Parkta oynayan küçük bir çocuk gibi yaşayamadık bu hayatı! Çünkü teknoloji hayatımızı esir aldı. Hep aceleci, hep telaşlıydık. Düşünsenize başınıza, başımıza gelenleri; acele ederek geç kaldık. Bizler kendi dertlerimize acele ederken, derdi olana derman olmakta geç kaldık.

Anneliği beceremeyen anneciklerle doldu ortalık. Baksanıza doğduktan saatler sonra öldürülen bebekler her yerde. Vefa semt adı olmaktan ileri gidemedi. Hoş hiç birimizin de işine gelmedi. Çünkü bencildik. Öylesine bencildi ki; ne anneliği bildik, ne babalığı ne de evlatlığı! Yok olup giden bebeklerin adı “Yasak Aşkın Meyvesi”.

Günü kurtarmaktı bunun adı. Günü kurtarıp yılları hatta ömürleri hibe etmekti. Dile kolay! Bir ömür; yalanı, yanlışı aşk diye adlandıran gençler türemişti. Ne gençlik ama zengin koca avcısı kızlar, günü bar taburesinden başlayıp otel odasına uzanan erkekler.

İleri gitmemiz gereken teknoloji çağından, taş devrine koşturuyoruz. 1960 İstanbul’unda hanım efendilik ve bey efendilik vardı halbuki. O dönemde dünyanın en büyük şehriydi ve 500.000 nüfusa sahipti. Buna rağmen bu denli bozulmayan coğrafyada ne değişti ki; bu kadar haddimizi aştık? Değişen kültürün nedeni annelerin ve babaların çocukları teknolojinin yetiştirmesine izin vermesi değil miydi?

Her çocuğun eline verilen tabletler ebeveynlerin işini kolaylaştırmıştı ama neslin işini bir hayli zorlaştırmıştı. Oyun oynamayı, arkadaşlığı tabletlerinin küçücük ekranından öğrenen çocuklar; aynı ekranlardan insanlıktan nasiplerini alamadılar. Öyle ki sosyal medya adı altında sosyalleşmeyi unuttular. Daha 17 yaşında daha fazla beğeni almak adına saçma sapan ve çirkin kareler sergilediler. 

Annelerin göreviydi aslında iyi bir evlat yetiştirmek. Sırf komşularıyla daha fazla dedikodu yapabilsin diye teknolojiye kurban edilen çocuklar, yıllar sonra hayırsızlıkla suçlanacaktı. Bundan bihaber davrandılar. Ne acıdır ki! Evlat kadar özenli bir varlığı bile kurban ettiler, değişen dünya ya. Adı üstünde, dünya işte dünde kalacak boşluk. Bu yokluk hissi uğruna bu kadar arbede fazla değil mi? 

Anne ve babalar başkalarıyla çocuklarını kıyaslarken; çocuklar farklı bir tavır takınmadılar. Çünkü yeni hayatlarının sorumlusu, ebeveynleriydi ve onlara daha iyi bir hayat sunmamıştı. Ne acı! Suçlu bir taraf yoktu aslında, büyükler öğrendiklerini yapabilmişti. Çocuklar ise, gördüklerini…