çin ordusunun çoğunluğu yaya birliklerden oluşmaktadır. Mete Han’ın ordusunun tamamı atlıdır. İlk saldırı Hunlular tarafından yapılır. Fakat etkisiz bir saldırıdır. Başarısız olunur, geri çekilinir. Hun saldırıları böyle devam eder. Sonuç hep aynıdır. Çin imparatoru elçilerinin söylediği gibi Hun ordusunun çok zayıf olduğunu düşünür. Saldırıp kaçan Hun askerlerini yakalamak için ordusunda bulunan 30 bin atlı askeri alarak Hunluları takip etmeye başlar. Çin imparatoru, Mete’nin savaşı planladığı P’ing kentine sadece 30 bin atlı askerle gelir. Mete Han’ın ordusu 30 bin atlı Çin ordusunun etrafını kuşatır. Çin İmparatoru Mete Han’ın gerçek ordusunu görünce tuzağa çekildiğini anlar. Bu kuşatma sırasında Çin İmparatoru ne içeriden ne de dışarıdan yiyecek alamadıkları için açlıkla baş başa kalmışlardır. Daha fazla dayanamayan imparator Kao, Mete’yle anlaşmak zorunda kalır. Mete Han “Güçlüyken zayıf görün; zayıfken güçlü görün.” diye yazan ünlü Çinli komutan Sun Tzu’ya ait savaş sanatı taktiğini onlara karşı uygular. Aslında Çin İmparatoru köylü sınıfından gelebilen bir imparatordur. İmparatorlukta günümüzde astsubay rütbesinde bir askerken ona başka bir yere götürmesi için teslim edilen esirleri serbest bırakıp onlara özgürlüklerini geri vermiş, onlardan oluşturduğu askerlerle imparatorluğa kadar yükselmiştir. Hayatı zor olanı başarmak olan bir imparatorun tek şanssızlığı Mete Han’la aynı döneme denk gelmesidir. Liderlik- Yöneticilik bölümünde Metehan’ın yanında Timur, M. Kemal Atatürk gibi Türk büyüklerindeki liderlik sırları var. Kitaptan birlik ve beraberliğin önemini göstermek için şu alıntıyı yapıyorum. Timur gençliğinde kendisine bağlı küçük bir gruba liderlik yapar. O dönem çok yaygın olan yakın köylere saldırılar yaparak güç elde etmeye çalışır. Bir gün yine küçük bir köye saldırmış fakat köy neredeyse çocuk, kadın, genç ve yaşlı tüm köy karşılık vermiş. Timur ve grubu canlarını zor kurtarmışlar. Timur, o gün kendisinden daha güçsüz olan köyden bir ders çıkarmış. Bir yere saldırmadan önce gece iki adamını oraya gönderiyormuş. Adamları köyde çok büyük fırınlar olup olmadığına bakıyorlarmış. Eğer köyde çok büyük fırın varsa o köy ekmeklerini aynı yerde yaptıkları için aralarında iyi bir bağ olduğunun göstergesiymiş. Her evde ayrı ayrı küçük fırın varsa o köyün bireyleri arasında sevgi bağı olmadığını gösteriyormuş. Birbirlerine sevgiyle bağlı küçük bir köye saldırı düzenlemektense, güçlü ve kalabalık olan ama aralarında sevginin az olduğu yerlere saldırmak daha mantıklı olacağı sonucuna varmış. Timur bir yere sefer düzenlemişse o ülkede kesinlikle sevgi bağında kopukluklar vardır. Yıldırım Ankara Savaşı’nda Beyazıd’a bağlı gözüken çoğu birlik, Timur’un tarafına geçmişti. Yıllar önce bilgi toplasın diye gönderdiği ajanlar bu birliğin zayıflığını Timur’a rapor etmişlerdi. Timur bir sözünde tüm askerlerimi korku ve ümit arasında tuttum. Güler yüz ve tatlı sözle hepsinin gönlünü kendime bağladım. Bir hizmet edeni, on hizmet etmiş görüp kalplerini sevindirdim. Böylece birlik ve beraberliğe gelerek hepsinin gönlü bana bağlandı demiştir. Timur’un ordusu ve halkı ona zaten her zaman bağlı olmuştur. Bu bağlılık boşuna değildir. Timur diğer kabile arası bir çatışmada esir düşen birkaç askerinin serbest bırakılması için istenilen astronomik fidyeyi ödemiştir. Fidyeyi ödeyebilmek için eşine aldığı hediyeleri bile vermiştir. Hiç kimse birkaç askeri için tüm servetini veren komutana ihanet etmez. Bir ülke için en kötü şey içsel ayrılıklarken en güzel olan birlik beraberliğin sağlanabilmiş olmasıdır. Liderlik kitabında Mustafa Kemal Atatürk’ten bahsetmeden olmaz.  Mustafa Kemal Atatürk liderlik yönetim ilkesini söyle açıklar: Herhangi bir zorluk önünde kaldığım zaman benim yaptığım iş şudur: Durumu iyice belirlemek, sonra bu durum karşısında alınacak önlemlerin ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kere verdikten sonra artık acaba yapayım mı, yapmayayım mı diye kararsızlık göstermemek, duraksamadan kararı uygulamak ve başaracağıma inanmak. Örneğin Ankara’da büyük bir çiftlik kurma kararını veriyor. Birçok yerli-yabancı tarım uzmanlarıyla görüşmeler yapılır. Onlara çiftlik için yer aramalarını söyler. Ancak o dönemde heyette yer alan bir uzman, çiftliğin yeri için uzun uzun dolaşmaya gerek olmadığını, Ankara’nın bozkırın ortasında kalan bir orta çağ şehri olduğunu dile getirir. Uzman, ağaç ve suyun olmadığı yerde uygun şartların sağlandığı bir yer bulunabileceğine ihtimal vermiyor. Araştırmalar devam ederken şu anki Atatürk Orman Çiftliği arazisi, “tabiatın hiç cömert davranmadığı” yer olarak nitelendirilir. Tarım Bakanlığı uzmanlarından Schmit, “Bu elverişsiz koşullarda ya sabır tükenir ya para.” der. Diğer uzmanlar, bataklık, çorak ve fakir bir yerle karşı karşıya olduklarını dile getirirler. Mustafa Kemal Atatürk, “İşte, istediğiniz yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında hem batak hem çorak hem de fena yer... Bunu biz ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecektir?” demiş. Sonuç olarak Atatürk Orman Çiftliği, diğer çiftliklerden farklı olarak Türkiye’nin en büyük hayvanat bahçesini, Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin bir benzerini, Karadeniz havuzunu ve devlet mezarlığını bünyesinde barındırır. Aynı zamanda çiftlik Ankara’nın en büyük yeşil alanına sahiptir.

