Hayatımız sanki bize ait olmayan ve üzerimize bol gelen bir kazak gibi sandalyeye katlanmış birinin gelip oradan onu atması bekleniyor. Her genç ölüm haberlerini okuduğumda, kadınlarının sokaklarda, adliye önlerinde öldürüldüğünde, okul kazanamadığı için, hayallerini gerçekleştiremediği için intihar ettiklerinde kendi hayatıma biraz daha uzaklaşıyorum. O yardım çığlıklarını duyamamak, sessizliğine ortak olamamak, ölümü sadece izlemek size de aynı şeyleri hissettirmiyor mu?

Kendini 7.kattan aşağı atan üniversite ikinci sınıf öğrencisi Enes Kara’nın ölüm haberiyle bir kez daha sarsıldık. Tıp okuyan bir öğrenci olduğuna göre demek ki çalışkan bir genç, ama hayalindeki bölümü mü okuyordu yoksa o bölümü seçmek zorunda mı kaldı bilmiyoruz. En son yayınladığı videoda “Cemaat yurtlarında kalıyorum. Ailem beni bunun için zorluyor. Kendime sadece 3 saat ayırabiliyorum” demiş. Daha önünde koca bir geleceği olan gençlerin hayatı intihara sürüklenince benim de umutlarım, inancım kırılıyor. Ölümün tek seçenek kaldığı bir dünyada güneşin daha parlak doğacağını kim söyleyebilir ki?

Ölmeden önce yayınladığı son video sanki sesini duymayan insanlara bırakılmış bir miras gibi... Nasıl bir hayat yaşadığımı, artık yaşamak istemediğimi görün demek gibi... Yaşarken en yakınındakiler dahil kimse sesini duymamıştı, ama bakın şimdi herkes Enes’i yazıyor. Enes’in ölümü tartışılıyor, sosyal medyada TT oluyor... Enes’in yaşamı değil, ölümü daha kıymetli oldu. 

Tüm kadın, çocuk cinayetlerinde olduğu gibi yine kalbimde bir sızı var. Bir yere geç kalmışlık, telafi edilememişlik, yanlış bir hayata doğmuşluk hissi ağır basıyor. 100 yıl sonrasına, 1000 yıl sonrasına nasıl bir tarih bırakacağımızı düşünüyorum. Cinayetlerin intiharların, genç hayatların yitip gittiğini anlatan bir dünyanın kalıntılarını okuyacaklar... Ve elinden hiç bir şey gelmeden bu ölümleri acı içinde okuyup, kendi paylarına düşen üzüntüyü yaşadıktan sonra kendi hayatlarına geri dönen bizlerden...