Gelişen teknoloji, yüksek binalar, site kültürü, plaza hayatı. Saymakla bitmeyecek birçok değişim sosyal hayatı etkiliyor. Medeniyete ilerlediğimizi sandığımız her gün, aslında insanlığımızı bir adım geride bıraktığımızın farkına bile varamıyoruz. 

Önceleri sosyal hayatta daha samimi ilişkiler kurulduğunu büyüklerimizden duyuyoruz. Haksız da değiller. Özellikle Osmanlı döneminde sosyal hayatta uygulanan birçok incelik gelenek haline geldiği için uzun yıllar Türk toplumunda sosyal hayat incelik, anlayış üzerine kuruluydu. 

Birbirine saygıda kusur etmeyen ve her zaman karşıdakini düşünen bir zihniyet şimdilerde de olsa hiç fena olmayacak. 

İşte o geleneklerden bazıları. 

1) Çiçeklerin anlamı

 Geçmişte evlerin pencerelerinin önünde çiçek yetiştirirken, iki renk çiçeğin ayrı bir önemi bulunmaktaydı. Eğer cam önünde sarı Çiçek varsa o evde hasta bulunduğunu, sokaktan geçmekte olanların ve seyyar satıcıların yüksek sesle bağırıp konuşmayarak hastayı rahatsız etmemeleri yönünde uyarının işaretidir. 

Kırmızı çiçek varsa, evde gelinlik çağında genç kızın bulunduğunu, gençlerin konuşurken ölçüsüz laf etmesinin önlenmesini sağlamak içindir. 

2) Evlerin duvarındaki yazı

Evlerin duvarlarına bugünkü gibi falancanın şatosu, malikanesi ve villası gibi yazıların yerine "Ya Malikül Mülk" yazılırdı. Bu ise "Ey Allah'ım bütün mülk senindir, Ben kapının kölesiyim, her şey senden benim aslında hiçbir şeyim yok" anlamındaydı. 

3) Ayakkabıların yönü

Evlere gelen misafirlerin ev sahibi tarafından ayakkabısının burnunu dışarıya doğru değil de içeriye doğru bakacak şekilde çevrilirdi. Bunu yapmakla, misafire "Biz senin misafirliğinden çok hoşnut kaldık, evimizi yeniden şereflendirmenizi bekleriz" mesajı verilirdi.  Bugünkü gibi, gelen misafir ne zaman gidecek diye bakılmazdı. 

4) Kahve ve su

Eve gelen misafire verilen kahvenin yanında su da ikram edilirdi. Misafir aç ise suyu, tok ise kahveyi alırdı. Eğer misafir suyu almışsa aç anlamına geldiği için hemen sofra kurulur misafirin karnı doyurulurdu. Dil ucu ile misafire aç mısın diye sorulmazdı. 

5) Göçmen kuşlar vakfı

İnsanlar için vakıflar kurulduğu gibi, kuşlar içinde vakıflar kurulurdu. Bunlardan "Göçmen kuşlar vakfı" göç yolunda ve değişik nedenlerle yaralanmış göçmen kuşların tedavisinin yapıldığı vakıftır. 

Darı vakfı ise kışın kar ve buz üzerine kuş yiyecekleri bırakılarak kuşların beslenmesi için çalışma yürütürdü. 

6) Sofra adabı 

Evlerde çocuklar dahi hiç kimse ayakta yemek yemezlerdi. Önce eller yıkanır, sofra aile ile birlikte oturur. Evin en büyüğünün besmelesi ile yemeğe başlanır ve yemek sonrasında dua edilirdi. 

7) Lambayı dinlendir 

 İnsanlarımız eskiden edeplerindeki inceliklerden ötürü "ışığı yak" demezlerdi. Çünkü yakmak olumsuz bir kelime olduğu için onun yerine "ışığı uyandır" denilirdi. 

Gece vakti yatacakları zaman ise "lambayı (mumu) söndür" demezlerdi. Çünkü söndürmek olumsuzluk çağrıştırdığı için " lambayı dinlendir" denilirdi. 

8) Şehrin kuruluşu

Osmanlı'da şehirler kurulurken, nasıl ki bir suya taş attığınızda halkalar merkezden başlayarak yayılır. Aynı şekilde önce bir mabet yapılır ardından da halka halka evler ve iş yerleri inşa edilirdi.  

9) Aynı kapıda farklı tokmaklar 

Kapı tokmakları çift halkadan müteşekkildi. Bunlardan, aslan başı motifi ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerideki ev sahibi gelenin beyefendi olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı. 

10) Su verme adabı

Alaaddin Çelebi Osmanlı'da su verme adabını şöyle anlatır: "Birine su verirken uzaktan veya yüksekten sunmayanlar, maşrapanın yahut bardağın kulpunu kolayca tutabileceği şekilde su içecek kişinin sağ elinin olduğu tarafa çevireler. Muhatabın üzerine damlatmamak için bardağı iki eliyle alttan tutarak sunalar. Ve alan kimse sağ eliyle ala, Bismillah deyip başlaya, bardağın dibini suratına tutmadan yavaş yavaş içe. Ağzını doldurup yutmaya ki, yürekte zahmet peyda olur. Su verenler boşalan bardağı aldıktan sonra sıhhat ve afiyet dileyeler ki, su içen kişi nefes alıp cevap verebilsin."

11) Komşuluk

Mahallede birisi öldüğünde, cenaze evine ilk önce kıble istikametindeki komşusundan olmak üzere, bir hafta, on gün yemek yollanır, kimse onlara işittirecek tarzda gülüp, eğlenmezdi. Böylece komşunun acısına ortak olunurdu. 

12) Sadaka taşları

Sadaka taşları taş bloklardan oluşan, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki cm yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanlı'da sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zengin riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi başka fakire bırakırdı. 

13) Yoldaki yaşlı adam 

Osmanlı kültüründe bir incelik örneği olarak, çarşıya inerken veya eve dönerken, büyüklere hürmet sadedinde bir yaşlı zatın yanından geçip gidilmezdi, ancak onun "Geç oğlum ben yavaş yürüyorum," deyip müsaade etmesinden sonra gidilirdi.