Her insan yaptığı meslekte kendine bir idol seçer. Onu örnek alır, onu beğenir, onun gibi olmak ister... İşte ben de genç bir gazeteci olarak kendini mesleğine adamış ve bu mesleği her zaman hakkıyla yapmış, bu yola çıktığı günde beri hep gerçeklerin peşinde yürümüş, tecrübeli gazeteci Lütfiye Pekcan’ı her zaman için bu mesleğin bir duayeni olarak gördüm. Daha çok gencim ve gerçekten şanslıyım ki, onunla sohbet etmek ve bana verdiği tavsiyeleri dinlemek gibi bir imkanım oldu.

Kosova savaşını, Öcalan’ın yargılandığı İmralı davasını izleyen sayılı gazetecilerdendi. Yaşamdan Hikayeler programıyla Çalınan Bebekler dosyasını buldu. Her zaman mesleğinin onun için bıraktığı izleri takip etti. Şimdi ise yeni çıkarttığı ‘Oğluma Mektuplar’ kitabıyla birçok okurun kalbine dokunuyor. Bu kitap öyle bir kitap ki, içinden birden çok hayatı görebilirsiniz. Ölümü, yaşamı, anneliği ve hayatın acı izlerini bu romanın satır aralarında bulabilirsiniz. Lütfiye Pekcan, yeni romanıyla okurları büyülerken aynı zamanda başarılı senarist Melek Gençoğlu ile romanı beyazperdeye hazırlamak için son hızla çalışıyor...

 



Merhaba Lütfiye Hanım, yılların gazeteciliği, televizyon programcılığından sonra 'Oğluma Mektuplar' romanıyla sevenlerinizle buluştunuz. Romanın içeriğinden biraz bahseder misiniz?


  • Oğluma Mektuplar, onurlu ve anlamlı yaşamanın sırları üzerine yazılmış bir roman. Aşkı, ölümü, arkadaşlığı, kadına şiddeti, iş hayatında yaşanan psikolojik şiddeti her gün tanık olduğumuz kötülükler yüzünden sevinçleri, umutları çalınan biz fanilerin hayatını anlatıyor. Kapısını ölümün çaldığı bir anne, ölmeden önce yazdığı mektuplarla oğlunu hayata hazırlamaya çalışıyor. Oğluma Mektuplar romanında bir anne öldükten sonra her doğum gününde oğluna ulaşan mektuplar ve hediyeler aracılığı aracılığıyla onurlu, ahlaklı, dürüst ve hayallerinin peşinden koşan mutlu bir insan olmanın ipuçlarını veriyor. Gazeteci bir annenin günümüzde gittikçe artan şiddet ve hoyratlık karşısında ruhunda kopan fırtınaları yansıtıyor..



Romanda özellikle kadının bu kötü gidişatı durdurabilecek gücü olduğunu anlatmak istedim. Benim en sevdiğim yazarlardan Tolstoy'un bir sözü var: 'Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor, ama nedense kendini değiştirmeyi akıl etmiyor'. Üstümüze düşen görevi yapıp, vicdanlı evlatlar yetiştirerek belki bu kötü giden gidişatı durdurabiliriz.

 

Oğluma Mektuplar kitabını yazmak için elinize kalemi aldıran sebep ne oldu?


  • Şuan birçok insan kendini umutsuz ve mutsuz hissediyor. Münevver Karabulut, Özgecan Arslan, Şule Çet, en son Emine Bulut... Kanımızı donduran kadın cinayetleri ,böylesine vahşileşen erkekler ve günlük hayatta herkesin trafikte birbirine bağırdığı, arabadan insanların bıçakla, silahla indiği korkutan bir gidişat var. . Ben, bütün bu umutsuzlukları aşmanın yolunun, yüreği sevgi dolu, vicdanlı , dürüst, eğitimli, insanı değerlerin tek tek hatırlatıldığı evlatlarımızla olacağını düşünüyorum. Onun için 'Oğluma Mektuplar'ı kaleme almaya başladım.



 

Yaşanmış bir hayat hikayesinden kaleme alınmış bir kitap. Gazetecilikteki tecrübelerinizden kazandığınız bir hikaye mi yoksa çevrenizde tanıdığınız, bildiğiniz bir isimden geçmiş bir hikaye mi?


  • Yaşamdan hikayeler benden, oğlumdan izler taşıyor ama gerçek bir hikaye değil.. Gazeteci olarak tanık olduğum pek çok gerçek olaydan, insanlardan, onların hikayelerinden oluşmuş ama kurgu karakterlerle anlattığım bir roman.



 

Nalan karakterinin gazeteci olması da sizin gazetecilikten geliyor olmanızdan kaynaklı...


  • Evet.



Nalan karakterinin hikayesi beni okurken çok etkiledi. Siz yazarken nasıl bir sürecin içinden geçtiniz?


  • Çok zor ve sancılı oldu diyebilirim. Bu romanı yazmak 1 yılımı aldı, ama benim gazetecilik mesleğim 30 yıl, anneliğim 15 yıl. Bu çok zengin hayat tecrübesini aktarmak kimi zaman beni ağlattı,kimi zaman gülümsetti.,



 

Anne olmadan önce kapanıp yazsaydınız ortaya yine aynı kitap çıkar mıydı?


  • Kesinlikle çıkmazdı, çünkü anne olmak bir kadını olgunlaştırıyor, büyütüyor, yetiştiriyor. Daha vicdanlı, daha etrafını düşünen bir kişi haline getiriyor. Ben kitapta oğluma bir şiir yazdım:



'Oğlum, varlığıyla hayatıma anlam katanım

Anne deyince içimi titreten, boynunu bükünce yüreğimi sızlatanım,

Seni büyütürken büyüdüm, hamdım piştim, azdım çoğaldım,

Oğlum, karşılıksız sevmeyi, merhametli olmayı kaybetmekten korkmayı,

İçimde tanrıyı hissetmeyi sen doğunca öğrendim.

Mucizem, evlat nedir deseler?

Kadını büyüten, yüceltendir derim.

 



Sahi, anneler mi büyütür çocuklarını yoksa çocuklar mı büyütür annelerini?'

Biz bir evladı yetiştirirken aslında kendimizi de yetiştiriyoruz. Onlar bizim aynamız, onlar bize çok farklı, güzel nitelikler katıyorlar. Bizim de onlara katmamız lazım. Anne ile evlat arasındaki bağ, çok derin. Önce birey olarak sonra toplum olarak mutluluğun kapısını aralayacak zihnimizdeki ilk kayıtlar 7 yaşına kadar geçirdiğimiz çocukluk ve öğrendiklerimiz, gördüklerimiz ile doğrudan bağlantılı. Ve bir çocuğun 7 yaşına kadar karakterinin yüzde sekseninin oluştuğunu düşünürsek anne ve babaların neden örnek bir ebeveyn olması gerektiğini daha iyi anlarız.

 

Oğlunuz okudu mu kitabı?


  • Okudu.



 

Onun yorumları okuduktan sonra nasıl oldu?


  • Ali, gerçekten vicdanlı, merhametli bir çocuk. . İnsani değerleri, insan olmanın anlamını, ahlaklı olmayı, her şart altında doğru olmayı, yalancı insanların geçici zaferler kazansa da günün sonunda yaptıklarının hesabını verdiklerini hep anlatmaya çalıştım. Ali de, doğru, dürüst, anlamlı, onurlu bir yaşam ne demek çok iyi biliyor. Kadın erkek ilişkilerinde nazik, destekleyen ve yardım eden bir erkek olmanın bir erdem olduğunu biliyor. ,Tabi, romanın içinde bir annenin ölüyor olması onu düşündürdü, ama ben ona bunun gerçek olmadığını mektupların daha etkili olması ve bütün topluma mâl olması için dramatik kurgu içerisinde yazdığımı anlattım. Zaten bir gazeteci oğlu olduğu için böyle konularda erken büyüdü oğlum.



 

Kendinizi Nalan'ın yerine koyduğunuzda 'Ne yapardım' diye sorguladınız mı?


  • En başta bunu sorgulamakla başladım. 'Ben öldükten sonra oğlum ne yapar' duygusunu anne olduktan sonra hep hissediyorsunuz. Anne olmak, tedirgin bir yürek demek. Hep gözü arkada olma hissi sizinle birlikte yaşıyor. Hemingway'ın bir sözü var: 'Yazmanın zor bir tarafı yok. Tek yaptığım daktilonun başına oturmak ve kan ağlamak'. Yazmak gerçekten hem güzel hem de kan ağlatan bir süreç.



 

Kitabın içinde yer alan kadın cinayetler; Şule Çet, Özgecan Arslan katliamı... Tüm bunlara romanda yer vermeniz şuan ülkemizde yaşanan kadın cinayetlerine farkındalık amaçlı mı?


  • Evet, bu duruma dikkat çekmek istedim. Kadına şiddet ve iş hayatında kadının önüne konan engeller gazetecilik kariyerim boyunca karşılaştığım olaylardı. Biz gazeteci olarak duygularımızı karıştırmadan, soğukkanlılıkla olayları aktarmaya çalışıyoruz, ama onların benim ruhumda estirdiği öyle bir fırtınalar var ki!



Oğluma Mektuplar, o dönem içimde attığım sessiz çığlıklardır. Milyonlarca insana olayları soğukkanlılıkla aktardım Gözyaşı dökmedim belki, ama için için ağladım.

 



 

Medya dünyasından sonra sizi en başta yazmaya iten duygu ne oldu? Neden yazarlık?


  • Gazetecilik, kamuoyu adına, toplum yararına olayları sorup, araştırıp gerçekleri aramak ve ortaya çıkarmak demek. Mesleğimi çok seviyorum. Benim yaşam biçimim gazetecilik. Allah kısmet ederse son nefesime kadar mesleğimi icra etmek istiyorum, ama kitap tarihe not düşmek, iz bırakmak demek. Edebiyat çok büyülü bir alan. İnsanlara kendi bakış açınızdan yaşananları, insanların karşı karşıya kaldığı psikolojik travmaları, dönemin olaylarını, ruhunu yansıtmak ve bunu bir eser olarak bırakmak çok önemli. Bir nevi ölümsüzlük.



 

Mektuplaşmanın çok uzakta kaldığı bir devirdeyiz. Her şey sosyal medya aracılığıyla gerçekleşiyor. Kitabın içinde mektuplara yer vererek, bırakılacak en özel hatıranın somut bir değer olan mektup olduğunu yansıtmak mı istediniz?


  • Mektup, kapalı bir zarf içindeki kağıttan ibaret değil. Mektup, özlemle beklenen, emek gerektiren, zaman gerektiren, karşıdaki insanın duygularını anlatan, onu anlamamızı sağlayan birkaç sayfalık kitaplar bana göre.. Digital çağda her şey o kadar hızlı ve karakter sayısı o kadar sınırlı ki duygular da o yüzden çok zayıf. Empati yeteneği ve insanlık da o yüzden hızla kan kaybediyor.



 

Romanda, ‘Nalan’ın ölümle yüzleşmesini hep satır aralarında okuyoruz. Aslında ölüm hepimiz için yanı başımızda duran bir gerçek, ama yaşamak için bu gerçeği unutmak zorundayız. Siz hem bu hikayenin yazarı hem de bir anne olarak ölüm gerçeğiyle yüzleşmenin etkisinden nasıl çıktınız?


  • Yazma süreci ne kadar zor olduysa, yazı bittikten sonra güçlenerek çıkmama neden oldu, çünkü insanlar en sevdiklerini kaybedince ölümün gerçek anlamını anlıyor. Ne demek istediğimi, en çok sevdiğini kaybeden insanlar anlayacaktır, çünkü acını anlıyorum ya da paylaşıyorum sözü gerçek bir imtihanın olmadan anlaşılmıyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Hayatınıza ölüm değdikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Ben etrafımda hırstan gözü dönen insanları gördüğümde ve başkasını ezerek bir yere gelmeye çalışan insanların öfkesine tanık olduğumda 'Ölümlü dünyada ne yapıyorsunuz? Para için mi, mevki için mi bu hırs?' demek istiyorum. Ölüm kapınızı çaldığında, insan anılarından başka hiçbir şey götüremiyor. İki metrelik beyaz bir kefen içerisinde toprağa karışıyorsunuz. Hayat, yaşam ve ölüm arasında kısa bir macera. O macerada ne kadar mutlu,anlamlı,onurlu ve başkalarının hayatına iyiliklerle dokunduğunuz önemli, çünkü yaşam yolculuğunda yaptığınız iyilikler de, kötülükler de mutlaka karşınıza çıkıyor.



 

Sizce bu durumla yüzleşirken ölüyor olmanın zorluğu mu daha ağır basıyor yoksa gözü arkada bir annenin çaresizliği mi?


