Kuşku yok ki herkesin özel Ramazan anıları, unutmadığı oruç hatıraları vardır. Tekne orucundan tutun da kim bilir daha nice hatıralar vardır herkesin belleğinde.

Ayazın anavatanı Kütahya’da Hava Er Eğitim Tugayının kapısından girdiğimizde henüz akşam olmamıştı ama kaydımız tamamlanıp elbiselerimiz verilerek bölüğümüze sevk edildiğimizde vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Birbirini tanımayan yabancılar zümresi gibiydik ve bize refakat eden çavuş ağaç gölgelerinin oynaştığı karanlık yolda durdurup çömelmemizi istedikten sonra “Önce kantine gideceğiz. Havlu, terlik, eşofman, tıraş takımı vesaire alacaksınız” diye saydı. Söylediklerinin hepsi hepimizde vardı ama herkesin dili sükût etmişken yanımda oturan asker tepki sayılabilecek bir ses tonuyla karşı çıkıp “Alacaksınız dediklerinizin hepsini biz getirdik, bir daha niye alalım? Bize israf ettiremezsiniz!” dedi. Meçhul askerin sözleri işaret fişeği namındaydı ve onun ardından hemen herkes aynı tepkiyi gösterince çavuş bize dikkat kesilip “Nefteniz var mı?” diye sordu. Kimse bunun ne olduğunu bilmiyordu ve ilk tepkinin sahibi kekelemeden “Lâzım bir şey ise büyüklerim valizime koymuştur” dedi. İkna yollarını tükettiğinin farkında olan çavuş; “Eksiği olmayanlar kantine girmesin” diyerek kalk emrini verdi.

Yan yana yürüyorduk; elimi omzuna koyup adından önce memleketini sordum; “İstanbullu’yum” dedi. Oraya nereden geldiklerini sorunca da “Bir İstanbullu hakkını arayamaz mı?” diye karşılık verdi. “Sende Anadolu ruhu var” deyince gülümseyip aslen Elazığlı olduğunu söyledi. Kimlikte adı Zafer’di ama biz ona Cafer diyorduk; göbek adıymış.

Sekiz on gün sonra Ramazan ayı giriyordu. Kurmay Yüzbaşımız o gün içtimada Ramazan hazırlıklarına dair bilgiler verirken “Sahur yemeği çıkaracağız. Oruç tutacak olanlar ranzalarına havlu bağlasın, hem sayıyı bilelim hem de uyandırılsınlar. Akşam yemeğini de iftar saatine çekeceğiz” dedi.

Aynı akşam buluşmamızda Cafer “Oruç tutacak mıyız?” diye sordu. “Kış orucu kolay olur, susuzluk çekmeyiz. Eğitim şartları ve soğuk nasıl etkiler, bir iki gün deneyelim” dedim. Cafer bizi esas zorlayacak olan şeyi keşfetmişti. Zira bölüğümüz eğitim sahasına olduğu gibi yemekhaneye de çok uzaktaydı. “Sahur yemeğine gitmezsek zorlanmayız. Akşam Reno ile gelen sivil börekçiden birer börek ve gazoz alıp sahurda yer yatarız. Böylece uykumuz da ziyan olmaz” dedi.

İlk sahura kalkacağımız akşam ben, fotoğraf atölyesinde verilen görev nedeniyle börekçiye yetişemedim. Ranzaya havlu bağladığım sırada Cafer böreği nereye zulaladığımız sorunca “Ben gelene kadar börekçi gitmiş. Bugün mecburen yemekhaneye gideceğim” deyince itiraz edip “Bu ayazda o kadar yol yürünmez. Hem çok uykusuz kalırsın. Ben bir börek aldım, bölüşür yeriz” dedi. Bahsettiğimiz börek kır pidesi formunda ve yarım etliekmek hacmine sahip bir üründü. Öğün yemeği olarak yarısıyla doymak şöyle dursun; birkaç tanesini pekala yiyebilirdik.

O gece sahura çağrıldığımızda Cafer zulasındaki böreği getirip ikiye böldü ve birkaç lokmalık sahurumuzu yapıp uykuya çekildik. Eğitim şartları ne kadar zor olsa da çelik gibi soğuk havada sıvı kaybımız söz konusu değildi. Sigara ve çay tiryakileri olarak o sınavdan da başarıyla geçip iftardan sonraki buluşmamızda “Oruca devam” kararı aldık.

Acemilerin kantine gitmesi yasaktı ama ben bir yolunu bulup o yasağı delmiştim. Önceleri, satın alamasam da terekteki gazeteleri okumak için gidiyordum. Bir gün iki pide ile Rafta gördüğüm Konya markalı yüz gramlık helvadan iki tane aldım ve sahur yemeğimize farklılık kazandırdım. Hem gazoz yerine meyve suyu da almıştım.

Dolaplarımızda yiyecek bulundurmamız yasaktı. O yüzden tek öğünde tüketmemiz gerekiyordu. Eğitim dönüşü kantinden getirdiğim sahur nevalesini dolaba zulaladığımı zannetmiştim ki nöbetçi Astsubay dolap kontrolü emri verdi. Cafer’le göz göze geldik. Yapacağımız bir şey yoktu. Muhtemelen yakalanacak ve sahurluk olduğu savunmasını yaparak yakayı kurtarmaya çabalayacaktık.

Bölük içtima alanındaki tedirgin bekleyişimiz uzun sürse de dolabında ıvır zıvır bulunanlar arasında biz anons edilmedik. Cafer ile ikimizin sahur muhabbetini bilen çevremizdeki birkaç arkadaşın “Bunların dolabında börek, helva, meyve suyu eksik olmaz ama yakalanmıyorlar” diye söylendiklerini duymamak mümkün değildi. Cafer kulağıma kadar yaklaşıp “Bizim dolaptakileri niye görmediler sence?” diye sordu. “Görmeyene değil, göstermeyene bak” dedim.

Yellice dağından tozup gelen ayazın iliklerimize işlediği o Ramazan’ın son gününde Cafer şoför olarak Ankara’daki birliğine katılmak üzere Kütahya’ya ve bize veda edip memleketi İstanbul’a giderken biz de ertesi gün İzmir’in yoluna revan olduk.

Otuz yıl sonra İstanbul kazan ben kepçe misali Cafer’i arayıp bulduğumda elbette yarım börekle başladığımız oruç en güzel hatıramız olarak zihnimizde canlanmıştı.

İçinde bin aydan yani seksen üç seneden daha hayırlı bir gece olan Leyle-i Kadir’in bulunduğu Ramazan-ı Şerifler her yıl Müslümanlara bir kurtuluş vesilesi olarak tekrar tekrar sunuluyor… Anlayın ki Allah Müslümanlara arınmaları için olabildiğince imkân tanıyor. Hamdolsun. Bu vesile ile okurlarımızın Ramazan Bayramlarını tebrik ediyoruz.