KASAM Vakfı ile düzenlediğimiz 7.Uluslararası Mavi Karadenzi Kongresi'nin teması "Barış, Güvenlik ve İşbirliği" idi. Birçok ülkeden 60 akademisyen ve diplomat bu çerçevede tebliğlerini sundular. Uluslararası sorunlarda, herkesin itirazsız kabullendiği bu tema, uygulamada ulaşılmaz ve çok masraflı olabilmektedir. En saldırgan politika izleyenler dahi kendilerinin barış taraftarı olduklarını, mağduriyetlerini telafi etmekten başka amaçları olmadığını iddia ederler. Türkiye'nin komşu bölgeleri, Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu'da ise bu tür iddialar oldukça kördüğüm haline gelmiştir

Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dahil hemen bütün devletlerin komşularıyla sınır sorunları bulunmaktadır. Bununla beraber ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü, siyaset ve hukuk bilimleri üzerine bina eden, bu alanı ihmal etmeyenler, tarihi tecrübeyi de dikkate alarak sorunları kazan-kazan yöntemiyle çözmeye çalışırlar, genellikle başarılı da olurlar. Aynı ülkeler, eski sömürgeler ile hedef bölgelerde çatışmaların devam etmesi, istikrar ve refah ortamının oluşmaması için her vasıtayı kullanırlar. Bu siyasetin silah sanayii sektörü temeli yanında asıl hedef dünyanın nimetlerini diğerleriyle bölüşmeme hastalığıdır. Bu anlamda Karadeniz bölgesinde çatışmalar ve istikrarsızlığın, küresel güçlerce pompalanan derin damarları bulunmaktadır.

Rusya'nın Prenslikten Krallığa, Çarlığa yükselmesi önemli ölçüde Osmanlıdan alınan topraklarla gerçekleşmiştir. Osmanlının son iki asrı, genişleyen Rusya ile çatışmalarla doludur. Genellikle Rusya'nın kazanmasına karşın hayal kırıklıkları da vâkidir. Mesela 93 Harbi sonrasında Ayastefanos Anlaşması'ndaki kazanımlarının, Sultan II.Abdülhamid'in diplomatik manevrasıyla Berlin Kongresi'nde önemli bir kısmının elden çıkması üzerine Prens Gorçakof'un pişmanca ifadelerinden günümüz Rus liderler de ders almalıdır: "Bu kadar masraf, bu kadar ölü, bir hiç içinmiş!"

Belirtmek gerekir ki Karadeniz bölgesindeki çatışma alanlarının temelinde Rusya bulunmaktadır. Ukrayna-Rusya arasındaki Kırım ve Dombas, Moldova'da Transdinyester, Gürcistan'dan koparılan Abhazya ve Güney Osetya, nihayet Karabağ'da Rusya destekli Ermenistan hayalleri… Suriye, İdlib'deki saldırıların arkasında da Rusya bulunmaktadır. Daha da zenginleştirilecek bu sorunlar listeye karşın 1990'larda dağılma aşamasındaki Rusya'yı saldırganlaştıranların da dikkate alınması, "hırsızın hiç suçu yok mu?" sorusunun gündeme getirilmesi gerekmektedir.

NATO'nun kuruluş gerekçesi, Varşova Paktı'nın patronu durumundaki Sovyetler Birliği'nin yayılmacı politikalarını önleme, Komünizm tehlikesini bertaraf etmekti. Bununla beraber Soğuk Savaş dönemi boyunca iki süper güç arasında sıcak çatışma yaşanmamış, hatta biri diğerinin varlık nedeni olma fonksiyonunu sürekli gözetmiştir. Komümizm ideolojisi temelli ekonomik ve siyasal sistemin iflasıyla Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği dağılmıştır. Eski Sosyalist ülkeler serbest piyasa ekonomisi temelli, emekleyen demokrasilerle Yeni Dünya Düzenindeki yerini almaya çalışırken batı destekli renkli devrimlere niçin ihtiyaç duyuldu? Rusya'nın yayılmacı politikalara, Kafkasya ve Orta Asya'daki rejimlerin yeniden baskıcı kimliğe yönelmelerinin temelindeki renkli devrimlerin organizatörleri, hedefleri ve sonuçlarının yeniden analiz edilmesi birçok sorunun çözümü için gereklidir. Tıpkı Orta Doğu'da filizlenen istikrar sürecinin belini kıran Arap Baharı gibi.

