GİZEM YILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
Merhaba Alayça Hanım, yeni sezona hazırlanan Kötü Kan dizisi için hazırlanıyorsunuz. Yeni kitabınız Mükemmel Bir Sabah okurlarınızla buluştu. Güzel yeniliklerin, heyecanların yer aldığı bir dönemdesiniz. Siz nasıl hissediyorsunuz?
Heyecanlı ve keyifli bir dönemdeyim. Kitap okurla daha yeni buluştu diyebilirim ama kısa süre içinde çok güzel geri dönüşler aldım. Yeni adım attığım bir alanda bu kadar güzel ve cesaretlendirici geri dönüşler aldığım için çok mutluyum. Bir yandan da Kötü Kan projesinin içinde olmanın heyecanını hissediyorum. Sezonun en iddialı dizilerinden biri. İlk bolümü okuduğumda nefesim kesilmişti. Müthiş tempolu bir hikaye. Böyle parlak bir işin içinde olmaktan dolayı çok mutluyum. Hem kitap hem de yeni proje aynı döneme denk geldiği için çok keyifliyim.
Kötü Kan dizisinde nasıl bir karaktere hayat vereceksiniz?
Genellikle birbirinden farklı rollerle seyirci karşısına çıkan şanslı bir oyuncuyum. Bu projede de daha önce hiç oynamadığım bir karakterle ekranda olacağım. Kadriye iş bitirici, akıllı, eli çabuk, eğlenceli, içi cıvıl cıvıl ama her durumda bunu gösteremeyen ve elbette dobra bir Karadeniz kadını.Tüm anaçlığına rağmen kendi çocuk sahibi olamamış tüm eğlencesine ve güler yüzüne tezat bir şekilde içinde yarası gizli bir karakter.
Dizinin senaryosunu okuduğunuzda sizi çok etkilediğini söylediniz. Sizi etkileyen neydi?
İnanılmaz sürükleyici bir hikaye. İlk 3 bölümü su gibi arka arkaya okudum, çünkü her bölümün finali inanılmaz sürprizliydi. Temposu hiç düşmeyen bir senaryo. Hem çok sürükleyici, heyecanlı ve gergin hem de çok komik, çok gerçek bir hikaye.
Bu dönem yaz dizileri olmadı, siz bu yeni sistemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yaz kanallar daha çok yarışma programlarına ağırlık verdiler çünkü dizi çekmek çok maliyetli ve riskli bir iş. Tutmazsa hem çok ciddi bir emek hem de ciddi bir sermaye maalesef çöpe gidiyor. Aslında televizyon ekranları yavaş yavaş eskiden olduğu gibi yarışma programları, sohbet programları yayınlayan, daha çeşitli seyirci kitlesinin buluştuğu yerlere dönüyor gibi. Sadece dizi yayınlanan bir sistemde kurallar daha vahşi. Reyting savaşına kurban gitmek, olur olmaz her işin çekilmesi onaylanması ve daha sonra o emeklerin çöpe gitmesi ihtimalindense az öz ama kaliteli işlerin ekranlarda uzun soluklu yer alması uzun vadede sektörün işine gelecektir diye öngörüyorum.
Mükemmel Bir Sabah, okura ne anlatıyor?
“Mükemmel Bir Sabah” içinde altı farklı hayatın anlatıldığı bir öykü kitabı. Altı hikayede de sıradan insanların iç savaşlarını, hayatta kalmaya çalışmalarını ama sistemin içinde öğütülmekten kurtulamayışlarını anlatmaya çalıştım. Yer yer esprili, yer yer umutlu, yer yer hüzünlü iç acıtan insan hikayeleri diyebilirim. Kitabın içindeki kimse bize yabancı değil. Otobüste yanımıza oturan, belki aynı apartmanda oturduğumuz, belki aynı lisede okuduğumuz sıradan insanlar. Herkesin görünmeyen, duyulmayan bir hikayesi var. O görülmeyen kısmı yazmak istedim.
Daha önce yazarlıkla ilgileniyor muydunuz?
