Dinimizdeki meşhur 32 farzdan biri, istikbal-i kıble yani namazı Kâbe’ye karşı kılmaktır. Bunun manası Kâbe’ye yönelerek kılmak olup Kâbe için

Dinimizdeki meşhur 32 farzdan biri, istikbal-i kıble yani namazı Kâbe’ye karşı kılmaktır. Bunun manası Kâbe’ye yönelerek kılmak olup Kâbe için kılmak değildir. Kıble önce Kudüs idi. Hicret’ten on altı ay sonra, Bedir Harbi’nden iki ay önce Receb ayı ortasında, Ashab-ı Kiram Medine’deki Mescid-i Kıbleteyn’de Peygamber efendimizin imamlığında ikindi namazını kılıyorlardı. İkinci rekâtın rükuunda iken nazil olan Bakara suresinin 144, 149 ve 150. ayetlerinde peş peşe gelen “Fevelli vecheke şatra’l-Mescidi’l-Harâm.” yani “Yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir.” mealindeki ifadelerle Kâbe’ye dönülmesi emrolundu. Böylece o sırada Mescid-i Aksâ'ya doğru kılınan namaz, bu ayetlerin gelişi ile cemaat önde, Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” arkalarında olacak şekilde tam ters istikamete dönülerek bitirildi. Ülkemizde ve dünyadaki pek çok cami ve mescidin mihrabının üzerinde bu ayet-i kerime bölümü yer alır.
MİRAC’IN BAŞLANGICI
Kudüs-i Şerif’in biz Müslümanların gönlünde çok ayrı bir yeri vardır. Bu mübarek beldedeki Mescid-i Aksâ’nın ilk kıblemiz olmasının yanında, Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü Miraç hadisesinin başlangıç noktasıdır. Miraç merdiven demektir. Miraç, Hicret’ten bir yıl önce, Recep ayının yirmi yedinci gecesinde vuku buldu. Beş vakit namaz bu gece emrolundu. Daha önce yalnız sabah ve ikindi namazları vardı. Cenabı Hak Mirac’ı, Kur’ân-ı Kerîm’de, İsrâ suresinin ilk ayetinde mealen “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.” ifadesiyle bildirmektedir.
Ehli sünnet itikadına göre Peygamber efendimiz Miraç’ta, ruh ve ceset birlikte olarak, Mekke-i Mükerreme’den Kudüs’e ve oradan yedi kat göğe ve sonra Sidre denilen yere ve Sidre’den Kâbe Kavseyn makamına, uyanık olarak, gece, bir anda götürülmüş ve getirilmiştir. Bunu yapan, Allahü Teâlâ’dır ve ancak o yapabilir. Peygamber efendimizin bu büyük miracından başka yalnız ruh ile olan başka miraçları da vardır.
DAVUD VE SÜLEYMAN PEYGAMBERLERİN ŞEHRİ
Kudüs’ün tarihi çok eskilere dayanır. Şehirde bulunan MÖ IV. binyıla ait çömlekler, bu binyılın son bölümünde şehrin güneydoğu kısmında bir kavmin yaşadığını göstermektedir. İslam tarihçilerine göre ilk kurucuları Amâlika milleti olan Kudüs şehrindeki diğer bulgular, MÖ III. binyılda ve II. binyılın ilk devirlerinde bu bölgede insanların bulunduğunu göstermektedir. Osmanlı Devleti Salnamelerinin baş tarafında verilen “Bazı Meşhur Vakalar” çizelgesinde Hazreti Davud’un Kudüs’teki hükümdarlığı için Hicret’ten 1638 yıl önce denilmektedir. Bu tarih, miladi olarak MÖ 967 yılına karşılık gelmektedir. Kudüs’te doğup 70 yaşında orada vefat eden Davud peygamberden sonra hükümdar ve peygamber olan oğlu Süleyman “aleyhisselam”, Mescid-i Aksâ’yı yedi senede çok sanatlı şekilde inşa etmiştir. Sonra hükûmet sarayına başladı. Bu da on üç senede yapıldı. Süleyman “aleyhisselam” 40 sene hüküm sürmüştür.
