Bıcır bıcır, çok enerjik ve farklılıkları kucaklayan, seven, hayatın her renginin bir amacı olduğuna inanan çok zarif bir kadın sevgili Aylin Algün... Kendisiyle güzel bir röportaj yaptık ve iyi ki dediklerimden oldu... Şimdi o güzel röportaj sizlerle...



Aylin Algun kimdir?

Louise Hay- Heal Your Life® öğretilerinin Türkiye’deki eğitmen ve koçlarını yetiştirmekle sorumluyum. Kurumlara çalışanların “resilience” (psikolojik sağlamlık) temelinde iş ve hayat performanslarını geliştirmeye yönelik olarak Türkiye’de eğitimler veren Mutlu Çalışan markasının kurucu-ortağıyım. Dale Carnegie- the Netherlands aracılığı ile Avrupa’da da kurumsal eğitimler veriyorum. Kurumlarda eğitimlerin yanısıra konuşmacılık da yapıyorum. Hayatın farklı alanlarında gelişim sağlamak isteyen kişiler için katılıma açık atölyelerim ve bireysel seanslarım var. İnkılap yayınevi tarafından yayınlanmış “Aynada Seni Gördüm “ ve “Bir Güven Meselesi” kitaplarının yazarıyım. Özetle eğitmenlik- koçluk- yazarlık yapıyorum. Bilkent Üniversitesi ‘nde İşletme ve Üsküdar Üniversitesi’nde Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisans okudum. ABD, İngiltere ve Türkiye’de kişisel gelişim ve dönüşüm, psikoloji ve spiritüel alanlarda 15 yıldır farklı eğitimler alıyorum ve sürekli gelişime inanan birisi olarak almaya devam ediyorum. 46 yaşındayım; 14 yaşındaki Ömer’in ve 12 yaşındaki Emre’nin annesiyim. Çocuklarım Amsterdam’da okuyor ve benim de iş talepleri nedeniyle sıkça İstanbul’a gidip geldiğim İstanbul- Amsterdam hattında bir hayatım var.
Mevcut mesleğim öncesinde 13 yıl satış-pazarlama ve projeler alanlarında medyada çalıştım ve yöneticilik yaptım. Ancak “çaresi yok” olarak nitelendirilen bir bağışıklık sistemi hastalığını zihinsel yöntemleri kullanarak aşabilmem neticesinde yolumu değiştiren birisiyim.

Bu klasik özgeçmiş kısmı. Kim olduğuma gelince; meraklı ve farklı deneyimleri kucaklamayı seven, genelde enerjik, hata yapan ancak hayatın öğrettiği derslere inanan, iyimser yapıda birisiyim. Bir arayışım yok ama keşfetmeyi severim, özgürlük değerim yüksek ancak sorumluluklarımı yerine getirmek için çabalarım. Kendi kalıplarımın ötesine geçmeye çalışırım, aklım ve duygularım arasındaki dengeyi korumaya çalışırım. Kendimi ve hayatı anlamaya çalışan, öğrenmeye odaklı herhangi birisiyim.

Koçluk yolu seçilir mi, yoksa hayat mı seçer

Yaşantılarımızı gerçekten biz mi seçiyoruz, yoksa yazılmış deneyimlerin oyuncuları mıyız; bunu bence bilmek ve kesin bir yargıda bulunmak mümkün değil. Dolayısıyla koçluk yolu için de bu geçerli.


Ancak kişisel olarak daha saygın bulduğum koçluk yolculuğu aslında Kahramanın Yolculuğu gibi. Yani koç hayatında zor bir sürece girer ve aslında bu ona kendini daha iyi görmesi ve dönüştürüp büyütmesi için hayatın bir çağrısıdır. Çağrıyla ilgili farkındalık ve dönüşüm yolunu kabul etmedikçe işler zorlaşır. Sonunda çağrıyı kabul etmek durumunda kalır. Zorlukları aşarken içsel kaslarının gücünü anlar, farklı yetenek ve becerilerini keşfeder. Değişir, dönüşür ve sonra kendisi bunu başkalarının öğrenmesi için bir aracı olur.
Yani soruya yanıtım kısaca şu: Hem hayatın çağrıları vardır hem de kişinin dönüm ve dönüşüm noktaları.

Kitaplarınız “Aynada Seni Gördüm” ve “Bir Güven Meselesi” ilişkiler üzerine mi? Okuyucuya kitaplarınızla tam olarak söylemek istediğiniz nedir?

“Aynada Seni Gördüm” romantik ilişkilerdeki çıkmazlarımız üzerinden bütün ilişkilere doğru açılan bir sevgi kitabı. İçinde genelde yaşadığımız her zor duruma yönelik örnek vakalar, muhtemel sebepler ve kişiye yönelik farkındalık ve dönüşüm egzersizleri olan bir kitap.
Aynada Seni Gördüm’üm mesajı net. İlişkilerdeki her mesele için kitaptaki her bölümün sonu “Konu sensin” diye biter. Yeterince açık sanırım.



