13 Nisan 2019 günü, Antalya NATO Parlamenter Asamblesi 99'uncu Rose-Roth Semineri ve Akdeniz-Orta Doğu Özel Grubu Ortak Toplantısı'nda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, katılımcıların sorularını cevapladı. Fransız parlamenter Sonia Krimi’nin, TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un yaptığı konuşmada Fransa ve İtalya'nın 1915 olaylarına ilişkin kararlarını eleştiren sözlerini ima ederek “Fransa’nın sözde Ermeni soykırımını tanımasına yönelik eleştiriler karşısında şok oldum. Bu, ülkenizde 1915’te olandan daha şok edici bir şey miydi?” sözlerine Çavuşoğlu sert bir cevap verdi.



Gerginleşen hava üzerine Sonia Krimi, Fransız senatör arkadaşı Joëlle Garriaud-Maylam ile birlikte salonu terk etti. Cezayir doğumlu senatör daha sonra Twitter hesabından, “Hem TBMM Başkanı Mustafa Şentop hem de Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun NATO parlamenter semineri açılışında onurdan uzak ve diplomatik olmayan ifadelerle Fransa'yı aşağılaması çok kötü. Biz de arkadaşım Sonia Krimi ile birlikte bu durumu protesto etmek için toplantıyı terk ettik.” şeklinde bir paylaşımda bulundu. Tunus doğumlu parlamenter Sonia Krimi’nin, sosyal medya üzerinden yaptığı canlı yayınla “Salonu diğer bütün Fransız delegeleriyle birlikte terk ettim. Yani kaçmadım. Beni tanıyanlar bilir ki asla kaçmam. Eğer bakan birebir görüşmek ve tartışmak isterse ben buradayım.” demesi yaşananlara epeyce bozulduğunu gösteriyor.



FRANSA KENDİNE BAKSIN



Peki Mevlüt Çavuşoğlu Fransız vekilin kinayeli sözlerine toplantıda nasıl cevap vermişti, ona bir bakalım:



“Sorularınız için ve görüşleriniz için çok teşekkür ediyorum. Sonia Hanım’ın şok olmasını anlayabiliyorum. Çünkü Sonia Hanım’ın ülkesi ve Fransa gibi ülkeler bir şeye alışmıştır. Hep patronluk taslayacaklar, hep başka ülkeleri eleştirecekler, aşağılayacaklar ve istedikleri kararı istediği gibi verecekler. Dolayısıyla Türkiye tarafından veya başka bir ülke tarafından eleştiri geldiği zaman da şok olacaklar. Şimdi uluslararası hukuk konusunda Türkiye’ye ders vermeye çalışıyorsunuz. Hukukun üstünlüğü konusunda Türkiye’ye ders vermeye çalışıyorsunuz. Ama Fransa’nın, Macron’un aldığı karar, Fransa Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarıyla çelişmiyor mu, çelişiyor. Tarihteki, geçmişteki bir olayın soykırım olup olmadığını değerlendirmek siyasetçilerin görevi midir? Birleşmiş Milletler’in kararını okudunuz mu? Orada bir tarihî olayın soykırım olup olmadığının kriterleri açıkça verilmiştir. Siz siyasetçiler tarihle ilgili yargılamayı, karar vermeyi kendinizde hak olarak görüyorsunuz. Görüş başkadır, karar vermek başkadır. Peki hangi kıt bilgiyle tarih konusunda bu kadar kesin ve net karar veriyorsunuz? Bu bilgi eksikliği olduğu hâlde karar vermenin tek sebebi vardır, o da popülizmdir. Maalesef sizin başkanınız da popülizme yenilmiştir.



Ayrıca soykırım ve tarih konusunda Türkiye’ye ders verebilecek en son ülke Fransa’dır. Çünkü Ruanda’da olanları unutmadık, Cezayir’de olanları unutmadık. Fransa önce kendi karanlık tarihine baksın, Türkiye’ye ders vermeye kalkmasın. Sizler böyle tepeden bakmaya devam edin, biz de size bu şekilde haddinizi bildirmeye devam edeceğiz. Artık eski Türkiye yok, hak ettiğiniz cevabı da her zaman alacaksınız. Siz kendinizi üstün görmeye devam edin, ama bu muameleyi kabul etmeyen, doğruları söyleyen bir Türkiye var.”





CEZAYİR’DE SOYKIRIM



Yıllarca Fransa’nın sömürgesi olarak yaşayan Cezayir halkı Fransa'nın Hitler’in Nazi Almanyasının işgalinden kurtulması için gençlerini savaşa gönderdi. Bunun karşılığında da kendi özgürlüklerini talep etmişlerdi. Başlangıçta anlaşmayı kabul eden Fransa, Cezayirli askerlerin desteğiyle Almanya'yı yendi ve 8 Mayıs 1945’te işgalden kurtuldu. Fransa’nın sözünü tutacağını sanan Cezayir halkı özgürlüklerini kutlamak için sokaklara döküldü. Ancak Fransa verdiği sözü tutmadı. Yürüyüşe katılan halkın üzerine işgalci Fransız askerleri tarafından ateş açıldı. Katliam günlerce sürdü. Masum insanlar, evlerinden alınarak kurşuna dizildi. Köyler ve kasabalar bombalarla yerle bir edildi. 45 bin Cezayirli Fransız askerlerinin kurşunlarıyla can verdi. Cesetler günlerce sokaklarda kaldı.



