Asansöre bindiğinizde fark etmişsinizdir; sessizlik hemen kabine siner. Gözler tavandaki sayı ekranına takılır, ayak uçlarına bakılır, çanta sapı düzeltilir. Kimse kimseye bakmaz ama herkes birbirinin farkındadır. Bu kısa yolculuk, dışarıdan sıradan bir ulaşım şekli gibi görünse de içeride derin bir içe dönüş yaşanır.
Bana göre her asansör, ruhun katlarını simgeler. Kimi gün birinci katta dururuz: en yüzeydeyizdir. Gülümseriz, selam veririz, iyi görünürüz. Ama bazı günler -1’e ineriz. Belki kendimize bile açıklayamadığımız duygularla… İniyoruzdur ama asıl aşağıda ne olduğunu kimse sormaz.
Yanımızdaki yaşlı adamın bastonuna sıkıca tutunuşu, genç kadının göz ucuyla saate bakışı, arka köşede sessizce duran çocuğun sırt çantasına sarılışı… Herkes bir şey taşıyordur; görünmeyen, söylenmeyen ama ağır. Katlar yükselirken ruhlarımız sessizce derinleşir. Asansör düğmeleri de hayat gibidir aslında. Herkesin ulaşmak istediği başka bir yer, başka bir yükseklik vardır. Ama asıl mesele nereye çıktığımız değil, içimizden geçerken neyi fark ettiğimizdir.
Belki de bu yüzden asansör sessizliği bu kadar ortak. Çünkü bazen hiçbir şey söylemeden, her şeyi anlatırız.
“Katlar yukarı çıkar, insan bazen kendi içine iner.