Yazıyordum ama gün yüzüne çıkarmak istemedim. Yazmak benim için ilk sırada olmadı, amacım olmadı fakat hep kendimi ifade ettiğim alanlardan biri oldu. Yazdığım ama gizlediğim çok öyküm, çok denemem, çok karalamam vardır. Bir süre sonra gözlemleriniz, duygularınız, acılarınız bir çıkış yolu arıyor. İnsan bu duyguları bünyesinden ancak sanat ya da şiddet yoluyla atabiliyor gördüğüm kadarıyla. İfade edilmemiş duygular ve anlamlandırılamayan durumlar şiddet ve çatışma olarak insan bünyesinden fışkırıyor. Oysa sanat tam da bunun için var. Anlamadığımızı anlatarak ya da anlatılanı dinleyerek, görerek, okuyarak, anlıyoruz sanat yoluyla. Yazmakta bunun en güzel, en kendinizle baş başa yapabileceğiniz hali. Yaza yaza kendi içinizi deşiyor oradaki düğümleri çözüyorsunuz.
“En büyük çatışmalar, sıradan insanların sıra dışı yaşamlarında patlak verir.” Romanınızı anlatan bir cümle kendi hayatınızdan esintiler de var mı?
Gözlemlerim ve onların bende yarattığı etki de benim hayatımın bir parçası; o yüzden evet, elbette benim hayatımdan da esintiler var. Özellikle gözlemlediğim birçok durum ve insan hali var bu öykülerde. Ama birebir şu benim hayatım ya da şu öyküdeki kişi benim diyemem. Bir oyuncu olarak defalarca ve uzun süre işsiz kaldım. Söylemesi kolay yaşaması zor bir durum. Öykülerimde işsiz kalan ya da gündelik işlerle hayatlarını sürdürmeye çalışan insanlar çoğunlukla var. Sanırım bilinçaltım işsiz kalma durumuna çok takılmış. Benden de duygular öykülerde ama yazdığım kişiler kurgu.
Sizin bu hayattaki en büyük çatışmanız neydi?
Ben hep kendimle çatıştım. En büyük kavgalarımı kendimle verdim ve veriyorum. Çatışma olmadan düşünme ve gelişme olmaz diye düşünüyorum. Hep kendimi daha iyi bir yere taşımak için kendimle çatıştım. Fakat yine de aklındakini rahatlıkla dile getirebilen biri olduğum ve kendi isteğimle hayatı yaşadığım için çevremle çok çatışma yaşamadım diyebilirim. İnsan hissettiğini söyleyebildiğinde ve kendini ifade edebilecek cesareti olduğunda çatışmalar çabuk çözülüyor. Şu an kendimle en büyük çatışmayı anneliğim üzerinden yaşıyorum. Kendime asla yeterli ve doğru gelmiyorum ve zaman zaman kendimi suçluyorum.
Bu kitabı yazarken kendinizi nasıl hissettiniz?
Ben bu öyküleri kızımın doğumundan sonra yazdım. Çok sıkışık, çok yoğun, yorgun ve uykusuzdum. O zamanlarda bunu nasıl yaptım bilmiyorum. Onun uyuduğu kısıtlı zamanlarda uyumak yerine yazmayı tercih ettim, çünkü içimden taşanları artık anlatmam gerekiyordu. Annelikle beraber değişen duygularımın etkisiyle mi yazmaya bu kadar odaklandım, bilmiyorum. O yorgun ve duygusal olarak yoğun dönemde yazmak beni psikolojik olarak çok rahatlattı, Hatta bazı öyküleri yazdıktan sonra ruhsal olarak arınma hissettim. O dönemde, aynı zamanda bir dizide oynuyordum. Yani hem annelik hem de oyunculuk aynı anda ilerlerken bir de bu öyküler çıktı benden. Kendimi yorgun ve sıkışmış hissettiğim o dönemde yazmak içimi boşaltmama neden oldu. Yazdıkça duygusal olarak rahatladım. Zaten yaratım süreci hiçbir zaman rahat zamanlarda gerçekleşmez acı, sıkıntı ve buhran bazen iyi bile gelir yaratım sürecine.
Yoğun bir dönemin içindesiniz. Aynı zamanda küçük bir çocuğunuz var. Oyunculukla birlikte annelik zor mu?
