Doğa kendi dengesini kurar. Onun sessizliğinde bile bir düzen vardır. Ne zaman ki biz insanlar o düzene hoyratça müdahale ederiz, işte o zaman sessizlik yerini çığlıklara bırakır. Son yıllarda Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, özellikle Tokat, Çorum, Yozgat, Sivas, Gümüşhane ve Erzurum kırsallarında, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi yeniden gündeme geldi. Sessiz ama ölümcül bir çan çalıyor kırsalda. Bu çanın adı: kene.

Kene deyip geçmeyin. Isırdığı zaman hemen fark edilmiyor. Ama taşıdığı virüs, insanın kanını zehirliyor. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) gibi hastalıklar, sadece bir sağlık sorunu değil, aslında çok daha derin bir göstergenin habercisi: bozulmuş doğa dengesi.

Eskiden bu kadar kene yoktu. Çünkü doğada bir denge vardı. O dengeyi koruyanların başında keklikler gelirdi. Keklikler, tarlalarda, çalılıklarda gezinirken keneleri yer, doğanın en zarif temizlikçileri olarak görev yaparlardı. Ama sonra ne oldu?

Av sezonları açıldı. İnsan doymaz oldu. Zevk için avlandı. Kuralsız, denetimsiz, vicdansız bir avcılıkla keklik nüfusu dramatik şekilde azaldı. Doğaya salınan birkaç keklikle denge yeniden kurulur sanıldı. Oysa doğa, göstermelik çözümleri değil, süreklilik isteyen bir saygıyı ister.

Kekliklerin azalmasıyla birlikte kene popülasyonu kontrolsüz şekilde arttı. Ve biz şehirlerde "neden bu kadar kene var artık?" diye sormaya başladık. Kırsalda tarla sürenler, hayvan otlatanlar, doğaya yürüyüşe çıkanlar, bir sabah aniden ateşlenip hastanelere kaldırıldı. Bazısı kurtuldu, bazısı maalesef dönmedi.

Bir virüs, bize neyi hatırlatıyor? Bir kene, bizden neyin hesabını soruyor?

Doğayı ne kadar unuttuysak, doğa da bizi o kadar uyarmaya başladı. Oysa doğayla müdahale etmeyip, biraz daha dikkatli ve saygılı olsaydık… Belki keklikler hala çalılarda cıvıldıyor olacaktı, belki çocuklar korkmadan meralarda koşacaktı.

Bugün çözüm ne peki?

Çözüm, sadece sağlık sisteminde değil. Evet, erken teşhis, koruyucu kıyafetler, tarama çalışmaları elbette çok önemli. Ama asıl çözüm: yeniden dengeyi kurmak. Kekliklerin doğaya geri kazandırılması, avcılığın ciddi şekilde denetlenmesi, kırsalda yaşayan halkın bilinçlendirilmesi, köy çocuklarına kene değil keklik tanıtılması...

Ve belki de en önemlisi: doğayı bir kaynak değil, bir emanet gibi görmemiz.

Çünkü doğa bizim değil. Biz doğanın küçük bir parçasıyız sadece. Kekliği vurduğumuzda, aslında kendimizi de vurduğumuzu unutmamalıyız.

Sessizce uçan kekliklerin çığlığı, belki de şu anda kene sokmasıyla kıvranan bir hastanın çığlığında yankılanıyor.

Ey avcı, sana sesleniyorum!!!

Senin bir an mutlu olup midene girecek bir parça et için, kaç insan ölecek?

Belki bu senin bir yakının, belki sevdiğin, belki de hiç tanımadığın masum biri olacak.

Vicdanın rahat edecek mi?