Doğru düzgün yolu olmayan, toplu ulaşım vasıtalarının uğrak vermediği Kovanağzı’nda halkın genel ihtiyacını karşılayacağı esnaf dükkânları da yoktu. Zaman içinde açılan bakkal dükkânlarından bakkaliye ihtiyaçlarını karşılamak mümkün olsa da, diğer alışverişler için şehre gitmek zaruret ihtiva ederdi. Lalebahçe otobüslerine vasıl olabilmek de ortalama iki kilometre yol yürümeyi gerektirirdi ki, bunun bir de alışveriş torbalarıyla dönüşü vardı! Neyse ki kenar mahalleleri müşteri portföyüne dâhil etmeyi akleden seyyar satıcılar vardı da bu zahmet ortadan kalkardı.

Ev ve bahçe duvarları umumiyetle toprak sıvalı olduğundan her bahar mevsiminde dış cephelerin badana edilmesi gerekirdi. Güneşin sıcaklığını hissettirmeye başladığı günlerde kıştan kalma delik deşik yollarda at arabasının tekerleri şıngırdayarak; kimi yörelerde çırpı denilen aktoprak, kireç ve aşı toprağı satan bir dede gelirdi mesela. Her sokak girişinde de “Aktoprakçı geldi, aşı satıyom” diye bağırırken sağını, solunu arkasını kontrol ederdi.

Aktoprak, suya katıldığında kireç gibi yanmaz ve kolaylıkla erirdi. Koyu ayran kıvamına getirildikten sonra “Sürgüç” denilen bez batırılarak duvara uygulanırdı. Daha sonraları badana fırçası hayatımıza girdi. Kiremit rengindeki aşının alıcısı daha çok Derbentli ve Beyşehirliler olurdu. Suda eritilip “Bulamaç” yapıldıktan sonra aktoprak ya da kireçle badana edilen duvarın altında takriben bir metrelik kısma sürülürdü. Bazı evlerde de, şimdi süpürgelik diye tanımlanan bir karışlık şeritler çekilirdi.

Esmer tenli bohçacı kadınlar mahallenin müdavimiydi. Yayan yapıldak, sırtlarında koca bohçaları büyük zahmetlerle taşıyarak “Seyyar Bedesten” hizmeti verirlerdi. Sokak aralarında sohbet eden kadınları gördüklerinde sırtlarındaki bohçaları indirip bir ağaç altına serip basma, pazen, başörtüsü, dantel, çocuk kıyafeti, havlu, çorap ne varsa her birini tek tek metheder, alıcı çıkmayınca da, “Oğlun kızın büyüyüp geliyor, çeyizine koyarsın” gibi ikna metotlarını devreye koyarlardı.

Evlerinin bahçesinde ağaç gölgelerinde kanaviçe, gergef dantel işleyen gelinlik kızların ihtiyaç maddeleri de bulunurdu bohçacı kadınlarda. Sokakta kimse bulunmadığı zamanlarda duvarsız bahçelerde çalışan kadınlar, “Neler getirdim bir bak hele” diye çağırır, sonra uzun bir alışveriş seremonisi başlardı. Mahalleli kadınlarla bohçacılar arasındaki hukuk öylesine derinleşmişti ki, Ramazan aylarında bile acıkan bu satıcılar için yüksünmeden, üşenmeden ve dahi “Biz orucuz” diye burun kıvırmadan kalkıp yemek hazırlar, sokağın kıyısına sofra kurarlardı.

Bohçacılar mahallede kim kalıcı, kim gidici iyi bilir, buna göre de veresiye satış yaparlardı. Kimilerinin okuma yazması olmasa da akıl defteri sağlamdı ve “Ben alacağımı unutmam, sen de borcunu unutma” diye tembih edip giderdi. Hatta böyle bir alışverişten sonra bohçacı kadın bir daha semtimize uğramaz olmuştu da annem; gelen giden bütün bohçacılara sormasına rağmen izini bulamayınca onun adına epey bir hayır yaparak borçtan kurtulmaya çalışmıştı.

Bir de merkeple gelen çerçiciler vardı.  Semerin her iki yanına kap-kacak, elek-kalbur, oyuncaklar doldurur, yuları bir ağaç dalına bağladıktan sonra hayvanın etrafında alışveriş başlar; pazarlıklar yapılır, veresiye şartları konuşulurdu. At arabaları gelen çerçiciler zamanla ahşaptan mamul iteklemeli üç tekerlekli seyyar arabalara, yani yaymacılara dönüşürken ürün çeşitleri de çoğaldı.

İki yandan boynuz gibi uzanan ahşap saplardan iteklenen üç tekerlekli seyyar yaymacı arabalarının üzerine, güneş ve yağmurdan korunmak için kaput bezi gerilir, kenarlardan yukarıya doğru uzanan direklerin arasındaki ipte de çocuk giysileri, eşarplar, bluzlar, etekler hülasa dikkat çekecek ürünler teşhir edilirdi. Tablanın altındaki hazne ise depo olarak kullanılır, veresiye defteri de orada bulunurdu.

Kimi seyyar satıcıların tablalarında mevsimine göre renkli naylon ve Ermenek lastiği denilen siyah ayakkabılar, terlikler ve çizmeler olurdu. Burun üstü ızgaralı, naylon ayakkabılarda bağcık niyetine içten dışa doğru kulakçık bulunur, metal klipse takıldıktan sonra bastırılarak kilitlenirdi. Kulakçık zamanla kopardı ama maharetli anneler tarafından uygun iple dikilirdi. Tabanı gayet yumuşak olduğundan çakıllı zeminde yürürken taşlar adeta insanın ayağına batardı. Hele bir ayağına iğde çöğürü saplanan olursa, feryadı üç beş sokak öteden duyulurdu. Mekap ayakkabıları maddi durumu iyi olanlar alırdı ve günlük kullanımın yanında top oynamak için de idealdi. Bot pek bilinmez, kış yaklaşırken çizme alınırdı.

