1. Merhaba Deniz Bey, kendinizi sahnelerde nasıl buldunuz?


- Aslında çok erken başladım. İlkokul bitimine yakın başladı. Işık Lisesi çok değer verirdi kültür sanat aktivitelerine. Lise’de tiyatro koluyla başladı sahneler, ondan sonra hiç çıkmadı hayatımdan. 13 yaşında ben tiyatrocu olacağım demiştim.


2) Sizi televizyon, sinema ve sahnede bolca izleme şansı buluyoruz. Bu yoğun tempo sizi yormuyor mu?


- Yormuyor, çünkü o çalışmak gibi olmuyor. Bir söz vardır ya; ‘insan sevdiği işi yapınca o çalışmak olmaz’ diye. Çalışmak; evi düzenleyip toparlamak...


- Masabaşında çalışmak


- Eğer hayali bankacı olmak isteyen biriyse o da çalışmak sayılmaz. İnsan sevdiği işi yapınca çalışmak onun için külfet olmuyor. Yoksa bir müzisyeni, kemancıyı günde 15 saat oturtamazsın. Hele sanat gibi aktivitelerle uğraşanlar için iş değildir bunlar.


- Maddiyat çok sonra düşünülen bir şey diyorsunuz?


- Maddiyatı zorunda kaldığınız için düşünüyorsunuz aslında. Hiçbir sanatçı maddiyatı düşünmez. Düşünürse de sanatını icra edebilmek için düşünür. Maddiyat şunun için gereklidir sanatçıya; bir sanatçının sürekli kendini geliştirmesi, sürekli donanımlı, bütün yeniliklere adapte olması, bunları öğrenmesi için gezmesi, okuması, sinemasından tiyatrosuna etkinliklere katılması, yurtdışı gezilerine katılması için. Kendini beslemesi gerekiyor. Bunun için de paraya ihtiyaç var. Ayda 10 tane kitap okumak için ciddi bir bütçeye ihtiyacınız vardır. Kültür donanımınızı arttırmak için para yok sayılamaz. Yoksa çok yoğun çalışan, yaratıcı kişinin kendine sürprizler yapmak, eğlenmeye gitmek için zaten zamanı yoktur. Parası olsa da onun için harcamaz.


3) ‘İsterim ki her aile benimki gibi çocuklarını motive etsin, köreltmesin onları’ bu sözleriniz bir motto gibi. Bunu daha çok gençler için mi aileler için mi söylediniz?


- Daha çok aileler için söyledim, çünkü annem mutfakta çalışıyor, hala yardım ediyor bana. Çocuk büyürken, dünyanın gerçeklerine kafası basmamış haldeyken ‘neye ihtiyacım var, ben yaptıklarımın arkasında durabilecek miyim, duramayacak mıyım? Ben kimim?’ ayrımına pek varamaz. Onun için ailelerin bu konuda çok ilgili olması lazım. Ailelerin çocuklarına destek olması, onlara kendi ayaklarının, kendi zihinlerin üzerinde durabilecekleri zamana kadar ailelerin çocukları adına bu bilince sahip olması lazım... Nasıl ki sen evde çiçek bakıyorsun, o çiçeğin sulanması, beslenmesi... Buna ihtiyacı olduğunu biliyorsun. Bir şeyi yaratmak, üretmek, büyütmek için emek sarf etmek lazım. Onun o ilgiye muhtaç olduğunu bilmek lazım. Ben yaptım bu çocuğu bıraktım gittim, o da kendi başının çaresine baksın diye bir durum yok.


4) Birebir izleyici karşısında olmanız verdiğiniz emeğin karşılığını hemen almanız kendinizle gurur duymanızı sağlıyordur...


- Tabi ki, sağlıyor ve hemen alıyorsunuz ya karşılığını, direkt canlı vaziyette alıyorsunuz, bu çok başka bir duygu. Şimdi bir sinema filminin karşılığını belki 2 sene sonra alıyorsun. Bir senarist, bir yönetmen, oyuncu; çekiliyor, basılıyor, oynanıyor, dağıtılıyor... Bir sürü zaman geçiyor. O kadar birebir, canlı olması zaten tiyatroyu yaşatan.