Sovyetler Birliği'nin son Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze, aynı zamanda Rusya'nın Kafkasya'daki asırlık hedeflerinin önünü kesen, batı çıkarları için de kıymetli bir liderdi. Onun akıllı stratejisi sayesinde Rusya'nın dostluk ve işbirliği dışında Kafkasya'ya müdahale etmesi önemli ölçüde engellenmişti. Böyle bir diplomasi dehasına karşı Gürcistan'ın başına ABD'de yetiştirilmiş toy bir politikacının getirilmesinin gerekçesi ne olabilir? Cevap: Bölgeyi istikrarsızlaştırmak, Rusya'nın yeni saldırılarına gerekçe oluşturmak, böylece ABD'nin bölgedeki varlığına meşruiyet kazandırmak. Benzer gerekçeler ve sonuçlar, değişik boyutlarıyla Ukrayna, Moldova, Azerbaycan için de sözkonusudur. Bununla beraber Rusya'nın da yayılmacılık tuzağına düştüğünü, bölgedeki ekonomik ve siyasal güvensizliğin derinleşmesiyle kazancının "hiç"leşmeye başladığını anlamasının zamanı gelmiş olsa gerek.

Türkiye ve Rusya'nın birçok alanda çıkarlarının, siyasi, tarihi ve kültürel boyutlarıyla stratejilerinin uzlaşmaz özellikleri sözkonusudur. Aynı gerçek belki çok daha köklü boyutlarıyla Almanya ve Fransa için de geçerliydi. Bu iki ülkenin, II.Dünya Savaşı sonrasında çatışan çıkarları uzlaştırma diplomasisi örnek alınabilir. Aynı zamanda Orta Doğu'da komşu haline gelmiş olan Karadeniz'in iki temel aktörünün, bölge barışı temelli, yayılmacı tuzaklara düşmeyen stratejilere öncelik vermesi gerekmektedir. NATO'nun Ukrayna ve Gürcistan'a uzanma hedefine karşı Rusya'nın bu ülkeleri parçalama yerine barışçı stratejiler bulması gerekmekteydi. Bu anlamda Karadeniz'deki barışı bozan temel motivasyonun bölge dışından geldiği, fakat başta Rusya olmak üzere bölgedeki bazı aktörlerin de bu oyuna düştükleri açıktır.

Herkesin bildiği gibi dış politikada sürekli dostluk veya düşmanlık değil de sürekli çıkarlar vardır. Müttefiklerimizin düşmanca politikalarına karşı Rusya'ya enerjide, savunmada gittikçe derinleşen, hatta duygusallaşan bağımlılık sözkonusudur. Yarım asır önce nükleer fizik uzmanlarımızın mesela Pakistan ve Güney Kore'de nükleer teknolojinin kuruluşunda önemli katkıları olmuştur. İlk nükleer santralimizin Rusya tarafından inşasıyla zenginleşen bir kadro sözkonusudur. Yenilerinin inşasında dinamik kadrolarımız yanında Pakistan gibi dost ülkelerden de destek alınabilir. Bu anlamda nükleer santral sektörümüzün bütünüyle Moskova'ya emanet edilmesinin birçok riski bulunmaktadır.

F-35'lerde ülkemize yapılan ihanetin, talibi olduğumuz SU-57 sürecinde de yaşanmayacağının garantisi yoktur. Bu teknoloji harikasına sahip olduğumuzda, mesela muhtemel bir sıcak çatışmada Rusların kodları kilitlemesi, savaş kanunlarının doğal sonucudur. Bunun yerine dost ülkelerle ileri teknoloji savaş uçakları üretmede geç kalmış olmakla beraber zengin bir altyapı ortaya çıkmıştır. Zaten siparişler, yıllar sonra teslim edilecektir. İHA, SİHA gibi tecrübeler göstermiştir ki aynı kaynak kendi elemanlarımıza verildiğinde de harikaların ortaya çıkarılacağı kesindir. Benzer durum füze savunma sistemleri için de geçerlidir. "Marifet, iltifata tâbidir." Gerekli destek, imkan, bütçe ayrıldıktan sonra her alanda zehir gibi kadrolar hazır olup daha güçlüleri arkadan gelecektir.