Ruhu inkâr ederek, onun işlev ve fonksiyonunu beyne vermek; fikri, zikri, hayal kurmayı, aklı, şuuru, tasavvur ve tefekkür etmeyi ona bağlamak; ondan bilmek, ona isnat edip dayandırmak isteniyor! Bu bakış vaya bu biliş; saatin gaye ve maksadını, kendini ortaya koymasını; saatten bilmeye benziyor! Halbuki saat lisanı hâl ile “İnsan.” diyor. Çünkü onu yapıp işler hâle getiren, zamanı göstermesini sağlayan insandır. Saatin parçaları, metal ve unsurları, kendisini meydana getirmiş değil. İnsana benzemeyen parça veya parçacıklar hiç değil.

Nitekim insanın yaptıkları tüm âlet ve edevatların arkasında hep insan var. Gerçi insan yaptıklarının yanında görünmüyorsa da, yaptıkları; ilim ve tekniğinin eseri olduklarını aksettirmekte. Onlarda görülen, yansıyan ve tecelli eden hususiyetler; bu gerçeği müşahhas ve somut olarak nazara vermektedir. Bunun gibi, varlıkların kendine göre bir gaye, bir maksat için yaratıldıklarını gösteren var oluş sebep, neden ve gayelerinin de arkasında; İlâhî bir irade ve yaratılışın olduğu çok açık, belirgin bir hakikattir. Yoksa onların yapılarında yer alan şu veya bu parçaların ortaya koydukları hareket ve oluşlar değil.

Yaradanın binbir isim ve sıfatlarının; kastedilen binbir mânâ, gaye ve maksatlar için, taşa toprağa, ete kemiğe bürünerek; kainat ve içindekiler olarak ve maddî bir görünüş alarak zuhur etmeleri ve kendilerini ortaya koyuş biçimleridir. Çünkü her canlı, her insan ve her âletin idare merkezi mesabesinde ortak bir hareket noktası vardır.

Meselâ, elektrikle çalışan birçok komples / karmaşık âletlerin beyinleri diyebileceğimiz elektronik kartları olan âletleri düşünelim. Her birinin çalışmaları elektriğe bağlı. Bunların her şeyleri yerli yerinde olduğu hâlde, elektrik kesildiğinde çalışamaz duruma düşerler.

İnsanın çeşitli âzâ ve organları var. Hepsi de beyinle irtibatlı. Fakat insan ölünce yani ruhu / canı çıkınca; hiçbir uzuv ve organlarımız fonksiyonlarını yerine getiremez. Demek ki ruh çıkınca beyin fonksiyonunu icra edemez oluyor. Tıpkı elektriği kesilen âletlerin işlevlerini yapamaz hâle gelmeleri gibi.

Elektrikli âletler; âletin ruhu hükmünde olan elektrik kesilince, âlet çalışamadığı gibi, beynin elektriği hükmünde olan ruhu çıkınca da, beyin dolayısıyla vücut canlılığını kaybeder.

İnsandaki beyin; insana hayat verici, canlı oluşunu sağlayan bir merkez, bir kaynak bir hayat motoru. Ama nasıl ki elektrikli âlet ve edevatın elektriği kesilince, bir şey ifade etmiyorsa, beyin de ruhtan mahrum kalınca, hayatını kaybediyor. Ruh da elektrik gibi bedende bir yer işgal etmiyor. Ama bedenden çıkınca hayat sönüyor.

Bilindiği gibi düşünmek, tasavvur etmek, akletmek ve hayal kurmak gibi hususların; maddeyle bir alâkaları olmadığı gibi, mücerret ve soyut olduklarından; sinir ve etten ibaret olan beyinle bir münasebetleri söz konusu değil. Beyin ise yansıtıcı hükmünde olup, menba değil mazhardır. Ruhun fonksiyonları onda tecelli ediyor. Fakat tecelli edenler, ruh değil ama ruhtan. Tıpkı kainattaki her şeyin Allah’ın yaratması olması, ama Allah olmamaları gibi. Nitekim ruhî fonksiyonlar da, ruhtan ama ruh değiller.

Evet her âletin, beyni hükmünde olan motoru var. Birçok motor elektrikle, bazıları da benzin veya mazotla çalışmaktadır. Elektrik kesilince, mazot veya benzin konmadıkça, o makine veya âletler çalışmaz. Tıpkı şoför, şoför makamına; pilot kokpite / pilot kabinine; kaptan, kaptan köşküne geçmedikçe; otobüsün, uçağın ve geminin harekete geçemeyecekleri gibi.

İşte insan ve hayvan beyinleri de çalışmayı gerçekleştiren hayatî merkezlerdir. Fakat canlı ve ruhlu oldukları takdirde; o beyinler çalışmakta, bedene istenen hareketleri sağlamaktadırlar. Ruh ve can çıkınca; beyin bedende fonksiyonlarını gösterememekte. Çünkü canlılık denen hususu kaybolmaktadır.

Elektrik, benzin ve mazotun beyin, beden ve motorla bir alâkaları yok. Fakat beyne ve motora bir çalışma sağlamaktadırlar. Böylece beden, âlet ve edevatlar; kendilerinden beklenen icraati yerine getirirler. Yani elektrik motorda, ruh beyinde tecelli edince, motor ve beyinden istenenler yerine getirilir.