5) Şuan sahnelenen ‘Damdaki Kemancı’ ve ‘Kral Lear’ oyunlarının ikisi de başyapıt. Bunun sizin için bir özelliği ya da özel bir sebebi var mı?


- Var, kült oyunları oynamak kendimde şans olarak nitelendirdiğim bir şey. Bunları oynayabilmek çok değerli benim için. Repertuar tiyatrosu dediğim; böyle klasik ve büyük oyunların oynanması zorlaştı bizim ülkede. Çok büyük parasal destek lazım, Kral Lear’ Oyun Atölyesi, Haluk Bilginer’in bir geçmişi ve birikiminden doğdu. Şimdi alternatif tiyatrolar, küçük bağımsız tiyatrolar, repertuar oyunlarını çok oynayabilecek ekonomik özgürlüğe sahip değil. Bu yüzden çok önemli. Küçük tiyatrolar oyun oynayamayacak diye bir şey değil, bu konuda tiyatroya destek olabilecek insanların imkanlarını esirgememesini istiyorum. Sponsorlukların, şirketlerin destekleri sanatı yaşatmak için çok önemli.


6) Oyunlarınız şuan nerede sahneleniyor?


- Damdaki Kemancı oyunundan geçen sezonun sonuna doğru ben çıktım, ama oyun Zorlu Center’da oynamaya devam ediyor. Oyun Atölyesi’nde Kral Lear’ı oynamaya devam ediyoruz. Bu sezon Kadıköy, Oyun Atölyesi’ndeyiz.


7) Ve şuan çıkış yaptığınız, 2 Kasım’da beyazperdeye giriş yapan ‘Son Çıkış’ filminiz 31. Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. İstanbul festivallerinde de gösterime açıldı mı ya da açılacak mı?


- Bazı büyük festivaller bizden dünya prömiyeri istediği için İstanbul’da daha gösterime girmedi. Prömiyeri yaptıktan sonra diğer festivaller için hazır olacağız. Şuan da Boğaziçi Film Festivali’nde gösteriliyor. Kasım ortası gibi Malatya Film Festivali’nde gösterime girecek.


8) Filmdeki ‘Tahsin’ karakterini biraz bize anlatır mısınız?


- Ben o karakteri aşırı çok sevdim. Bence Türk sinemasında da umarım çok yer edecek, kendine sağlam bir yer bulacak karakterlerden biri Tahsin karakteri. Günümüz Türk insanını çok temsil eden, her yaştan ve her konumdan (sosyolojik, psikolojik) insanı içine çekebilen bir karakter. Tahsin beyaz yakalı bir karakter ama o ‘Tahsin’in fikri, oluş biçimi hepimizde var. Tahsin’in düşünce yapısı bir üniversite öğrencisinde de var, tepelerde iş yapan ceo’larda, yöneticilerde, işletmecilerde de var. Çünkü hepimiz İstanbul’da yaşıyoruz, büyük bir metropolde yaşamak ve onun bize getirdiği bütün (sosyolojik, felsefik,) sorunlar, problemler ve onunla boğuşan modern insanlar. Tahsin bu işte! Onun bu kıskaçtan kaçmak istemesini anlatıyor, fakat İstanbul onu bırakmıyor, kaçamıyor.


9) Son Çıkış filmindeki Tahsin ile Deniz Celiloğlu arasında nasıl bir ortak nokta var?


- Tahsin kadar omurgasız ve çapsız değil Deniz, ama aynı derdin içinde. Aynı tasanın içindeyiz, aynı çıkmazın içindeyiz ama Tahsin çok çapsız bir tavır sergiliyor. Kaçmakta buluyor çözümü. Ben Deniz olarak inadına var olmayı, rağmen var olmayı çabalıyorum. Bunun için savaşıyoruz. En olmayacak zamanlarda; ‘bu zamanda film mi çekilir, bu zamanda mekan mı açılır, bu zamanda yatırım mı yapılır?’ dedikleri zamanlarda biz tam tersine bu zamanda yaşamaya çalışıyoruz. Asıl tepki gösterilecek, müdahale edilecek zamanlarda biz kaçıp, içimize çekilmeyi seçmemeliyiz. Böyle zamanlarda yeni yaratımlar yapmak durumunda, riskler almak durumunda insan. Bizim ‘Tahsin’ ile farkımız o eylemsizliği seçip kaçmayı tercih ediyor, ben tam tersine Deniz olarak savaşmayı. Bu da tek başına yapılabilecek bir şey, bunun için birbirine inanan, mücadeleye inanan, eş ruhlarla ortak çalışmanız gerek.


10) Son Çıkış’ta hayatından bezmiş, İstanbul’un kalabalığından, yaşadığı çalışma koşullarından, hayatının tekdüzeliğinden kopmak isteyen bir Tahsin var, ama aynı Tahsin yaşadığı trajikomik olaylarla İstanbul’dan kaçamıyor. Bu biraz da Türkiye’de para kazanmak için çalışan insanların hayatını anlatıyor diyebilir miyiz? Ben burada bir ironiklik tespit ettim.


- Evet, şöyle bir şey var; hepimiz birden o döngünün içine giriyoruz. Hayat mı yaşıyoruz, sevdiğimiz şeyi mi yapıyoruz yoksa günün sonunda sadece para kazanmak için bir debelenme halinde miyiz? Bunlar zaten Tahsin’in içine düştüğü farkındalık eksikliği. Farkındalığını geliştirdiği zaman insanlar, biraz zihnini açtığı zaman hem içinde olduğu durumu kavrayıp bir takım müdahaleler, insanın kendisinin bulması gereken çıkış yolları olmalı. Hepimiz zor, karmakarışık bir dünyanın içinde yaşıyoruz. Günün sonunda hepimiz şunu söylüyoruz ‘Allah’ım bıktım artık İstanbul’dan, yaptığım işten bıktım, sadece para kazanmak için mi yaşıyoruz, bırakacağım her şeyi gideceğim, bu şehri, bu ülkeyi terk edeceğim!’ o olmuyor, çünkü bu savaşmak, mücadele etmek, bir tavır, bir zihin yapısı... Sen o zihin yapısını geliştiremezsen nereye gidersen git olmaz. İnsanın bir durumda fiziksel olarak kaçması hiçbir şey değiştirmiyor. Ayakların kaçıyor olması beyninin içindekileri geride bırakmak anlamına gelmiyor. Ayakların beynini de taşıyor. Onun için bedenin yerini değiştirmek değil, kafanın yerini değiştirmek lazım. Tahsin bunu göremiyor. Bunu gördükten sonra hayat kolay.


11) Oynadığınız filmler arasında Deniz Celiloğlu’na en yakın karakter hangisiydi?


- Bana en yakın karakter Tahsin. Çünkü Tahsin’i gördükçe kendimle gurur duymaya başlıyorum, çünkü Tahsin gibiyim ama Tahsin gibi davranmıyorum. Hepimiz Tahsin gibiyiz aslında, hepimiz bu cenderenin içindeyiz, ama ben Tahsin’i gördükten sonra, onu oynadıktan sonra daha da bir şevk geldi. Ara sıra insan karamsarlığa düşüyor, fakat Tahsin gibi birini gördükten sonra ‘Tamam’ diyorsun. ‘Tahsin gibi yapmazsam, başka bir yol seçersem olur’. Yaratmak, üretmek her zaman, her şeyin ilacıdır. Yıldız Kenter söylerdi ‘Tiyatro iyileştirir’ gerçekten iyileştiriyor ya da sevdiği işi yapmak insanı iyileştiriyor. Sen sevdiğin işi yaparken, mutlu olduğun işi yaparken, işleyen demir paslanmaz misali zihnin çalışıyor, bedenin çalışıyor. Sürekli çalışan, sürekli aktif bir yerde de hayat vardır. Orada hiç keşkelere, boşluklara yer yoktur.


12) Bugüne kadar oynadığınız filmlerin içerisinde çoğunlukla Bağımsız Filmlerin içinde rol almanız bir tesadüf mü?


- Hayır. Çoğunlukla ben seçiyorum, bundan sonra daha da seçici olacağım; çünkü arkamda artık bir mekan var, bir üretim var ve bu mekan beni her anlamda koruyor. Burası Çağla ile benim başımızı sokacak bir yer. Bundan sonra dışarıda hiçbir şey beni üzemez, kıramaz gibi bir duygu geliyor, çünkü sığınabileceğin bir üretim alanı var. Şimdiye kadar yaptık, yapıyoruz; popüler işleri yapmak istemese de yapmak zorunda kalıyor bazı insanlar. Gönül ister ki hep bir şey anlatasın, hep sanatsal bir tarafı olsun yaptığın işlerin, ama bazen hayat kaygısı, yaşam gayesi sizi daha çok istediğiniz şeyleri yapabilecekken, daha az istediğiniz, kısıtlı şeyleri yapmak zorunda bırakıyor. Biz de ‘Tahsin’ gibi davranmıyoruz, önlemini alıyoruz. Ben şunu da yapabilirdim evde ‘Allahım hayat ne kadar kötü, ne kadar zor!’ bunu yapmamak lazım.


13) Bugüne kadar birçok karaktere hayat verdiniz. Sahne de, ekran da, beyazperde de canlandırdığınız roller arasında sizi en çok heyecanlandıran, bulunduğu duruma tutkuyla bağlayan yer neresi oldu?


- Ben tek bir yer ismi söylemem, çünkü oyuncusun sen. Çünkü oyuncunun yeri diye bir şey yok. Bu soruyu herkes, her oyuncuya sorar mutlaka, onlarda bir tane cevap verir ‘Asıl yer sahne, sahne benim yerim (gülerek)’ öyle değil, çünkü sahne neresi? Sen de bir sahnedesin şuan, ben de seni izliyorum. Senin de bir karakterin var, içinde devinimleri olan. Karakter, senaryo, oradaki hikaye çok heyecanlıdır, güzel yaratılmıştır onlar başka. Bir de her içeriğin ihtiyacı olduğu biçim var. Bu bazen tiyatro olur, bazen sinema olur. Bazen tiyatro sahnesinde hiç olmayacak içerikler vardır, tam yeri sinemadır ya da dizidir. Mesela bir örneğini vereceğim; Seinfeld diye bir dizi, sen bunun tiyatrosunu yapsan, filmini yapsan olmaz. Onun biçimi, formu, oradaki ilişkiler tam dizilik. 30 sene oldu biteli dizi, ama kapa baca kırıyor. Her şeyin yeri farklı... Doğru karakter, doğru hikaye, güçlü hikaye, gerçek hikaye neredeyse orası benim yerim.


14) Biraz da televizyon ekranlarından bahsedelim. Geçen sene Pazartesi akşamlarına damga vuran Siyah Beyaz Aşk dizisiyle, bu yaz da Keşke Hiç Büyümeseydik dizisinde sizi izledik. Yeni bir dizi var mı?


- Yeni bir dizi projesi yok şu aralar. Keşke Hiç Büyümeseydik de plansız programsız, birdenbire bitti. Bu durumda bana boş bir alan açtı. Çünkü sürekli bir dizi trafiği vardı. Şimdi mekan açıldı, tiyatro, kendim yazıp çiziyorum biraz. Biraz bunlara öncelik vermem gerektiğini hissettiğim bir dönem.


- Ekrana ara veriyorum diyorsunuz.


- Evet, ekrana biraz ara veriyorum. Bunu büyük puntolarla yazabilirsin (gülüşmeler).


15)  Final yaptıktan sonra bile adından sıkça bahsedilen, çeşitli ülkelerde yayınlanan ve fanlarıyla anılan Siyah Beyaz Aşk dizisi sizce de çok zamansız bir final yapmadı mı?


- Evet, çok zamansız final yaptı. Keşke daha uzun sürseydi, ama bazen de böyle oluyor. Yapacak bir şey yok. Ama ekip çok güzeldi, çok mutluyduk, çok iyi anlaşmıştık, samimi ve sıcak bir ekipti. O ekiple çalıştığım için çok mutluyum. Tanıdığım insanlar çok güzeldi. Keşke daha çok devam etseydi ama ekran ömrü bu kadarmış. Darısı daha sonraki projelere...


16) Şuan işlettiğiniz KendisiBir Mekan kendisine özgü bir dekorasyonu, müşterileri misafir gibi karşılayan bir aroma mevcut.


- Burası her şeyden önce yaşayan bir mekan olduğu için öyle bir izlenim var. Gerçekten! Burasını açıklarken, bizim için çok özel, her şeyin başına koyabileceğimiz anlamlarla yüklüydü.


17) Neden KendisiBir peki?


- Çünkü bir isim veya bir sıfatın içine tıkıştırmak istemedik. KendisiBir mekan, yani burası bir mekan. KendisiBir’in arkasında birçok şey olacak sonra. KendisiBir Sahne olacak, KendisiBir Atölye, KendisiBir Kitap, KendisiBir Yayınevi... Bizim şirketimizin adı da KendisiBir yayıncılık ve organizasyon. Yani, bu çok manidar bizim için; isim vermeden kendisini var eden bir fikir öncelikle. Burası ev gibi değil, ama cafe gibi de değil. Biz yaşatıyoruz, ama buraya girip çıkan insanlarla yaşayan bir yer olmaya devam ediyor. Burada şöyle bir şey var; 7’den 70’e çok acayip bir kitle var burada. Bu mahallenin mekanı burası. Mahallenin çocukları da burada, mahallenin gençleri de burada, mahallenin orta yaşları da burada, emeklileri, yaşlıları da burada. Herkesin burada gelip bir şey bulabileceği bir yer.


18) Daha önce de Kadıköy’de bir mekanınız vardı değil mi?


- Evet, Plakhane. Orası da devam ediyor. Kah orada kah buradayım.


19) Hayatını kısırlaştıranların aksine sosyal hayatı güçlendiren bireylere hem eğitim hem hoş sohbet açsından maneviyat katan KendisiBir’de birçok seminer ve etkinlikler düzenleniyor? Biraz bunlardan bahseder misiniz?


- Çocuklar bizim çok önceliğimiz. Onların hayal dünyasını, daha temizken, zihinleri kirlenmemişken hep yaratıcı yönde doldurmak, onları teşvik etmek; anlatmaya, düşünmeye, felsefe yapmaya, uygulamaya... Onların daha sonra işlerine yarayacak bütün kişisel gelişimlerini çok önemsiyoruz ve onlar için bir mekan kurguladık. Buraya gelip rahat rahat oynayabilecekleri, birlikte etkileşimde bulunabilecekleri bir mekan öncelikle. Ortağım Çağla, sosyolog ve felsefe grubu öğretmeni. Çocuklarla uzun yıllardır çalışmalar yapıyor. Kültür ve sanatın her dalında çocuklarla etkileşim halinde olmaya çalışıyoruz, ama sadece çocuklarla değil büyüklerle de. Buraya toplanıp, bir araya gelip, eserlerin paylaşıldığı belki de yeni birleşmeler, tanışmalarla ortaya yeni ve güzel şeylerin çıkmasını sağlıyoruz. Kısa film gösterimleri yapıyoruz, drama çalışmaları, şiir dinletileri, plak geceleri düzenleyip hoş sohbetler yapıyoruz. KendisiBir böyle bir mekan.


20) Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim. Son noktayı hangi cümlelerle kurmak istersiniz?


- Herkesin, her dönem başı sıkışabilir ama başınız sıkıştığında kendi başınıza başvurun.

Editör: TE Bilisim