  • Kesinlikle bir annenin çaresizliği. Benim romandaki karakterim, hayatını istediği gibi kurgulayabilmiş. O yüzden ölürken tek düşüncesi geride bıraktığı evladı. Keşke ölmeden önce bunları da yaşasaydım diye bir pişmanlığı yok. Ölüm kapınızı çaldığında istediğiniz hayatı yaşayıp yaşamadığınız önemli yoksa hepimiz öleceğiz zaten. Herkes aynı şartlara sahip olmayabilir ama herkes hayal edip, çok çalışıp o hayallerine kavuşabilir. Yaşadığınız tüm kötülüklere ve engellere rağmen düştüğünüz yerden kalkmayı başarıyorsanız ve hayallerinizi gerçekleştirmek için çabalıyorsanız mutluluğun kapıları mutlaka açılacaktır.. Hayalleriniz için emek veriyorsanız, hayat her zaman güzel imkanlar sunuyor. Mutluluk eşittir para değil. Hayattan zevk alma sanatı. O yüzden nobel ödüllü şair Pablo Neruda’nın bir şiirinde dediği gibi ‘’ Yavaş yavaş ölür seyahat etmeyenler.



Yavaş yavaş ölür okumayanlar, müzik dinlemeyenler,

Vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar’’

 

Tarihe derin izler bırakan birçok olayı aktaran; Kosova savaşını, Öcalan'ın yargılandığı İmralı davasını izleyen sayılı gazetecilerden biri oldunuz. Medya dünyasına unutulmaz emekler verdiniz. Gazeteyi, televizyon dünyasını tamamen ardınızda mı bıraktınız?


  • Asla öyle bir şey söz konu değil. Gazetecilik benim yaşam biçimim ve ben yazı dünyasında yaşanmışlıkların, tecrübenin çok değerli olduğunu biliyorum. Bütün bu tecrübelerimi, öğrendiklerimi halkla, televizyonda beni izleyen kadınlarla paylaşmak istiyorum. Kadın programları da yaptım. Orada da gerçeği aradım. Yaşamdan Hikayeler'de çalınan bebekler dosyasını ortaya çıkardım. Yeni projeler mevcut. Önümüzdeki sezon için güzel ve anlamlı çalışmalar yapıyorum.



 

İlk zamanlarınızda başladığınız gazete dünyasıyla, şimdiki gazete dünyasına baktığınız zaman ülkemizdeki gazeteciliğin yerini nasıl yorumlarsınız?


  • Medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvettir. Toplum adına her zaman gerçekleri arar. Medyanın içerisinde herkesin, her soruyu sorma gücü vardır, ama bugün maalesef o iklim yok. Ben bir gazeteci olarak bu duruma çok üzülüyorum. Bugün gazetelerde hep aynı manşetler, köşelerde aynı yazılar. Bu toplumun zararına bir durum.



 

Oğluma Mektuplar romanının ilerleyen zamanlarda bir film senaryosu olacağını duyurdunuz. Unutulmaz dizilerin senaristi 'Melek Gençoğlu' ile çalışmalarınız nasıl geçiyor?


  • Melek Gençoğlu çok değerli bir senarist. Yıllarca ekran başına insanları kilitlemiş, değerli eserleri televizyona kazandıran, yıllarca o hikayelerden yeni, güzel hikayeler çoğaltan bir kalem. Melek Gençoğlu, bu kitabı okuduktan sonra çok etkilenmiş. Beni aradı 'Bu kitapla ilgili düşüncelerim var. Film senaryosuna dönüştürelim mi?' dedi. Çok büyük mutlulukla karşıladım. Kolları sıvadık. Etkileyici bir senaryo olma yolunda ilerliyoruz.



 

Filmin 2020 sürecinde vizyonda olması muhtemel mi?


  • Neden olmasın, ama şartlar neyi gerektirir, onu bilemem. Yolu açık olsun inşallah.



 

Bu güzel sohbet için teşekkür ederim. Bundan sonrası için hayatınızın rotasını nasıl çizmeyi planlıyorsunuz? Üçüncü bir kitap fikri var mı?


  • Öncelikle ben teşekkür ederim bu değerli sohbet için. Üçüncü bir kitap fikrim var. Hep kitap yazmaya devam edeceğim, ama kitap yazmak çok konsantrasyon isteyen bir durum. Televizyondaki bir projeye çalışırken, film senaryosu üzerine yazarken yeni bir kitap çalışmasına başlayamıyorum. Ne zaman vakit bulursam hemen üçüncü kitabımı yazmaya başlayacağım. Her şey zihnimde..



 
Editör: TE Bilisim