Oyunculuk hele ki setlerde çalışıyorsanız uzun saatler alan, gecenizin gündüzünüzün belli olmadığı bir iş. Karşıdan öyle görünmese bile kısacık bir sahneyi çekmek saatler sürebiliyor. Bazen sabaha karşı eve gelirsiniz bazen gün doğmadan işe giderseniz. Yani saatleri de bildiğimiz normal bir aile hayatına uygun bir meslek değil. Tiyatroda da temsil 20.00 de başlar siz kulise 17.00 de girip hazırlanmaya başlarsınız, oyun bitip eve varmanız gece yarısını bulur. Bizim işimizin gerçeği bu maalesef. İşin bu kısmı elbette bir anne için zor. Çocuklarını büyütmüş benden önceki kuşaklardan oyuncu dostlarıma bakıyorum, bir çoğunun çocuğu kulislerde, dublaj stüdyolarında ve setlerde büyümüş. Aile yaşamıyla mesleği dengelemek çok mühim. Ben de çalışmadığım zamanı evde ya da dışarıda kızımla geçirerek telafi etmeye çalışıyorum. Kendi başıma veya arkadaşlarımla sosyalleşme hakkımı kızımla vakit geçirmeye ayırıyorum. Elbette küçük kaçamaklarım var ama ağırlığı aileme veriyorum. Kimse darılmasın, gücenmesin önceliğim ailem ve işim. Zaten seçtiğim dostlarımda beni ve önceliklerimi bildiği için sıkıntı olmuyor. Kariyer ve annelik ancak dengeyi kurabilirsem aynı koltukta taşıyabileceğim iki karpuz. Denge olmazsa birinden biri yere düşer.
Herkesin kendince bir kaygısı var. Anne olduktan sonra kaygılarınız çoğaldı mı?
Zaten son 10 yıldır inanılmaz kaygılı biri oldum. Sanırım dünya ve ülke gündemi, savaşlar üstüne covid salgını hepimizi bir parça karamsar ve kaygılı yaptı. Anne olunca elbette kaygılar artıyor. Kaygı aslında o kadar da korkulacak bir şey değil, dozundaysa sizi tehlikelerden koruyabilir. Ben de o dozu aşmamaya çalışıyorum. Günün büyük bir kısmı kendimi telkinle geçiyor bazen, ama her gün değil J
Biz daha önce de röportaj yaptık ve o zaman hamileydiniz. Şimdi yine bu güzel sohbetle bir aradayız. O günden bugüne hayatınızda neler değişti?
Eskiden de empatisi yüksek biriydim ama annelikle birlikte daha da arttı. Çocukların, hayvanların, yaşlıların yani kendini savunma gücü olmayan kimselerin acı çekmesi içimi artık daha çok yakıyor. Eskiden de yakıyordu, ama şimdi birebir o acıyı hissediyorum. Size komik gelebilir ama bazen bir kedinin köpeğin bakışlarında, masumiyetinde kızımı görüyorum. Hayatta hepimiz bütünüz bir kediden, köpekten veya hor gördüğümüz herhangi insandan üstün değiliz. Hepimiz birilerinin yavrularıyız ve hayatta hepimiz yaşam savaşı veriyoruz. Bunu anne olunca iyice anladım. Herkes bir ananın evladı ve herkes sevgiye muhtaç. Aldığımız eğitim, gelir seviyemiz, etnik kökenimiz, diplomamız, kariyerimiz, bildiğimiz diller, ünümüz bizi kimseden üstün kılmıyor. Eşitiz. Bunu anlamak için bir çocuk parkında 1 saat geçirmeniz ve çocukların nasıl birbirleriyle oyun kurduğunu görmek yetiyor. Çocuklar sadece iletişim kurmanın peşinde. Siz hiç bir çocuğun parkta sosyal statüsüne göre arkadaş seçimi yaptığını gördünüz mü? Annelikle beraber zaten bildiğim, ama iyice idrak ettiğim en önemli şey bu; herkes eşit, birbirimize adil olmaksa bizim elimizde.
Yarın sabah kalktığınızda gerçekleşecek bir hayaliniz olsa ne dilerdiniz?
Kendimle ilgili çok fazla hayalim var. Uzun zamandır sahnede kendi projemi, kendi seçtiğim bir oyunu, kendi seçtiğim ekiple yapmak istiyorum. Yarın uyansam ve ekibe haydi başlıyoruz kaynak buldum desem, harika olur.