Kitapta örnek devlet adamı ve yönetici olan Ahmet Vefik Paşa’yı yazdım. Ahmet Vefik Paşa, Bursa valisiyken bir gün köylü bir kadın gelir. Senin bir gözlüğün varmış. Onunla kaybolan her şeyi bulurmuşsun. Benim saatimi de buluver. Vali, kadına sorular sormaya başlar. O arada kadından aldığı bilgilerle yardımcılarından birine o saatin aynısından aldırtır. Kadına saati verirken ‘benim gözlük unutkanlığı ve mal kıymeti bilmezliği sevmez. Bir kişinin ancak bir defa kaybolmuş malını bulur. Aman dikkat et, bunu sakın kaybetme.’ der. Kadın da dualar ederek ayrılır. Oradaki kişilere Ahmet Vefik Paşa: “Halkın devlete ve devlet adamına güvenini kırmamak gerekir. Halkın neden ve nerede canı yanarsa devleti orada arar. Mantık, kanun, mevzuat gibi lafları bir tarafa bırakıp canı yanan kişiyi teselli etmeyi ve derdine çare bulmayı bilmelidir. Sonra, bizim halkımız saygılıdır. İltifatı ve devletin himmetini suistimal etmez. Bu yüzsüzlüğü yapanların çoğu yarı okumuşlardır. İçinizde bu kadının bu saate gözü gibi bakıp saklayacağına ve evladına miras bırakacağına inanmayan varsa; işte valilik sandalyesi, bahse girerim.” der. Ahmet Vefik Paşa iyi bir yönetici olmanın sırlarını araştırmış ve ideal yöneticiyi M harfleri ile tanımlayan “24M” formülüyle açıklamıştır. 1- Muteber (Geçerli)

2- Mutena (Seçkin) 3- Mutedil (Ilımlı) 4- Mu’tezim (Azimli) 5- Mutlif (Bağışlayıcı, affedici) 6- Muvakkit (Zamanı iyi ayarlayabilen) 7- Muvaffak (Başarılı) 8- Muzaffer (Galip) 9- Müdebbir (Tedbirli) 10- Müeyyid (Disiplinli) 11- Mütefekkir (Düşünür) 12- Müferrih (Güler yüzlü) 13- Muhibbi (Muhabbetli, seven) 14- Mükrim (Cömert, ikramcı)

15- Mültefit (İltifat eden) 16- Mümeyyiz (İyiyi kötüden ayırabilen) 17- Münevver (Aydın)

18- Mübeşşir (Müjdeleyici) 19- Mübeccel (Yüceltilmiş) 20- Muvahhit (Allah’a inanan)

21- Mücerrib (Tecrübeli) 22- Müfarik (Fark edebilen) 23- Müheyya (Hazır olan) 24- Müceddid (Görünüşünü yenileyen) Günümüzde 24M kuralı formülü uzun olduğundan 4M formülü şeklinde kısaltılmıştır: “Mafevkine Mutabassis, Madununa Müstebit” Yani “Üstüne yağcı, astına baskıcı”.

Yeni kitaplar gelecek mi? Şu an bir çalışmanız var mı bunun için?

Evet, yakın zamanda çıkacak. Mutluluk, iç huzur ve hayatın amacı konuları ağırlıkta olan bir kitap. Çok büyük emek vererek, çok büyük bir eser olacağına tüm kalbimle inanıyorum.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

2024 yılında kişisel çıkarlardan daha çok ülke çıkarlarının gözetildiği “Önce Vatan” düşüncesinin hâkim olmasını diliyorum, Ağustos böceğinin gerçek hikâyesinden yola çıkarak önyargılardan ve yanlış kanılardan uzak durulmasını, son olarak iradesine hâkim olan, körü körüne bağlanmayan, düşünen kendini geliştiren, kendine inanan, yalnız olmayı tercih etmeyerek birlikte hareket edilmesi gerektiğini bilen dedikodu yapmayan ve egosu ve kibrini yenen herkes Zümrüdüanka’dır.  Bakmak ile görmek arasındaki o ince çizginin farkına varmak, bir başkasının hayat hikâyesini eleştirirken henüz kendi hikâyemizin bitmediğinin farkına varmak umuduyla. Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır.