Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin siyaset üzere yaptığı mülahazalara baktığımızda ömrünün farklı dönemlerinde siyaset mefhumunu muhtelif bi

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin siyaset üzere yaptığı mülahazalara baktığımızda ömrünün farklı dönemlerinde siyaset mefhumunu muhtelif biçimlerde yorumlamıştır. Hayatının ilk dönemi olarak tabir ettiği Eski Sait Dönemi’nde, siyasi cereyanların kiminde fail, kiminde gözlemci, takipçi olarak bulunduğunu ifade etmektedir. Hatta birkaç yıl en az 7-8 mecmuanın yakın takibini, tahkikini yaptığını bildirmektedir. Fakat ileri yaşlarında ise “Siyaset fikir âleminde bir şeytandır; ondan Allah’a sığınmalı.” diyerek siyasi hayat ile mesafesini ifade etmektedir.
“Siyaset, fikir âleminde bir şeytandır; ondan Allah’a sığınmalı.” Üstadın bu söz ile ifade etmek istedikleri ve bazı çevrelerin bu ifadeden çıkardıkları manalar farklıdır. Üstat aynı yazısının devamında:“Bugünkü siyaset çoğunluğun rahatı için feda eder azınlığı. Belki zalim azınlık, kendine kurban eder halkın çoğunluğunu.” Haklının güçlü değil, güçlünün haklı olduğu adalet mekanizmaları menfaatler üzerine işleyen bir toplumda siyaset elbette bir şeytandır. Onun şerrinden Yüce Allah’a sığınmak icap eder. Kamu düzeninin zorbalıkla tesis edilmeye çalışıldığı, hak arayanların istikametlerinde türlü sıkıntıları göğüslemek zorunda olduğu bir toplum düzeni söz konusu ise orada emperyalistlerin, bozguncuların menfaatperest hissiyatlarının payını düşünmek isabetli olacaktır.
Bediüzzaman’ın ifadesinden kendini siyasetten soyutlamak suretiyle müspet hareket edileceği gibi bir anlam çıkaranlar büyük yanılgı içerisindeler. En başta düşünülmesi gereken Asr-ı Saadet’te Medine İslam Devleti’nin siyasi temsilcileri, kâinatın fahri ve sahabenin yıldızları idi. O halde yüce devletin temsiliyet sahası için Bediüzzaman’ın: “Şeytan alameti gibi bir benzerlik kuramayacağı ve kurmayacağı” aşikârdır.
O halde Üstadın siyaset karşısındaki tavrını içerisinde bulunduğu dönemin politik cereyanları ile mukayese ederek detaylı ele almalıdır. II. Meşrutiyet’in ilanını müteakip, umuma meşrutiyeti ve beraberinde getireceklerini mülahaza eden üstat şunları beyan ediyor:
“Ey Vatan Evlatları!
Hürriyeti kötü tefsir etmeyiniz ki, elimizden kaçmasın, kokmuş ve çürümüş esaretin kabına girerek bizi boğmasın. Zira hürriyetin kendi öz hükümleri, İslamiyet’in adabı ve iyi ahlakla gerçekleşir ve gelişir.
Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, şeriatı –haşa ve kelâ- istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzip etmek için, meşrutiyeti herkesten ziyade şeriat namına alkışladım.”
Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte umuma hitaben sarf ettiği sözlerden de anlaşıldığı üzere devrin İslam hakikatlerine muhalefet etmeyen politik cereyanlarına kayıtsız kalmamıştır. Hatta Avrupalının İslam âleminin üzerine taassubu, durağanlığı ve cehaleti yakıştırması ve bunu şeriatın mahiyeti gibi göstermesi meşrutiyeti destekleme nedenidir. Üstat devrin meşruti politikasının her koşulda destekçisi değildir. Destek gibi anlaşılan sözler, belki benliğiyle bütünleştirdiği İslam dinine hakaret mahiyetinde sözlere karşı geliştirdiği reaksiyonel bir tepkinin ifadesidir. Kesinlikle şeriat dairesinin ekseninden çıkacak olan hiçbir politik cereyana destek olmamıştır. Meşrutiyeti kati surette desteklemesi yalnızca İslam ahlak ve faziletlerinin yayılmasının, hürriyet mefhumunun hayat bulması sebebine bağlı olduğu içindir. Uygulama sahasında istibdat durumuna getirenlere bir destek bir alkış hiç değildir. Bunun böyle olmadığını şu sözleri ile ifade ediyor:
“Meşrutiyeti, meşrutiyet unvanı ile telakki ve telkin ediniz ki yeni, gizli ve dinsiz bir istibdat, pis elleriyle o mübareği kötü niyetlerine siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, İslamiyet’in adabıyla sınırlayın.” (KAPLAN, Fikret Üç sait Ufuk yay.,s.106)