Yıllar önce “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasında bir katılımcıya “Aşağıdakilerden hangisi İzmir’in ilçesi değildir?” diye sorulmuştu. Yarışmacı, kendinden emin bir şekilde “Ben İzmir’de yaşadım.” diyerek seçenekler arasında yer alan Dikili’nin İzmir’in ilçesi olmadığını söylemiş; “Son kararım!” demişti. Aşırı güven eğilimi olarak nitelendirilen bu yanılgı bu noktada kendini göstermiş, yarışmacının düşünmesine dahi fırsat vermemişti. Sosyal ve kültürel faktörlerin de etkisiyle gerçekleşen bu durum, hepimizin hayatında zaman zaman yer bulabiliyor. Bu noktada kendimize aşırı güveniyor olmamızın nesi yanlış -diye sorabilirsiniz.
Aşırı güven duygusu, karar verme süreçlerimizi olumsuz etkiliyor. Çünkü bir konuda yeterli ve en doğru bilgiye sahip olduğumuza olan inancımız, sağlıklı karar vermemizin önünde bir engel teşkil ediyor. Buna bir de yeteneklerimizi abartma seviyemiz eklenirse bu güven, cahil cesareti olarak bilinen o meşhur Dunning Kruger etkisini yaratıyor. Yani ne kadar az bilirsek, kendimize o kadar fazla güveniyoruz. Bilgimiz arttıkça bu güven azalıyor. Bir konuda yeterince donanımlı olduğumuzu düşündüğümüzde güvenimiz yine artıyor ama az bildiğimiz zamanki kadar olmuyor. Bu durum bize, akıllıların neden daima şüphe duyduğunu da açıklıyor.
Bu etkinin bizi ulaştırdığı önemli bir kavram var: Güdülenmiş muhakeme. Çoğumuz kişilere ve olaylara nesnel yaklaştığımızı düşünsek de yaklaşımımız kişisel ve duygusal durumlarımızdan etkileniyor. Bu etkinin farkında olmadığımızda yanlı olmadığımızı iddia ediyoruz, -ki genelde de farkında olmuyoruz. Böylece doğru, mantıklı ve gerçek olan bir sonuç yerine önyargılarımız ve çıkarlarımız lehine kararlar veriyoruz.
Olan ve olması istenen
Buradaki ‘çıkar’ sözcüğünü okumak sizi rahatsız edebilir ancak çıkarlar söz konusu olduğunda mutlaka birilerine zarar vermiş olmamız gerekmiyor. Düşüncemizi, görüşümüzü ve inancımızı destekleyen durumları savunmak da kişisel çıkarlarımızla ilgili. Bunları savunarak çıkarlarımızı korumuş oluyoruz. Bunu yaparken objektif bir sonuca ulaşmak yerine kendi istediğimiz sonuca ulaşacağımız yolları arıyoruz ve bu yollar, bilgilerden ve kanıtlardan oluşuyor. Bu bilgileri ve kanıtları var olan değil arzu ettiğimiz sonuca ulaşmak için kullandığımızda artık yepyeni bir tanımlamanın da parçası haline geliyoruz.
Güdülenmiş Muhakeme olarak tanımlanan bu durumda mevcut düşünce ve inançlarımıza zıt bilgileri işleme ve kabul etme şeklimiz, bunlara paralel bilgilerden farklı. Önyargılarımızı, düşünce ve inançlarımızı destekleyen bilgileri doğrulamak için kullandığımızda bu kavramın da başrolünde yer alıyoruz. Doğru olduğunu düşündüğümüz bilgileri işleme şeklimiz de bu muhakeme sürecinden geçiyor. Burada önceliğimiz, doğru ve adil olana değil önceden belirlenmiş olan ve bizim doğru kabul ettiklerimize ulaşmak oluyor. Yani düşünce ve inançlarımızı destekleyen bilgilerle desteklemeyen bilgileri işleme şeklimiz farklılık gösteriyor. Burada ‘işleme şekli’ ile ifade edilen; doğru, haklı, adil, ahlâklı gibi kavramları yerleştirdiğimiz konum oluyor.
İnsanoğlunun yarısı kadar bilmediği konularda iki kat düşünmek yerine iki kat konuşmayı tercih etmeye eğilimli olduğunu düşündüğümüzde, bu durum bizi pek şaşırtmasa gerek. Ama ne kadar şaşırmasak da güdülenmiş muhakeme bize mevcut bilgi ve kanıtları belirli bir sonuca ulaşmak için kullanmanın büyük zararlara sebep olabileceğini söylüyor. Bir yarışma programında kaybedeceğiniz yüklü miktarda para ödülü ise bunlardan sadece herhangi biri oluyor.