Bir Güven Meselesi; hayatımızda güveni sarsan faktörler üzerinden (belirsizlik, değişim, tutulmayan sözler, ihanet, haksızlık, manipülasyon vb) güven duygumuzu irdeleyen ve güven duygumuzu sağlamlaştırmaya yönelik bakış açılarını ve içsel yöntemleri okuyucuya sağlayan bir kitap. Bir güven meselemiz var, bu hepimiz için geçerli. Ayrıca da “bir olabilmek” tamamen güvenle ilgili. İkili bir mesajı var kitabın, belirttiğim şekilde iki taraftan güveni ele alıyor. Kitabı yazdığım sırada Türkiye’de patlamaların olduğu, güvenimizin çok sarsıldığı bir süreçten geçiyorduk. Kitabı yazarak hem kendimi, hem de başkalarını rahatlatmak istedim.

Kadınların günümüzde çok fazla popüler olan kadın birliği adı altında yaptıkları sosyal çalışmaları nasıl buluyorsunuz?

Kadınlarımızın farklı alanlarda sayısız desteğe ihtiyacı var. Elbette bu açıdan birlik çalışmalarını çok faydalı buluyorum; kadınlara işlevsellik kazandıran, maduriyet önlemi alma yolunda somut çabalar sarfeden ve sadece kadını gerçek anlamda destekleme yoluna kendini adamış birlikler elbette var.
Ancak bu noktada bir noktayı söylemeden geçemeyeceğim. Birey olmadan “bir” olunmuyor. Bu açıdan bu çalışmalara liderlik edenlerin ve bu yolda çalışanların; “aynılaşma” ve “aynı olma” üzerinden değil, “farklılıklar” üzerinden birlik olup olamadıklarını önemsiyorum. Ayrıca kişiler kendilerine bir sosyal çevre yaratmak, sosyal çevreyi korumak ve bu şekilde güçlü hissetmek ve sadece ilgi, saygınlık kazanma niyetleriyle buna giriştiği zaman durum kendi “ideal ben” halini sergiliyor olmanın ötesine geçemiyor.

Sizce her insan kriz durumlarından çıkabiliyor mu?

Kişi krizi değil, kendini değiştirme ve dönüştürme yolunda enerjisini kullanırsa kişinin kriz durumundan çıkabileceğine inanıyorum. Çünkü kendi gerçeğimiz olayın kendisinden ziyade olaya verdiğimiz anlam ve bizim olayla ilgili ne hissettiğimize göre şekilleniyor.
Ağaçlar kış mevsiminde hayatta kalabilmek için besinlerini dallarından gövdelerine çeker, sert mevsimde gövdelerinden beslenirlermiş. Yani sert bir mevsimle hayat “değişince” kendileri “dönüşerek” hayatta kalıyorlar. Ayrıca yapraklarını dökmezlerse donarak ölme tehlikeleri oluşurmuş. Yani eski mevsimde işe yarayanlar artık zarar veriyor ve “bırakıyorlar”.
Kriz anları insanların dönüşüm çağrısıdır, muhtemelen de insanın zihinsel ve duygusal olarak bırakması gerekenler vardır diye inanıyorum. Hayatın kuralları, doğaya dikkat ettiğimizde fark edilebiliyor.

Sağlıklı yaşam için ne söylemek istersiniz?
Ben dengeye inanıyorum. Öncelikle duygusal denge. Bunun için zihinsel sağlamlık ve zihinsel esneklik. Bu temele çok özen gösteririm. Bunun dışında, “bunu yersen şöyle olacak…”, “bunu yapmıyorsan yandın…” tarzı yöntemlere ilgi ve enerjimi çok verdiğimi söyleyemem.

Kurumsal eğitimler de veriyorsunuz, insanların en çok sıkıntı yaşadıkları nokta nedir sizce?
Kurumlar kişileri iş performansına yönelik yetkinlikleri kazanacakları eğitimlerle desteklemeye çalışıyorlar. Buna emek verilmesini “yaşam boyu eğitim” değerini son derece benimsemiş birisi olarak elbette önemli buluyorum. Ancak duruma daha derin bir seviyeden bakmak bana daha doğru geliyor. Mesela, bir çalışana dış koşullardan özgürleşip içsel şekilde motive olabilmeyi, kendisinin ve başkasının duygudurumunu anlayabilmeyi, kendi duygudurumunu yönetebilmeyi, zihinsel olarak sağlam ve esnek olabilmeyi, güven zeminini oluşturmayı ve sürdürebilmeyi, başkaları ile bir olabilmeyi ve sosyal desteği öğretebilirseniz zaten kendisinden performans alırsınız. Herkesin bilgisi var, artık bilgiye ulaşmak bir sorun değil. Becerinin öğrenilmesi de artık çok zor değil, çok fazla teknik var. Ancak belirttiğim temeller olmadan bilgili ve becerisi olan bir kişiden dahi potansiyeli ölçüsünde performans alamazsınız.
Az önce saydığım alanları kapsayan “Resilience” (psikolojik sağlamlık) günümüzde bence çalışanların en çok ihtiyacı olan konu başlığı. Bazı kurumlar bunun farkına varmaya başladı.