Şehirde motorlu vasıta yaygınlaşırken seyyar esnaflıkta zirveyi Kilistralı Galip amca yaptı. Buz mavisi kamyonetinin kapalı kasasında bedestendeki küçük dükkânlardan daha çok ürün bulunur, kimseyi rahatsız etmeyecek tonda açtığı ses sisteminden, “Tuhafiyeci geldi; basma, pazen bluz, çocuk takımları var” diye anons ederdi. Metreyle perde, kumaş, yazma gibi yırtım ürünlerini metrelik tahta cetvelinde katlayarak ölçer, sonra da onbeş-yirmi santimetre ilave edip, “Benden eksik çıkmasın, fazlası helal olsun” derdi. Veresiye alışverişleri kalın veresiye defterine kaydeder, her sokağı her ay mutlaka ziyaret ederdi. Galip amca olgun, kibar bir insandı ama zamanın meşhur filmi Dallas’tan etkilenen bir zümre onu, “Dallas’tan aldım, Dallas’tan alacağım” diye andı. Sonra Büyük Kovanağzı’na ev yaptırıp oraya yerleşince komşuluk hukukumuz da gelişti ve babamın arkadaş grubuna dâhil olarak sohbetlere iştirak etti.

Çocukların yolunu gözlediği satıcılar ise simitçi, tatlıcı ve dondurmacılardı. Simitçiler genellikle başlarının üzerine koydukları tepsi ile gelir, zayiat vermemek için de tepsiyi indirmeden satış yapmaya gayret ederdi. Tatlıcılar onlara göre lüks satıcılar olmalıydı ki pedallı üç tekerlekli ile gelirdi. Genellikle Adana işi halka tatlı satarlardı ama nadiren de olsa Şam Balı getirenler olurdu. Bakkalların dondurma satmadığı o yıllarda, elinde termoslarla gelen dondurmacılar pek bir kıymetli idi. Yaz güneşinin tepeden vurduğu aylarda sokak başında beliren dondurmacı ortamı adeta serinletiverirdi de alacak para nerede! Etrafına doluşan çocukların arasında yürüyen bitap vaziyetteki satıcılar, “Bu sıcakta dondurma bunun içine niye erimiyor? Dondurmayı neyle yapıyorsunuz?” gibi çocuksu sorulara sabırla cevap verirlerdi. En çok da, kemerine iliştirdiği, ceviz büyüklüğünde başlığı olan dondurma kaşığı ilgi çeker, dondurmayı nasıl top halinde getirip külaha yapıştırdığını merak edenler olurdu. Sonra çocuklar ceplerindeki kuruşları çıkarıp birleştirir ve mahcubiyet hissedilen bir pazarlık başlardı:

“Seksen kuruşumuz var, iki dondurma versen olmaz mı? Bak yirmi beş kuruşta ondan çıktı, hadi üç olsun amca!”

Satıcı insafa gelmişse, “Elli kuruşu bir dahaki sefere verecekseniz olur” diyerek termosun kapağını açar ve kaşığın dondurmayı nasıl sıyırdığını görmek isteyenler dikkat kesilirdi. Öyle çikolatalı, Antep fıstıklı, frambuzalı filan değil; bildiğin ak dondurma ile kakaolu yahut limonlu; seç seçebilirsen!

Sebze ve meyve türleri mahallenin her bahçesinde yetiştiği için sebzeciler daha çok uzak diyarların turfandalarını getirirdi. Fakat kavun, karpuz ve portakal mevsiminde gelen satıcılar halkı Muhacir Pazarından, üç tekerlekli yahut at arabası kiralayarak çuval taşıma derdinden kurtarırdı. Etrafında toplanan insanları ikna etmek için bıçağı kapan satıcı kucakladığı karpuzu ikiye yararak önce rengini, sonra dilimleyip ikram ederek tadını ispat ederdi.

Doksanlı yıllara girilirken Kovanağzı’na semt pazarı kurulacağı duyurulunca halk pek memnun oldu. Ali Taşoluk İlkokulu’nun önündeki Suruç Sokak haftada bir gün trafiğe kapalı olsa bir zararı dokunmazdı. Öyle de oldu. Yolun Ali Taşoluk cephesi çarşamba günleri pazar yeri olarak tahsis edildi. Sebze, meyve, süt ürünleri, züccaciye, nalburiye, tuhafiye ve attariyeye kadar her şey pazarda satılıyordu. İnsanlar tezgâhları gezip istediğini seçip almaktan hoşlanınca bohçacıların bohçasına, çerçicilerin çerçisine ihtiyaç kalmadı. Üstelik bağında bahçesinde yetişen ihtiyaç fazlası ürünleri satması için pazar yeri bazılarına ek gelir vesilesi oldu. Çarşamba günleri kurulan pazara civar muhitlerden de ilgi gösterenler çok olunca ünü yükseldi. Bu Pazar yetmeyince Cuma günleri İsa Efendi mahallesi yakasına Cuma Pazarı kuruldu.  Zamanla da Meram’ın ilk Kapalı Semt Pazarı Kovanağzı’na inşa edildi.