HAZRETİ ÖMER’İN EMANETİ
Emirü’l-Müminin Ömerü’l-Faruk hazretleri, Peygamber efendimizin verdiği Şam ve civarındaki şehirlerin fethedileceği müjdesinin kendi devrinde vuku bulmasını çok arzu ediyordu. Ebû Ubeyde bin Cerrah hazretlerini Şam ordularının başkumandanı yaptı ve Bizans İmparatoru Heraklius’un ordularına karşı o bölgeye gönderdi. Şam kuşatıldı ve fethedildi. Halid bin Velid bir kapıda, Amr bin Âs bir kapıda, Yezid bin Ebî Süfyan diğer bir kapıda idiler. Yezid, kardeşi Muaviye’yi ileri kol kumandanı yaparak Sayda ve Beyrut şehirlerini, Amr bin Âs da Filistin’i fethettiler. Rumların başkumandanı ile yaptığı harpte Rum ordusunu dağıtan Amr bin Âs Gazze, Nablus ve Yafa şehirlerini aldı. Kudüs’ün teslim edilmesi için de haber gönderdi.
Kudüs’ün ileri gelenleri, Halife hazretleri bizzat gelip ahd ü eman verirse o vakit beldeyi teslim edeceklerini bildirdiler. Hazreti Ömer miladi 638 yılında yerine Hazreti Ali’yi vekil bırakıp Medine-i Münevvere’den Kudüs’e geldi. Rum ordusunun artıkları Mısır’a kaçmış olduğundan ahali Kudüs-i Şerif’i Hazreti Ömer’e teslim ettiler. Hazreti Ömer nice Ashab-ı Kiram ile birlikte saadetle şehre girdi. Peygamber efendimizin Miraç’ta üzerine basarak göklere yükseldiği Sahratullah’ı buldurdu. Sahra Arapça kaya demektir. Bu mübarek kayaya Hacer-i Muallak yani Muallak Taşı da denir. Yahudiler tarafından çöplük haline getirilen sahrayı kendi elleriyle süpürüp eteğinde toprak taşıyarak temizledi. Buraya bir mescit yapılmasını emrederek Medine’ye geri döndü.
İSLAM DEVLETLERİ HEP HİZMET ETTİLER
Beşinci Emevî halifesi Abdülmelik bin Mervan, Hazreti Ömer’in yaptırdığı mescidin yerine Sahratullah’ın üzerini örten ve bugün Kudüs’ün sembolü haline gelmiş olan Kubbetü’s-Sahra’yı yaptırmıştır. İnşaatı 691 yılında tamamlanan bina, Kudüs’teki maddî ve manevi değeri haiz mimari şaheserlerinin en güzelidir. Binanın dış duvarlarıyla sağlanan sekizgen yapı meyilli bir çatıyla örtülüdür. Merkezî kısmın üstündeki kubbe altın renkli levhalarla kaplanmıştır. Parıl parıl parlayan kubbesi, yeşil ve mavi renklerin hâkim olduğu çini kaplı duvarlarıyla öylesine öne çıkmıştır ki pek çok kimse burayı, 200 metre ilerdeki Mescid-i Aksâ zannetmektedir.
Kubbetü’s-Sahra tarih boyunca bölgeye hâkim olan Müslüman hükümdardan büyük ilgi ve saygı görmüş, özenle tamir ettirilmiştir. Bilhassa Eyyûbî sultanları kendi elleriyle Sahratullah’ın tozunu alır, mescidi süpürür ve gül suyu ile yıkarlardı. Memlûklü sultanları da yıkılan kısımları tamir ettirip dış duvar mozaiklerini yenilediler. Kubbenin içini altın yaldız ve mozaiklerle yeniden dekore ettirip dışını da kurşunla kaplattılar.
VE OSMANLILAR…
Kubbetü’s-Sahra Kanunî Sultan Süleyman Han tarafından çok köklü biçimde tamir ettirilmiş ve harap olan dış mozaik kaplama çinilerle değiştirilmiştir. Kanunî şehri, bugün dahi bütün heybetiyle ayakta duran muazzam surlarla çevirmiştir. İmar faaliyetleri Kanunî’den sonra Kubbet’s-Sahra ve Mescid-i Aksâ’nın yanı sıra bütün şehir için Sultan Üçüncü Murad, Birinci Abdülhamid, İkinci Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ve İkinci Abdülhamid Han tarafından da devam ettirilmiştir. Özellikle Sultan İkinci Abdülhamid Han büyük masraflarla Kubbetü’s-Sahra’nın zeminine değerli İran halıları döşetmiş, ortaya görkemli bir kristal avize astırmış ve eskiyen çinileri yenileriyle değiştirtmiştir. Aynı şekilde Mescid-i Aksâ’nın halılarını ve kandillerini bütünüyle yeniletmiştir.