Ülkeniz için yapmak istediğiniz şey nedir?
Ülkemizin koşulları kolay değil. Bu açıdan, yapmak istediğimi sanırım şu an zaten yapıyorum. Kişilere psikolojik sağlamlık ve iyi oluş halini öğretmeye çalışıyorum. Temelde atölyelerim, konuşmalarım, kitaplarım bu konu ile ilgili.



Yaşam sizin için neyi ifade ediyor?
Kalp atışlarımızın kağıda dökülmüş halini. İnişli çıkışlı. O çizgi dümdüz ise zaten bu gezegende değiliz. İnişlerimiz ve çıkışlarımız deneyimlere verdiğimiz anlam ve nasıl hissettiğimizle şekilleniyor. Kendimizi buna göre çok dipte ya da çok zirvede ya da dengede bulabiliyoruz.
Yaşam deneyimlerin ve anların bütünü. Benim için yaşam bir öğrenme yolculuğu. Yaşama kurban değil, öğrenci gözlüğünü takarak bakmaya çalışıyorum ve bu yaşamı her haliyle sevmeme büyük katkı sağlıyor. Yaşamı gerçekten çok seviyorum. Bu neye sahip olduğumla ya da etrafımdaki kişilerle de sanki birebir ve sadece ilgili değil. Yaşamın olağanüstü zekasına hayranım. Yaşamın akışı ve olayları şekillemesi bana mucizevi geliyor. Bu gezegeni, doğayı; dünyanın insanlar tarafından bozulmamış her karışını çok seviyorum.

Son olarak okuyucuya ne söylemek istersiniz?
Bir-iki kilit noktaya değinmek isterim. Öncelikle “ideal ben” ve “gerçek ben” var. “İdeal ben”i sergilemek durumunda olduğunuz hayatın gerçekleri de var. Ancak “ideal ben”e kendinizi fazla kaptırırsanız, “gerçek ben”i göremez hale gelirsiniz ve başkalarının gerçekliğinde kaybolursunuz. Aradaki dengeyi iyi tutmak, ikisinin farkını çok açmadan “gerçek ben”i farketmek, görmeyi seçmek, dinleyebilmek önemli. Gerçek ben, ne sadece kalp ne de sadece akıldan ibaret. İkisinin mutlu bir beraberliği. Bu birlik ve beraberlik sizi destekler.
Bir diğer nokta, yaralarla ilgili. Hayat aynı hızla ve aynı cetvelle diyelimki ellerinize vuruyor. Birisinde yara var, diğerinde yok. Hangisinde dengeniz bozulacak? Bizler fiziksel bedenimizdeki yaraları iyileştirmeyi seçip, duygusal bedenimizdeki yaraları iyileştirmiyoruz ve onları “hissetmemeyi” seçerek kendimizi korumaya çalışıyoruz. Oysaki aynen fiziksel bedeninizde olduğu gibi duygusal yaralarımız da önce “görülmeli” yani “farkedilmeli”. Sonra temizlenmeli, ve evet bu süreç genelde acı verebilir. Sonrasında da bakımı yapılarak zamana bırakılmalı. Bakıma devam edilerek zamana bırakmak önemli. Ancak o zaman daha sağlam olursunuz. Ve hepimizin duygusal yarası çok, hayat bu noktada kimseye torpil geçmiyor.
Mesela ayağınızdaki bir yara da, yerinizde otururken belki acımaz. Ama kalkıp ilerlemek istediğiniz zaman, illaki önceliğiniz olur. Duygusal yaralarımız da böyle. Hayatta ilerlemek istediğimiz zaman illaki önceliğimiz olurlar ve bunu fark etmeyiz. Kendimize neden adım atamadığımızı sorarak zamanımızı ve kendimizi tüketiriz.
Bu bahsettiğim kilit noktaların anahtarları iç dünyanızda. İç dünyanızı farkedeceğiniz, farketmekle kalmayıp gerekeni dönüştürmeyi öğreneceğiniz yöntemlere zaman ayırın. Bunun hayattaki her rolümüzde işlevsel olabilmemiz için en önemli şey olduğuna inanıyorum.
Editör: TE Bilisim