İttihat ve Terakki Partisi’nin büyük kumandanı, Suriye ve Lübnan Valisi Cemal Paşa, bir sabah evinden çıkar.

İttihat ve Terakki Partisi’nin büyük kumandanı, Suriye ve Lübnan Valisi Cemal Paşa, bir sabah evinden çıkar.



Yay gibidir, çünkü ne zamandır işler yolunda gitmemektedir. Farklı cephelerden yenilgi üstüne yenilgi haberleri gelmektedir.



Hatta kendisi için, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi sinsi planları var diye dedikodu çıkarılmış ve Suriye ile Lübnan’ı alıp bağımsızlık ilan edeceği yaygarası koparılmıştır. 



Oysa Cemal Paşa, Anadolu’nun ölüme gülerek giden kavruk evlatları için hayıflanmakta, bu kötü kadere lanet okumaktadır.



Merdivenlerden inerken siyahlar içinde bir kadın, yanında çocuğu ile Cemal Paşa’ya saygısını sunar.



Acıyla yoğrulmuş anne ile çocuğun; kalpleri çizik çizik eden bir ricaları vardır. 



İstirhamı duyunca mağrur Cemal Paşa hislenmiştir ama ok yaydan çıktığı için herhangi bir hamlede bulunamaz.



Kadın ve çocuğu, Cemal Paşa’nın huzurundan çıkıp evlerine doğru giderken, meydanın bir köşesinde dehşet ve acı bir sürpriz beklemektedir.



***



Yusuf Hani’nin hikâyesini, Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı’nda yazmıştı.



Boğazına yağlı ilmek geçirildiği zaman bile öleceğine inanmayan Yusuf Hani, giyimine dikkat eden, oyundan ve zevkten başka bir düşüncesi olmayan, varlıklı, yazı Avrupa’da, kışı Beyrut’ta geçirecek kadar keyfi yerinde bir gençti.



Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde geç kalmıştı ve Beyrut’tan çıkıp savaş olmayan memleketlere mitili atamamıştı.



O zamanlar, Beyrut’ta, Osmanlı, bilhassa Türk düşmanı görünmek moda haline geldiği için Yusuf Hani’de savruk davranmış, Arap milliyetçiliğini yahut bağımsızlığını birkaç yerde dillendirmişti.



Oysa kötü bir niyeti yoktu ve herhangi bir fraksiyonun içinde de yer almamıştı.



Bir gün kumar masasında, görevliler Yusuf Hani’ye bir evrak imzalatmışlardı.



Sonraki zamanlarda Divanıharp’e gönderilen Yusuf Hani, o zaman kumar masasında neye imza attığını, durum kendisine anlatılınca anca anlamıştı.



Ne kadar dil dökse de kimse onu dinlememişti, Arap meselesi, Falih Rıfkı Atay’ın yorumuyla, edebiyat olmaktan çıkmıştı ve artık kurban gerekiyordu.



Yusuf Hani, bütün giysilerini hapishaneye getirtmişti, kıyafetlerini ütüsüz giymezdi. İlla ki yanlış anlaşılmanın giderilip tahliye olacağına inanıyordu.



Akşam karanlığı çöküp kapılar tamamen kapatılınca “Bu gece de mi burada kalacağım?” diye şaşkınlıkla, hüzünle ve kırgınlıkla sorardı sağa sola, gardiyanlara.



***



İttihat ve Terakki’nin büyük kumandanı Cemal Paşa, bir sabah evinden çıkar.



Öfkelidir, kafasında boz tilkiler dolaşmaktadır ve sağa sola hesap soran mektuplar yazacaktır.



Hatta bu paylamalardan birlikte yola çıktıkları dostları Enver ile Talat bile nasibini alacaktır.



Evinin merdivenlerinden inerken güzel, soylu ve siyah giyinmiş bir kadın, yanında hüzünlü çocuğu ile Cemal Paşa’yı karşılamıştır.



Çocuk, elindeki çiçek demetini Cemal Paşa’nın önüne saygıyla atarak “Babam Yusuf Hani’yi bağışlayınız!” diye ricada bulunmuştur.



Cemal Paşa’nın gözleri yaşarmış, çenesi titremiştir, lakin şeriatın kestiği parmağın acımayacağı bir anlayıştan ve inançtan geldiği için başını öbür tarafa çevirir.



Siyahlı kadın ile vaktinden önce büyümüş çocuğu, Cemal Paşa’nın huzurundan çıkıp evlerine doğru giderken, meydanın bir köşesinde Yusuf Hani’nin soğumuş bedeniyle karşılaşmıştır.



Güzel yaşayan Yusuf Hani, genç yaşında dünyayı terk etmiştir ve acı bir hikâye bırakmıştır geride…