Katledilen on binlerce Cezayirlinin bir kısmı şehir dışında açılan dev çukurlara gömüldü. Bir kısmı da kamyonlara doldurularak kireç fırınlarında yakılmaya götürüldü. Tarih sayfalarına bir utanç numunesi olarak geçen bu katliam, Fransa tarafından görmezden gelinmekte, bu konuda dünya kamuoyuna ölü taklidi yapılmaktadır. Cezayir hükümeti, katliam konusunda Fransa’dan defalarca özür talebinde bulunmasına rağmen, Fransa bu ayıbı bugüne kadar kabullenmedi.



Cezayirli akademisyenlerin araştırmalarına göre Fransa, Cezayir'in bağımsızlığını ilan ettiği 5 Temmuz 1962 tarihine kadar 132 yıl süren işgali sırasında 1 milyondan fazla Cezayirliyi öldürmüştür.





RUANDA’DA NE OLMUŞTU?



Karşıdan parlak görülen, ancak Doğu insanının sömürülen zenginlikleriyle ve bu sömürüye direnenlerin kanlarıyla yükselmiş medeniyetlerinin arkasında sefa süren Batılılar, bu ahlaksızlıklarına son verdiler mi peki? Tabi ki hayır. İşte yakın tarihten bir örnek daha. Başrolde gene Fransa.



Bu defa soykırım suçunun işlendiği yer, Afrika’nın tam ortasında küçük bir ülke, Ruanda. Görünüşte aşırı uç mensubu Hutular tarafından gerçekleştirilen ve 1994’te 100 gün süren katliamda 800 binden fazla Tutsi ve ılımlı Hutu hayatını kaybediyor. Ama arka planda Hutulara destek veren ve kendilerini korumak isteyen Tutsilerin önünü kesen Fransızlar var.



Bunların nazarında kendilerinden başkasının hayatı o kadar önemsiz ki… Kendini beğenmişlik ve yüzsüzlükte sınır tanımayan bu zalimler bunu uluorta itiraf da ediyorlar. Nitekim Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Le Figaro’ya 1998'de verdiği mülakatta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil.” diyebiliyor.



İnsan hakları ve demokrasi konusunda bize akıl vermeye kalkanların şu çifte standardına bakınız ki Ruanda soykırımı hakkında çalışmalar yapan bir araştırmacı 2017 yılında, soykırım dönemine ilişkin cumhurbaşkanlığı arşivlerine erişim talep ediyor. Ancak Fransa Anayasa Mahkemesi bu talebi reddediyor. Demek ki ortaya çıkmasından çekindikleri bazı kirli gerçekler var.





ALMAN GAZETECİNİN İTİRAFI



Önceki yazılarımdan birinde de ifade ettiğim gibi devletlerin yönetiminde bulunan görünür veya görünmez zinde güçlerin takip ettikleri siyasetle bu ülkelerin alelade insanlarının çoğu zaman hiç alakası yoktur. Bütün ülkelerde halkın kahir ekseriyeti, ailesinin geçimini sağlamak üzere kendi mütevazı işleriyle meşguldür. Baştakilerin derin ilişkileri, karışık hesapları ve çapraşık politikaları konusunda derinlemesine bilgi sahibi değildirler. Kendi hükûmetlerinin düşman saydığı devletlerin insanlarıyla aralarında hiçbir meseleleri olmadığı için meseleler karşısında çok daha objektif davranabilirler. Dolayısıyla bütün Amerikalıları, Fransızları, İngilizleri, Almanları veya Rusları toptan aynı kategoride değerlendiremeyiz. Aralarında insaf ve izan sahibi olanlar her zaman vardır. Yazımı, şu anda 79 yaşına ulaşmış, serdettiği fikirlerini özümsemiş, insaf sahibi bir Alman’ın sözleriyle bitiriyorum.



Alman vatandaşı Jürgen Todenhöfer siyasetçi, gazeteci ve yazar. Abdül ve Tanaya İçin Kim Ağlıyor?, Neden Öldürüyorsun Zeyd?, Terörün Kalbine Yolculuğum-İslam Devletinde (DEAŞ) On Gün, Öldürmemelisin-Benim Barış Hayalim, Öcü İslam-Nefrete Karşı Tezler, Büyük İkiyüzlülük-Siyaset ve Medyanın Değerlerimize İhaneti kitaplarından bazıları. 2017 yılında Alman ZDF kanalında katıldığı bir programda, kendi dindaşları hakkında söylediği itiraf gibi sözlerini sanırım hatırlarsınız. Yeni Zelanda’daki terör olayından sonra bu video sosyal medyada tekrar paylaşıldı ve kısa süre içerisinde en çok izlenen videolar arasına girdi. Sözünü ettiğim konuşmanın kaydını internetten siz de bulup izleyebilirsiniz. Yazdığı çok sayıda kitabında da tekrarladığı fikirlerini bu programda şöyle ifade ediyordu Todenhöfer:



“Biz kendimizi bir yalan içine yerleştirmişiz. Bu yalan şu: İyi olan, asil olan, yardımsever olan bizleriz. Gerçek bu değil. İnanıyorum ki biz Batılılar, dünyayı fikirlerimizin, değerlerimizin ve dinimizin mükemmelliğiyle fethetmedik. Yalnızca ve yalnızca başkalarından daha acımasızca zor kullandık.



Daha ciddi olmam gerekirse, Haçlı Seferlerinde 4 milyon kişiyi öldürenler Müslümanlar değildi. Dünyayı sömürgeleştirirken 50 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. I. ve II. Dünya Savaşı’nda 70 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. 6 milyon Yahudi'nin ölümüne sebep olanlar da Müslümanlar değildi. Aksine bütün bunlar Batı dünyasının zorbalıklarıydı. Bunu bu şekilde idrak etmemiz lazım.”